Metafor / Kuantum Evren

www.astroset.com

Kültürel Küreselleşme (4)

Doç. Dr. Haluk BERKMEN

SİMÜLAKR NEDİR? (Mış gibi yaşam!)

  İnsanlar bilgisayarlarla kurdukları bağlantılarda kendi gerçek isimlerini, karakterlerini ve cinsiyetlerini gizleyerek “mış gibi” yapıyorlar. İşte bu mış-gibi yaşam şekline ve görüntülerine “simülakr” adı veriliyor demiştik bir önceki yazıda.

  Bilgisayarlardan bize, yani ana dili İngilizce olmayanlara, yapılan bir diğer küresel saldırı dil saldırısıdır. E-posta yazacaksanız Türkçe harflerin birçoğunu bulamıyor ve kullanamıyorsunuz. Ayrıca, terimler ve bilgiler de İngilizce. Bilgisayar uzmanı olmak için mutlaka İngilizce bilmek gerekiyor. Gençlere “İngilizce bilmezseniz dünya ile iletişime giremezsiniz, geride kalırsınız” şartlanması yapılıyor. İngilizce bilmek adeta bir ön şart haline getiriliyor.

  Sadece gençler değil, şirketler ve iş yerleri dahi İngilizce isim takmaktan ve İngilizce sözleri reklamlarına eklemekten adeta şeref duyuyorlar. Ürünlere yabancı isim takmak yeni moda oldu. Türkçe sanki utanılacak bir dil haline getirildi.

  Bir diğer sanal gerçeklik cep telefonları ile yaşantımıza girmiş durumda. Eskiden sabit telefondan bir kimse ile görüştüğümüzde o kişinin nerede bulunduğunu bilebiliyorduk. Telefon ya ev telefonu veya iş telefonu olurdu. Bugün ise sabit telefonların yerini cep telefonları almış durumda. Karşımızda telefonla konuştuğumuz insanın yerini artık bilemiyoruz. O kişiye herhangi bir yerde erişebiliyoruz. Bunun elbette ki faydaları ve kolaylığı var. İnsanlar cep telefonları sayesinde daha bağımsız hale geldiler. Bir haber bekleyen evinde veya iş yerinde beklemek zorunda değil. Ulaşmak da çok kolaylaştı. Ama o kişi hakkında bildiklerimize bir yeni belirsizlik de eklenmiş oldu. O da, mekân belirsizliği.

  Karşımızdaki insan kendini nerede tanımlamak isterse orada oluyor. Yani sanal mekânda yaşayabiliyor. Bize yalan bilgi vermek isterse verebiliyor.

  Fakat, cep telefonları insanları hem bağımlı hem bağımsız hale getirmiştir. Bağımlı olmuşlardır çünkü, cep telefonu olmadan evlerinden çıktıklarında bir uzuvları eksilmiş gibi hissediyorlar. Her yaşta ve her gelir seviyesinde insanların cep telefonu var. “Cep telefonum yok” deseniz, size tuhaf tuhaf bakıyorlar, “böyle şey olamaz, adam bana cep numarasını vermek istemiyor” şeklinde düşünüyorlar. Fakat cep telefonu sayesinde insanlar istedikleri yerden ve istedikleri anda konuşabildikleri için bağımsız olmuşlardır da denebilir. Ancak, cep telefonu kapalı olsa da kişinin nerede olduğunu saptamak artık mümkün. Belli bir süre önce kimlerle konuşmuş olduğunu da çıkarmak mümkün. Ayrıca cep telefonları kolaylıkla dinlenebiliyor. Yani, kişisel gizlilik ve özel yaşam diye bir şey kalmamış durumda. Başka bir isim altında alınan cep telefonu dahi izlenip dinlenebiliyor. Önemli şahısların gizli bir telefon görüşmesi yapabilmesi son derece zorlaşmış hatta imkânsız hale gelmiştir. Daha da vahim olan durum bu iletişim ağının kontrolünün kendi elimizde olmayışıdır. İletişimin özelliğini ve kişisel bilgilere sahip olma özgürlüğünü yabancı güçlere teslim etmiş durumdayız. Hem bilgisayarlarla aktarılan bilgiler, hem de telefon görüşmeleri kayıt ediliyor, okunuyor veya arşivleniyor. İlerde gerekir diye özel bilgiler saklanıyor.

  Ayrıca, iletişimi sağlayan uydular bize ait değildir ve bu yabancı güçler her an haberleşme ağımızı çökertebilecek güce sahiptirler. Bir iletişim uydusu devre dışı kalacak olursa ülkede hem televizyon ağı hem de telefon ağı çöker. Son günlerde Türk Telekom şirketinde oluşan grev ile birlikte bazı önemli hatların kesildiğini ve iletişimde aksaklıklar yaşandığını öğreniyoruz.

  Kültürel küreselleşme dilimizi de yozlaştırmak üzeredir. Cep telefonlarında yazılan mesajlar acayip bir özel dil oluşturmuş durumdadır. Bu dile sahip olmayan bizim orta yaş ve üstü nesil gençlerle haberleşmekte zorluk çekmektedirler. Onların dili ise ne Türkçe ne de İngilizce. Arada kalmış bir Tarzan İngilizce’si demek daha doğru olur. Yani, nesiller arası uçurum gittikçe açılmaktadır. Ülkemizde ne dil ne felsefi duruş ne de politik rejim konusunda ortak bir yapı, sağlam bir ortak görüş bulunmaktadır. Sağ yarı beyinle düşünen gurup ile sol yarı beyinle düşünen gurup arasında bir kopukluk ve gizli bir mücadele vardır. Bu durum, ülkenin derin ve ciddi bir kriz ile karşılaşabileceğinin işaretlerini vermektedir.

 Ferdi Mutluluk ve Toplum
 
Kanımca, sorulması ve yanıtlanması gereken asıl soru şudur: Öncelikli olan ferdin mutluluğu ise bu mutluluk toplumun genel olarak huzurlu ve dengeli oluşundan soyutlanabilir mi? Yani kısaca, değişen dünyada yeni değerlere ayak uydurup milli ve geleneksel değerleri bir kenara mı itelim? Yoksa, toplumu birarada tutan kültürel bağlara önem verip kısıtlamalar mı getirelim? Kültürel küreselleşmenin kaçınılmaz etkilerine ne şekilde ayak uydurmalı veya karşı koymalıyız?

   Karmaşada mutlu olmak mümkün mü?
  Öncelikle, yanıtlanması gereken soru, huzursuz ve karmaşa içinde olan bir toplumda ferdin mutlu olması mümkün müdür? Veya, toplumun değişimini doğal kabul edip kendini akıntıya terk etmek mi mutluluk getirir? Kültürel olarak yok olmayı kabul eden insanlar mı daha mutlu olurlar, yoksa, kültürel değişime karşı koyup geleneklere bağlı kalmayı seçenler mi daha mutlu olur?

  Günümüzde, Türk gençliği bu konuda kararsız ve bir arayış içinde olduğu görünümünü veriyor. Özellikle bu durumu kızlarda görmek mümkün. Bir kısmı başörtüsü ve türban takarak geleneklerine bağlı kalmayı seçiyor, diğer bir bölümü tüm batı değerlerine sarılarak tüketim toplumunun güncelliğini tercih ediyor. Fakat her iki gurup da teknik oyuncakları kullanmaktan  büyük zevk duyuyor. Hepsinde cep telefonu var. Hepsi bilgisayarlara meraklı ve parası olanlar derhal en pahalı ve lüks arabaları kullanmaya bayılıyorlar. Yani, kısacası iki farklı dünya görüşünün çelişkisi Türkiye’yi adeta şizofrenik bir yapıya itiyor.

  Küreselleşen dünyada insanlar hak ve özgürlüklerine sahip çıkan bireyler olmak yerine, uluslararası karteller haline dönüşmüş olan birtakım sanal güçlerin tanımak istediği kadar hak ve özgürlüklerle yetinmek durumundalar. Yani, istenen düşünen insan değil, tüketen insandır. Bunu sağlamak için de sürekli yeni gündemler, yeni modalar, sanal ve geçici zevkler, istekler yaratılmaktadır. Mutluluk bu açıdan kısa süreli, geçici, güncel oyalanmalar haline dönüştürülmüştür. Uzun vadeli planlar, amaçlar ve anlamlı girişimler adeta küçümsenir olmuştur. Bir zamanların “Bize plan değil, pilav lazım” sözü günümüzün düstur sözü haline gelmiştir, denilebilir.

  Son 15-20 yıldır Türkiye halkı bir AB hayali ile oyalanmakta, geleceği adeta Avrupa Birliğine ipotek edilmektedir. Medeniyetin ölçüsü AB kriterleri imiş gibi bir gerçek dışı hayal peşinde koşulmaktadır. AB bizim için bir “simülakr” durumuna dönüşmüştür. AB kriterlerine uyum sağlayacağız diye geleneksel değerler küçümsenmekle kalmayıp Anayasadan bile kaldırılmak istenmektedir.

  Bütünün Hayrı
  Bu gidişi gören aydınlar ne yapmaktadırlar? Bir kısmı batı değerlerini kutsal saydıklarından, milli devlet görüşünü Kemalizm olarak tanımlamakta ve ikinci cumhuriyetten söz etmektedirler. Diğer bir kesim ise aşırı tutucu dinci ve katı kurallarla yönetilen bir Türkiye özlemi çekmektedirler. Oysa ki çözüm, güncel bilgiler ile oyalanmaktan değil, bilgelik yolunda ilerlemekten geçer. Bilge kişi şöyle der: “Bütünün hayrına olmayan benim hayrıma da olamaz”. Burada
bütün, yakın çevreden başlayarak, dalga dalga halkalar halinde genişleyen insanlık ve doğa çevresidir. İnsan doğadan kopuk bir varlık haline getirilmek istense de yapısı itibariyle doğaya bağlı ve bağımlıdır. Şu halde, doğayı koruması ilk görevidir. Büyük şehirlerde yerleri ve çevreyi temiz tutmak, her şehirli vatandaşın sorumluluğu olmalıdır. Bu ilk adımdır.

  İkinci adımda yakın çevre aile ve dost, arkadaş çevresi gelir. Üçüncü adım ise ülke, toplumun bütünü ve ulus devlet kavramlarına önem verip onları korumaktan geçer. Çünkü, şahsi mutluluk ve karın doyurmaya yönelik davranışlar ve seçenekler kısa vadede bir fayda sağlansa da uzun vadede mutlaka ters tepkiler verecektir. İşte, Avrupa’da yaşamlarını sürdüren vatandaşlarımızın durumu. Onların durumu Türkiye halkındakinden de beter. Ne tam olarak yaşadıkları topluma uyabilmekteler, ne de geleneklerini sürdürebilmekteler. Bu konuda yapılmış olan Duvara Karşı filmi, Türk gelenekleri ile toplumun değerleri arasındaki çatışmayı çok güzel gözler önüne sermiştir.

  Dördüncü ve son adım, tüm dünya halklarına saygılı olmaktan ve elde bulunan gücü milli çıkarlara alet etmemekten geçer. Yani, “Ya benden yanasın veya bana düşmansın” yaklaşımı yerine, “Hepimiz bu dünyanın insanları olarak barış içinde yaşamanın yollarını bulmalıyız” felsefisini uygulayabilmek. Sözlerimi Mevlâna Celalettin Rumi’nin bir dörtlüğü ile bitiriyorum:

Beri gel, daha beri, daha beri.

           Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?

       Bu hır-gür, bu savaş nereye dek?

    Sen bensin işte, ben senim işte.

          Ne diye bu direnme böyle, ne diye?

                        Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?

             Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek.

          Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye

>> Önceki Bölüm

Yayın Tarihi:27.Mart.2008

 

© Astroset 2004-2010