Ezoterizm ve Gizemcilik

WWW.ASTROSET.COM

SİRİUS GİZEMİ

  Bu kitap, Yeryüzü, Sirius yıldızı bölgesinden gelen zeki varlıklarca geçmişte ziyaret edildi mi, sorusunu sormaktadır. Tüm gizemleri bir yana bırakıp temel meseleme geri döndüm. Dogonlar adı verilen bu yerli kabile, bu akıl almaz şeyleri nasıl öğrenmişlerdi. Sirius A ve Sirius B hakkındaki modern bilimle paralellik arz eden bilgilerinin asıl kaynağı neydi?
  Bu ilginç malzemelerin kamuoyuna sunulması önem taşıyor. Artık öğrenim az sayıda insanın egemenliğinden kurtulup, önce matbaanın, şimdi de Internet dahil olmak üzere günümüz kitle iletişim araçlarındaki kullanım yaygınlığı patlaması sayesinde, herkese açık bir şey olduğuna göre, artık fikrin bazı onaylama mercilerinden geçirilmeksizin, kabul gören fikirlere uysun ya da uymasın, dünyanın her yerindeki zihinlere ulaşması mümkün.

  Durumun her zaman böyle olmadığını sürekli hatırlamak güç olabiliyor. Eskiden rahiplerin yönettiği gizli tradisyonlar vardı; bilgi, sözlü olarak aktarılır; zincir kopmasın, sansürlenmesin ve mesaj kaybolmasın diye büyük özen gösterilirdi.
  Modern çağda, gizli tradisyonlar ilk kez olarak açıklama süreci sırasında ortadan kalkma tehlikesi olmaksızın açıklanabiliyor. Dogonlar da bunun farkına sezgi ya da yüksek rahipler arasında yapılan görüşmeler sonucu varmış ve en önemli sırlarını ilk kez halkla paylaşma yoluna gitmiş olabilirler mi?
  Fransız antropologlara güveneceklerini biliyorlardı ve 1956’da Marcel Griaule öldüğünde, 250 bin kadar kabile üyesi yüksek rahiplere denk gördükleri bu kişinin Mali’deki cenaze törenine katıldı. Bu saygı, ancak Dogon’ların gerçekten güvendikleri müstesna bir kişi için yapılabilirdi. Dogon geleneklerini aktardığı için biz de kendisine müteşekkiriz. Artık bunları Eski Mısır’la ilintilendirebiliyorum ve uzak geçmişte, birkaç ışık yılı uzaktan gelen gelişmiş bir zeki varlık ırkının gezegen sistemimizle temas kurdukları konusunu açığa çıkardıkları fikrindeyim. Sirius gizemiyle ilgili başkaca bir açıklama varsa, eminim çok daha ilginç olacaktır. Önemsiz olamaz.

  Galaksimizde ve bütün evrende başkaca uygarlıkların var olması bizi şaşırtmamalı. Gelecek yıllarda Sirius Gizemi çok daha farklı bir açıklamaya kavuşsa bile, evrende hiç de yalnız olmadığımızı, Sirius gizeminin bize bu konuyu deşme imkanı verdiğini ve tembel zihinlerimize, dünya dışı uygarlıkların gerçekten var olabileceği sorusunu soktuğunu unutmamalıyız.
  Şu an, astronomlarımızın uzaya çıkışlarını arada bir sudan dışarı çıkmaya benzetirsek, hepimiz akvaryumdaki balıklar gibiyiz. Halk, daha doğru dürüst başlamadan uzayın keşif hikayelerinden sıkıldı. Uzay programlarının sıkıcı ve heyecandan yoksun olduğunu düşünen milletvekillerinin, bütçelere onay vermeleri için motive edilmeleri giderek zorlaştı.
  Dünya’nın uzaydan çekilmiş fotoğraflar tüm güzelliği ile ruhumuzun derinliklerine kaydolmaya başladı. İnsanlık, bu oyunda aynı takımdan olduğumuzu anlama savaşı veriyor. Hepimiz boşluğa  benzeyen bir şey içinde duran bir küre üzerinde yaşıyoruz. Atomlar da büyük ölçüde boşluktan ibarettir. Bildiğimiz yegane zeki varlık kendimiziz. Sonuçta, bu gerilimin getirdiği tüm düşmanlık hisleri bir yana, birbirimizle baş başayız. Şimdi Mars’a yapılan keşif gezileri bizleri kendimize gelmeye ve uzay hakkında duyduğumuz huşu ve merakı yeniden canlandırmaya çağırıyor, hem de hemen. En azından uzaktan kumanda ile bile olsa bir başka gezegeni keşfediyoruz, artık gelecek başladı diyebiliriz.

  Aynı zamanda bunları fark etmeye başladıkça, kaçınılmaz olarak, idrak ettiklerimizin sonuçları da ortaya çıkıyor. Biz bu gezegende birbirimizi yemekle meşgulken, başka gezegenlerde de yaşayan ya da bizim gibi birbirinin kanını içen zeki varlıklar olduğu ve onların belki de kabuklarını kırıp başka gezegenlerle temasa geçtikleri fikri,artık ya çok zeki ya da çok deli olanlara özgü istisnai bir düşünce olmaktan çıkıyor. Ve eğer, tüm bunlar bütün evrende olup duruyorsa, uzaklardaki benzerlerimizle karşılaşmamıza da ramak kalmış demektir; gezegenler, güneşler ve zihinlerle kaynayan dev boşluktaki bir başka yıldızın yamacında yaşayan yaratıklarla.

  Barışa ve insan tabiatında neyin yanlış olduğu araştırmalarının milyonlarca dolar harcayan organizasyonların, her şeylerini uzay programlarına sarf etmelerinin çok daha iyi olacağını yıllardır düşünüyorum. Barış konferansları  yerine, yeni teleskoplar yapabiliriz. “İnsan ters tabiatlı mıdır?” sorusunun cevabını boşluktaki modellere göre aramaktansa, kendimizi başka zeki varlıklarla karşılaştırıp değerlendirme çok daha sağlam olurdu. Şimdilik gölge boksuyla, hayalet avcılığıyla oyalanıyoruz… Cevaplar, orada bir yerlerde, başka yıldızlar ve başka varlık ırklarında yatıyor. Kendimize bakarak sadece daha nörotik oluyoruz, narsizmimiz artıyor. Dışarı bakmalıyız. Şüphesiz aynı zamanda da geçmişimize bakmalıyız. Nereden geldiğimizi bilmeden ilerlemek pek anlamlı değil. Kendi kaynağımız hakkında gizemlerle karşılaşmak da mümkündür.

  Örneğin, benim kendi halinde bir Afrika kabilesinden yola çıkan araştırmaların bir sonucu da, bildiğimiz uygarlık biçiminin bir başka yıldızdan ithal edilmiş olması ihtimalidir. Bağıntılı Mısır ve Sümer uygarlıkları Akdeniz’de yoktan var olmuş gibidir. Bu, daha önce insan yoktu anlamına gelmiyor. Elbette vardı, ama uygarlık yoktu. İnsan ve uygarlık son derece farklı şeyler. Profesör W.B,Emery, Antik Mısır adlı kitabında şöyle diyor: “Milattan yaklaşık 3400 yıl önce Mısır’da büyük bir değişim yaşandı ve ülke karmaşık kabile karakteri taşıyan gelişmiş neolitik bir bir kültürden; biri delta bölgesini, diğeri de Nil vadisini kaplamak üzere, iyi organize olmuş monarşiye atladı. Aynı anda yazı sanatı, anıtsal mimari ve son derece gelişmiş zanaat dalları doğdu,bunlar çok iyi örgütlenmiş, hatta şatafatlı bir uygarlığın belirtileridir. Tüm bunlar nispeten çok kısa bir sürede gerçekleşti. Yazı ve mimaride bu çeşit gelişmeler için arka zemin ya yoktur ya da çok azdır.”

   Mısır’a, kültürlerini beraberlerinde getiren gelişmiş bir istilası olmuş mudur, bilmiyoruz. Ancak tarihin bu döneminde kesin olarak hiçbir şey söyleyemeyecek ölçüde çok bilinmezlikle karşılaşıyoruz. Tek bildiğimiz, ilkel insanların kendilerini, neredeyse birdenbire, başarılı ve zengin bir uygarlık içinde buluverdikleri. Sirius meselesi ile ilgili kanıtlar, diğer yazarların ele aldıkları yada ele alınmayı bekleyen diğer kanıtlarla birleştirilirse, şu anki uygarlığımızın, gelişmiş dünya dışı varlıkların ziyaretine çok şey borçlu olduğu fikri, ciddi bir ihtimale dönüşebilir. Uçan daireler ya da uzay giysili tanrılar tasarlamak gerekmez. Bence bu konu bugüne kadar yeterince yetkin biçimde ele alınmadı. Ama ziyaretçilerin nasıl geldikleri konusuna girmektense, en azından gezegenimizde bulunmuş olabileceklerini işaret eden kanıtlara yönelelim.

 “Gizemin Ötesi” adlı kısımda, Sirius’tan gelen dünya dışı gezginler hakkında bazı ayrıntı ve ipuçları veriliyor. Ben bu gezginleri, su bulunan yerlerde yaşayabilen, yüzer-gezer varlıklar olarak düşündüm. Ancak tüm bunlar, tehlikeli olan spekülatif alanlara giriyor. Sağlam gerçeklere yaslanmak hem politikam hem de tabiatım oldu. Gerçekten sağlamlığı konusunda ileride de fikir edineceğiz. Şu anda masal gibi gelebilir. Hakikaten de gerçek, çoğu kez kurgudan daha çarpıcıdır.
  Elinizdeki kitap bir soru yöneltiyor. Bir cevap sunmuyor, fakat öneriyor. En iyi sorular, uzun süre cevapsız kalan ve bizleri düşünce ve deney alanlarına götürenlerdir. Sirius Gizeminin bizi nerelere götüreceğini kim bilebilir? Ama gelin bir süre bu yolu izleyelim. En azından bir macera olacaktır.. (S: 71-75)

Sirius Gizemi-Robert Temple-Ruh ve Madde Yayınları

 

© Astroset 2004-2010