Günün Penceresi

WWW.ASTROSET.COM

 

İKİ DÜNYA ARASINDA......

 Hani eskiden kayık salıncaklar vardı çocukluğumuzda..

  Var mıdır 70 li yıllarda çocuk olup da çılgınca kahkalar atıp düşlere kürek çekmeyeniniz sallanırken... Hızlandıkça dışardan gelen sesler daha bir uzaklaşır sanki kulaklarınızdan... Bulutları yakalarsınız, güneşe dokunursunuz, kuşlarla yarışırsınız... Bazen de binersiniz bir gökkuşağının sırtına kayıverisiniz aşağılara doğru...
  Artık herşeyin sanal, herşeyin durağan olduğu fizikte hareket kabiliyetimizi elimizden alan teknoloji sanki çiviledi bizi yerimize... Sanki düşlerimize bile başkaları karar veriyor ve biz de buna izin veriyoruz... Bir tembelliktir çöktü üzerimize, ölü toprağı serildi sanki kayboldu heyecanlarımız altında...
Hareket ettiğimizde ise hep başkalarının yapamadıklarını görür olduk... Hatta o kadar ileri gitti ki paranoyamız; bize pozitif yaklaşana daha bir şüpheyle yaklaşır olduk, bizden ne beklentisi, ne çıkar düşüncesi var diye... Çağın gereği bu dedik herkese güvenmemek gerek dedik, aman çok dikkatli olmak gerek dedik, sakladık kendimizi nicklere, sahte isimlere... Hiç ortada olmamayı da yediremedik kendimize, gizlendik, gözetledik ve yorumladık kendimizce... Çok korktuk nedense?
  İlişkileri irdeledik özgürlükleri gözetmeksizin... Yakıştırmalar yaptık sormadan, soruşturmadan... Yanlış anlaşılma korkusuyla ifade edemez olduk gerçek benliğimizi, korkusuzca ifade edene de kulp takar olduk... Öyle ya bu zamanda bu kadar serbest ve pervasız olmak... Mazallah neler yakıştırılmaz insana...
Salıncağımın yeryüzüne yakın ucundayım, görünenler bunlar... Olduğu gibi kabul etmeli elbette, değiştirmek kimin haddine... Hani iki dünya dedim ya başlıkta, işte burası alt dünya...

Haydi salıncağım şimdi uçur beni yukarılara yükselt bulutlardaki iç dünyama..

  Nasılda karıncalar gibi ayrıntılarla takılıp uğraşıyoruz aşağıda... Sanki robotlar gibiyiz, koşuyoruz sürüler halinde... Belli oluyor salıncağı unutmayanlar beyaz noktacıklar halinde... Nasılda parlıyorlar o simsiyah sürünün içinde.. Oysa ki herkesin bir salıncağı var, var da o eskidenmiş şimdi binilirse o salıncağa herkes ne der sonra... Kimse kimseden daha fazla donanımlı değil aslında... Sadece iç dünya ile bağlantısını koparmış olanlar var, kent kuytularında gizlenen... İç dünyalarını ortaya döktüklerini sanarak kendi kendine açtıkları yaralarının cerahatlarini kusuyorlar bencilce... Çünkü kendilerini sevmiyorlar, çünkü kendilerini hep altedilmiş ve yenik görüyorlar...
  Sihirli bir flüt çalmaya başlıyorum... Namelerin içinde ışıltılarla... Dökülüyor yıldızlar taç oluyor başlara... Farkedene ne mutlu diyorum... Yükseliyor daha bir sürü salıncak bu büyülü müzikle... Bir bakıyorum ki yanımda nice salıncaklar, göz alabildiğince... Kuruluyor evrensel orkestra...
  Orada ne kadın var, ne erkek, ne çocuk, ne yaşlı... Orada sadece çeşitli enstrümanların katıldığı tek bir orkestra var ve çalınan hep aynı nota... Şarkımız tek, aşkımız tek, hizmetimiz tek...

Ama alt dünyayı değiştirmek mi kimin haddine...

Hepimiz inmek zorundayız salıncağın öbür ucundaki dünyaya, uğraşmalıyız yaralarımızla, çöplerimizle... Fakat sakınarak yanımızdakini kirletmekten, bulaşıcı olmaktan....
En önemlisi salıncaktan inmeden, yalpalamadan, yalpalatmaya çalışmadan hiç kimseyi, zamanı geldiğinde almak Evrensel Orkestra'daki yerimizi...
Ve bakış açımız önemli... Neden mi ?
İşte bir soru, cevabı içinde gizli....
Hangi dünya gerçek ?
Çocuk saflığında, gençlik heyecanında, orta yaş olgunluğunda ve yaşlılık bilgeliğinde olan iç dünyamız mı?
Yoksa maskeler takıp rol yaptığımız hatta bazen korkakça pusuya yatıp sadece can yakmak için ortaya çıktığımız dış dünyamız mı?
Ben doğru cevabı bulmak için salıncağımla yukarı çıkıyorum...

Gelen var mı ?...

Yayın tarihi: 15.Kasım.2007

 

© Astroset 2004-2010