Makale

WWW.ASTROSET.COM

ÖĞRENME DÖNGÜSÜ

Dr. Thomas Ritter
Çeviren: Okay AÇIL

  Zen kitaplarımızın birinde, bir Japon atasözü der ki; "Başlangıçta dağ dağdır." " Sonra, dağ dağ değildir." "En sonunda yine; dağ dağdır."

  Bu çok ilginçtir, çünkü bu, bir sanatı üç farklı safhaya ayrılmış bir döngü olarak çalışma yolunu tanımlamaktadır. Çırak her şeyi ilk bakışta gördüğü haliyle kabul eder, her şey ona çok basit ve olduğu gibi görünür.
  Örneğin; at üzerinde hiç oturmamış biri ata binmenin dünyadaki en kolay şey olduğunu düşünür. Çırak, öğrenmek istediği disiplin üzerine dersler almaya başladığında, iyi bir performansın güzel ve pürüzsüz yüzünün altında saklı olan güçlüğü ve karmaşıklığı görür. Bu aşamada çoğu kez her şey karmaşık gelmeye başlar, hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve öğrenci, aslında hiçbir şey bilmediğinin ve hiçbir şey anlamadığının farkına vararak şaşkına döner.
  Bu, kişinin kendisiyle ve konu olan meseleyle mücadele ettiği, bocaladığı bir evredir. Sonunda, öğrenci ilkeleri ve
Sanatın Doğasını anlamaya başlar.

  Başlangıçta, bu anlayış tamamen zihinsel bir doğaya sahiptir ve öğrenci henüz teoride bildiklerini pratikte uygulayamamaktadır. Giderek, soyut teorik bilgi kullanılabilir bilgi ve beceriye dönüşür. Zihin ve beden arasında bağlantı kurulmuştur. Teorik bilgi yeni bir anlam kazanır. Muhtemelen hepimizin öğretmenimiz bize bir şey söylediğinde “elbette, anladım” diye düşündüğümüz deneyimlerimiz olmuştur. Üç yıl sonra, ata binerken bir anda kafamıza dank eder: “ Öğretmen bunu anlatmak istemişti. Şimdi anlıyorum.” Öğrenci soyut, teorik bilgi ve kullanılabilir sezgi ve beceri arasında daha fazla bağlantı kurduğunda her şey daha basit ve net hale gelecektir. Prensipler ve kurallar bir daha yeni bir anlam kazanır. Öğrendiğimiz disiplin daha az karmaşık ve anlaşılması daha kolay gibi görünür. Her şey gerçekten göründüğü gibidir yeniden. 

  Aynı fenomen P:T.Sudo’nun kitabı “Zen guitar” da da işlenmektedir. Sudo, dövüş sanatlarında başarı seviyesini gösteren farklı renkteki kuşaklar kavramından bahsetmektedir. Başlangıç seviyesindeki, beyaz kuşak takar. Zaman içerisinde, yapılan çalışmalarla kuşak yavaş yavaş lekelenir ve en sonunda siyah hale gelir. Eğer öğrenci çalışma yapmaya ve aynı kemeri takmaya devam ederse, kemer yavaş yavaş yıpranır ve en sonunda yeniden beyaz hale gelir. Bu örnek, başlangıç aşamasından çeşitli seviyeleri geçerek çıraklıktan ustalığa giden aynı döngüyü tanımlamaktadır.

  Bu kavramın ilginç yanı, ustadan çırak gibi bahsedilmesidir. Batı uygarlıklarında, bizler ilerlemeyi doğrusal bir gelişme olarak görme eğilimdeyiz, böylece başlangıç aşamasındaki kişi ile ustayı yelpazenin zıt uçlarında yerleştirebiliyoruz. Oysa Zen öğretisinde, bunlar yanyanadır. Ustanın çırak ile belli başlı bazı nitelikleri paylaştığı kabul edilmektedir. Bunlardan biri açık fikirlilik, yeni şeyleri merak etme ve öğrenme kapasitesidir.  İşte Suzuki’nin kitap başlığı olan “Zen mind, beginner’s mind”, yani “ Zen zihni, acemi zihni” de bunu ifade etmektedir. Öğrenci, yaşamı boyunca sanatına bir çırağın açık fikirliliği ile yaklaşmalıdır, hatta çoktan bir usta olmuşsa bile.

  Suzuki bunu kitabının önsözünde şöyle açıklar:

  "Zen öğrencileri için en önemli şey düalist (ikici) olmamaktır. Bizim “gerçek zihnimiz” kendinde her şeyi içermektedir. Her zaman zengindir ve kendi kendine yeterlidir. Kendi kendine yeterli olan zihin halinizi kaybetmemelisiniz.  Bu kapalı bir zihin değil, boş ve hazır bir zihin anlamına gelmektedir. Zihniniz boş ise, daima her şeye hazırdır, her şeye açıktır. Aceminin zihninde birçok olasılık vardır; ustanın zihninde ise sadece birkaç olasılık…
  Aceminin zihninde
“ben oldum” düşüncesi yoktur. Tüm ben merkezli düşünceler uçsuz bucaksız zihnimizi sınırlar. Başarı düşüncemiz olmadığında, kendimizi düşünmediğimizde, gerçek acemileriz demektir ve işte o zaman gerçekten bir şeyler öğrenebiliriz. Aceminin zihni, merhametin zihnidir. Zihnimiz merhametli olduğunda, sınırsızdır."

  Okulumuzun kurucusu *Dogen-zenji, (*Japon Zen Budist öğretmeni; Kyoto’da doğmuştur ve Japonya ’daki Sōtō Zen Okulunun kurucusudur. Ç.N.) her zaman sınırsız gerçek zihnimizi ortaya çıkarmanın ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bunu yaptığımızda kendimize karşı her zaman dürüst olur, tüm varlıklarla sempati hali içinde gerçek birer uygulamacı olabiliriz.   

 “Öyleyse en zor olan, “acemi zihin halinizi” korumaktır. Çok derinlemesine bir Zen anlayışına sahip olmaya gerek yoktur. Çok fazla Zen yazını okusanız bile, her cümleyi taze bir zihinle okumanız şarttır. ‘Zen ne demek biliyorum’, ya da ‘ben aydınlandım’ dememelisiniz. ‘Her zaman acemi ol’, bu aynı zamanda sanatın da gerçek sırrıdır. Bu noktada çok çok dikkatli olun. Eğer *zazen (*Zen Budizminde bağdaş kurarak yapılan meditasyonun Japonca adlandırması, Ç.N.) uygulamaya başlarsanız, acemi zihin halinin değerini anlayacaksınız. Bu Zen uygulamasının sırrıdır.”     

  Gerçek usta, yüz ifadesine alçak gönüllülük olarak yansıyan bir acemi zihnine sahiptir. Kendini bir usta olarak düşünen ve tanımlayan kişi ise, kesinlikle öyle değildir, çünkü egosu şişirilmiş ve acemi zihnini kaybetmiştir. Zihni ben merkezli düşünceler ve isteklerle dolmuştur ve bunlar yapabileceklerini sınırlamaktadır. Usta olan kişi egosundan vazgeçmiştir, çünkü egosunun onun üzerinde hiçbir etkisi kalmamıştır. Usta ayrıca öğrenilmesi gerekenlerin uçsuz bucaksız olduğu gerçeğini kavramıştır. Egon von Neindorf, bir dersinde bize “Ne kadar çok öğrenirseniz o kadar alçakgönüllü olursunuz, tıpkı bir kilise faresi gibi” dediğinde bunu ima etmişti.           

  Acemi zihni kavramı, bizi son birkaç paragrafta kısaca anlatılan bir başka konuya götürmektedir; ego kavramına. Kendi değerini performansıyla ölçen biri (ki muhtemelen hepimiz bir derecede aynı şeyi yapmaktayız), başarı ve başarısızlığa çok fazla önem yüklemektedir. Bundaki tehlike şudur ki, başarısızlıklara çok fazla takılıp kalırız çünkü onlar kendimizi önemsiz hissettirirler. Utanırız ve bu durumu düzeltmek için kendimizi zorlarız. Ancak ne kadar çok zorlarsak, sonuç o kadar olumsuz olacaktır. Aynı şey başarı için de geçerlidir. Ne kadar iyi olursak, ne kadar çok övgü alırsak, kendi yeteneğimizi o kadar gözümüzde büyütme eğiliminde oluruz. Egomuz şişer ve bu da yine kendimizi zorlamamıza neden olur. Çünkü artık kendimizi ispatlamak zorunda hissederiz. Ne kadar iyi olduğumuzu başkalarına ve kendimize ispatlamak için ne kadar çok çabalarsak, kendimizi kötüye kullanma ve sanatımıza ihanet etme olasılığımız o kadar yükselir. Ayrıca, böylelikle kendimizi başarısızlığa hazırlamış oluruz.       

  Egomuzdan vazgeçtiğimizde ise; başarı ve başarısızlık bir bütün, daha büyük bir düzen içerisinde sınırlı bir öneme sahip, yaşamın tamamlayıcı unsurları haline gelirler. Eninde sonunda ikisi de geçer, giderler. Sanat hakkında, sanatın ardındaki felsefe hakkında ve kendimiz hakkında çeşitli düzeylerde öğrenme fırsatları sunarlar. Sonunda, ne başarı ne de başarısızlık önemli olmaktan çıkar. Önemli olan bizim, iyi niyetle, dürüstçe ve uygulama yapmak için uygulama yapmamızdır. Bu tüm zorlamaları kaldırır ve bize büyük bir zihinsel rahatlık sağlar.

Yayın Tarihi: 13.Kasım.2007

 

© Astroset 2004-2010