Makale

WWW.ASTROSET.COM

İÇSEL GÜCÜN GEZEGENSEL HARİTASI

  Astrolojinin dilini anlamaya yönelik her girişim, yıldız haritasının yanıt veremeyeceği soruları araştırmakla başlamalıdır. Yıldız haritası oldukça karmaşıktır, yalnızca doğum tarihine değil, aynı zamanda doğum saatine, yılına ve yerine de bağlı olan Astrolojik bir haritadır. Bu nedenle, öncelikle bilimsel çalışmayla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan günlük gazete ve dergilerdeki yıldız fallarından kaynaklanan her türlü ön yargıyı bir tarafa bırakmamız gerekiyor.
  Doğum haritası, önceden belirlenmiş bir yol izleyerek bireyin kaderinde olanları ortaya çıkarmaz. Daha çok, bireyin kişiliğinin olası gelişiminin temel hatlarını simgeler. İnsanını kendi yaşamını eylemleriyle, gereksinimleri, korkuları ve becerileri doğrultusunda biçimlendirebileceğini ve bu ihtiyacın, korkunun ve becerilerin bireyin yaradılışından kaynaklandığını vurgular. Bu anlamda kişilik kaderin ta kendisidir ve insanlar olarak, şuursuzca yaptığımız hareketlerin farkında olmadığımız için kendi benliğimizden habersizsek, o zaman kendi seçtiğimiz yolda körü körüne ilerlemekten dolayı yıldızları suçlamaya hakkımız yoktur. Bizi Astrolojiyi bilisel bir çalışma olarak algılamaya götüren en önemli hususta budur. Sığ bir anlayışla, yapmaya mahkum olduğumuz şeyler diye tanımlanan kader ve canımızın istediğini yapabilmek diye düşünülen hür irade yeterince ayrıntılı incelenmediğinde, görünüşte birbirinin zıttı olan bu iki kavramın aslında tek ve birbirinin aynısı olduğuna işaret eden o ince çizgiye ulaşmak mümkün değildir.
  Gerek fiziksel ve gerekse psişik anlamda bir bütün olarak yaşamın temelinde, varoluşun belkemiğini oluşturan arşetiplerin yattığını biliyoruz. Astrolojinin insan davranışıyla bağlantısının olup olmadığını kanıtlayabilecek bir temel olup olmadığını bilmiyor olmamıza karşın, biyolojik saatler ve güneş lekelerinin devirselliği konusunda yaptığımız araştırmalardan kısa bir zaman sonra bazı sonuçlar elde edileceğini ümit edebiliriz.
  Michel Gauquelin’in yaptığı araştırma, bu tür bağlantıların gerçekten var olduğunu ancak bu gerçekliğin kanıtını insanoğlunun bir türlü yakalayamadığını göstermiştir. Astrolojiye ilişkin, örneğin gezegenlerden açığa çıkan ve güneşin enerji yaydığı alanı etkileyen gücün varolma olasılığı gibi fiziksel olgular, arşetipik tayfın yalnızca bir ucudur. Diğeri ise, sembolik uçtur ve gökyüzünün zaman içinde belli bir noktadaki konumu, o anın niteliklerini yansıtmanın yanında ister bir insan, kent, fikir veya şirket, isterse evlilik olsun, o an oluşan her şeyin taşıdığı özellikleri de yansıtır. Biri diğerini oluşum nedeni değildir; ikisi de eş zamanlı olarak meydana gelirler ve birbirlerinin aynası gibidirler.
  Bu eş zamanlı olma özelliğini nedenini düşündüğümüzde, bir yanda Jung’un kolektif şuur dışının arşetipleri kavramıyla, diğer yanda da ezoterik öğretiyle karşılaşıyoruz. Bu iki görüş açısı da kuantum fiziği ve biyolojinin son 25 yılda doğruladığı aynı gerçeği gözler önüne seriyor. Hayat gerçekten de tek bir yapıdan oluşuyor ve bu yapının çeşitli parçaları, biçim olarak birbirinden farklı ve bağımsız gibi görünse de aynı bütüne aittir ve diğer parçalarla da bağlantılıdır.

  Paraselsus 16.YY da Astroloji ile ilgili olarak şunları söylüyordu;” Oluşuma katkıda bulunmuş bir güç varsa bu gücü göklerde de bulabilirim. Satürn, yalnızca gökyüzünde değil aynı zamanda toprağın ve okyanusun derinliklerinde de varlığını gösterir. Venüs, bahçemizde yetişen artemizya çiçeğinin ta kendisi değilmidir? Ya demir Mars’ın ta kendisi değilmidir? Burada Marsın ve demirin, artemizya ve Venüs ün aynı özden geldiklerini söylemeye çalışıyorum. İnsan vücudu da gökyüzündeki yıldızları oluşturan gücün meydana getirdiği bir yapı değilmidir? Demirin ne olduğunu bilen Marsı da biliyor demektir. Marsı iyi bilen de demirin niteliklerini kavramış demektir.”
  Güneş sistemi yalnızca güneşi ve gezegenleri yerçekimi sayesinde birbirine bağlayan ve hepsinin boşlukta yörüngeleri boyunca döndüğü bir oluşum değildir. Aynı zamanda içinde barındırdığı her türden en ufak yaşam biçimine de yansıyan canlı bir enerji kaynağının simgesi olarak düşünülmelidir.

  Doğum tarihine dayalı yıldız haritasını iyi anlayabilmek için psişe hakkında ne bildiğimizi gözden geçirmemiz gerekir; çünkü doğum tarihinden yararlanılarak çıkarılan bir çizelge, sembolik açıdan, bireyi meydana getiren çeşitli enerji yapıları yada psişik parçaların bir modeli gibidir. Şuur alanının merkezinde yer alan egonun, aydınlatılmayı bekleyen gerek kişisel gerekse kolektif şuur dışı boyutlara aydınlanma getirmeye çalışan bir düzenleme merkezi olduğunu biliyoruz; aynı zamanda egonun Jung’un Benlik adını verdiği ve ezoterik öğretinin ruh varlığı olarak tanımladığı o gizemli merkezin bir yansıması olduğunu da kavrayabiliyoruz.
  Birey geliştikçe, aslında kendisinin bir parçası olan, ancak nedendir bilinmez, bireyin kendi değerleri yada ailenin ve toplumun değer yargıları ile çelişen bazı niteliklerin farkına vararak, bunların hayatı içinde ortaya çıkmasını engelleyebilir. Son olarak şunu da biliyoruz ki, bir insanın doyum sağlamak ve dünyaya gelişinin en temel amacı olan anlamlı bir yaşam sürmek gibi kendi doğasında var olan boyutları şuur dışı alanın ebedi karanlığına mahkum etmektense aydınlığa kavuşturması oldukça önemlidir. Çocukluk döneminden itibaren görebildiğimiz gibi, kişilik hiçbir zaman tam olarak ifade edilemez; yalnızca bir bölümünü keşfedebilmek mümkündür ve pek çok insan için bu alan aslında doğuştan kazanılan bir hak olan alandan çok daha dardır. Bu gibi durumlarda, bireyin içsel gücünü tam olarak kullanamadığını veya hiçbir zaman kendisine karşı dürüst olmadığını söyleyebiliriz.
  Doğum haritası, birey tam anlamıyla açık ve şuurlu durumdaysa, kişiliğinde var olan potansiyel gücü yaratan tohum veya o gücün kopyası olarak tanımlanabilir. Aslında doğum haritası yönümüzü bulmaya yaratan bir pusula gibidir, çünkü doğum haritasını incelemekteki amaç gezegenlerin olumsuz etkilerinden kurtulmaktan çok kişinin, haritanın simgelediği nitelik ve o itici güçleri hayata geçirebileceği bir ortam yaratmaktır. Ancak o zaman birey, yaşamında düşlediği gelişmeye yönelik özgün plana doğru biçimde yakınlaşmış olur.

  Doğum tarihine dayalı yıldız haritasına getirdiğimiz bu tanımlama oldukça karmaşık veya iddialı görünebilir ama unutmamak gerekir ki, Astroloji günlük gazetelerin ve dergilerin malzemesi haline gelmeden önce kutsal bir sanat olarak algılanıyordu. Bu sanat yoluyla öğrenciler, geçmişteki diğer hiçbir sistemin sağlayamadığı bir şeyi başarıyor, yani yaşamın temelindeki enerjinin işleyişini sezgileriyle  kavrıyorlardı. Büyük küçükte yansır ve Astrolojiden dünyasal sorunlara ışık tutmada yararlanılabileceği gerçeği, kesinlikle Astrolojinin derin ruhsal değerini inkar etmek demek değildir. Bizim tek söylemeye çalıştığımız yaşantımızın en ufak ayrıntılarında bile kendi özümüzü yansıttığımızdır.
  Bu açıdan bakıldığında, yıldız haritasını anlamanın bireyin yaşam çizgisini kavramada bize yeni bir boyut kazandırdığı açıkça görülecektir. Aynı şekilde, iki farklı bireyin yıldız haritaları arasında yapılacak bir karşılaştırma bu iki yaşantının karşılıklı işleyişi hakkında önemli bilgiler elde etmemizi sağlayacaktır. Kişiler arası ilişkileri keşfetme ve değerlendirme amacıyla yapılan karşılaştırmada haritaların birbirleriyle karşılaştırılmasından doğmuştur.

  Astronomi açısından bakıldığında, yıldız haritası en titiz gök bilimcinin bile aksini iddia edemeyeceği kadar kesin hesaplanmış ve göklerin, kişinin doğduğu an ve yerdeki konumunu gösteren basit bir haritadır. On iki burcu temsil eden işaretlerin oluşturduğu daire bütünlüğün sembolüdür ve bu bütünlük de yaşamdaki her türlü olasılığın bir göstergesi gibidir. Bu anlamda, burçlar bir yumurta, kuyruğunu yiyen bir yılan veya eşit kollu bir terazi gibi bütünlüğü çağrıştıran herhangi bir evrensel sembole benzer. Bu bir çeşit mandala olarak tanımlanabilir ve Jung’unda açıkça ortaya koyduğu gibi, mandalalar yaşamın ve insan ruhunun oluşturduğu gizli bütünün sembolik bir ifadesidir. Her ikisi de aynı zamanda ruh varlığının sembolik halidir.

  Burçlar kuşağının yada zodyağın temelinde Güneş, Ay ve bilinen sekiz gezegen yatmaktadır. Bu gezegenler kişinin doğum anında burçlar kuşağının etrafında konumlandıklarından, doğum haritasının iç yapısını oluştururlar. Böylece, dairenin dışında yer alan bütünlük ve içinde, bireyin iç yapısını oluşturan parçaların birbirine bağlanmasıyla sembolik bir tablo elde ederiz. Her harita aynı parçalardan oluşur;12 burç işareti, 8 gezegen, Güneş ve Ay. Ancak her harita yine de birbirinden farklıdır çünkü yaşamın her hangi bir anında gerek gezegensel yapı gerekse gezegenler ve dünyanın kendi düzlemi arasındaki ilişki açısından bu öğelerin dizilişi birbirinden farklıdır.

  Diğer bir deyişle, insanlar aynı hammaddeden, aynı dürtü, gereksinim ve imkanlardan oluşmuşlardır; ancak bu güçler, yapıya özgün bir kimlik kazandıracak biçimde her bireye farklı şekilde uyarlanmıştır. Herkesin aynı içsel güce sahip olduğu gerçeği, psikolojik danışmanlık yada terapi süreçleri sırasında sürekli yüz yüze gelinen bir olgudur. Ancak bu temel gücü özgün bir yapıya dönüştüren ve bireysel yaşamın ta kendisi olan yaratıcı bir bireysellik vardır. Bu yaratıcı yapının böylesine bir ustalığı gösteremeyecek olan bir egodan kaynaklandığını düşünmek yanlış olur. Yaratıcı yapı, ruh varlığın ta kendisinden doğar ve ruh varlığı da doğum haritasına bakılarak anlaşılamaz. O, burçlar kuşağının tümüdür.
  Harita, bireyin yaşamın her hangi bir döneminde kendi ruhsal çabasıyla daha ileri bir şuur düzeyine ulaşma ve dolayısıyla başından beri kendisine ait olan içsel güçleri hayata geçirme isteğini de yansıtamaz. Bu isteğin temelinde yatan, bireyin hür iradesinin en derin anlamından başka bir şey değildir.

LIZ GREENE   Ruh ve Madde Dergisi Mart 2001

 

© Astroset 2004-2010