Günün Penceresi

Gerçek Benlik

David Spangler
Çeviren: Işık UÇKUN
Yayın Tarihi: 04.Ağustos.2008

WWW.ASTROSET.COM

  Henüz altı yaşımdayken babamın işi için Fas'a gitmiş ve altı sene orada yaşamıştık. O ülkede şimdi de aklıma gelen pek çok deneyim yaşamıştım ama özellikle unutamadığım bir tanesi babamın yerel bir pazarda oturup pazarlık edişidir. Akıcı Arapçası ve pazarlık etmeyi sevmesi ona baştan avantaj sağlıyordu çünkü çoğu Amerikalının satıcının ilk söylediği ücret her ne ise onu hemen ödemeye hazır oluşundan ve pazarlık etmekle vakit geçirmeye olan isteksizliklerinden dolayı genelde saf oldukları düşünülür, hatta aptal yerine konulurlar.
  Bizim için ticaret, malları alıp satma işi ekonomik bir eylem olurken, Fas'lı içinse sosyal bir eylemdi. Pazarlık etmekte de amaç aslında iyi malı ucuza almak değil, bir ilişki kurma ve başka bir insanı tanıma çabasıydı. Bu kıvrak zeka gerektiren bir oyundu ama doğru oynandığında her iki taraf da kazanır, paranın ve mal alışverişinin de ötesinde zenginleşirdi.

  Babam bu pazarlık oyunu için çarşıya gittiğinde ben genellikle onunla gitmezdim, çünkü küçücük bir alışveriş bile bir saati ya da daha fazlasını bulur, naneli çaylar gelir ve babam satıcıyla kilim, tepsi, çay seti veya babamın o anki fantezilerine her ne yakalandıysa onu almanın çok dışında pek çok şey hakkında sohbet ederdi. Sohbet Arapça yapıldığından ve ben de bu dili bilmediğimden bitmesi için sabırsızlanırdım. Ama bazen, eğer babamın tanıdığı biriyse satıcı beni alır, ikramlarda bulunur ve büyükler işine devam ederken bana da bakacak ilgimi çekecek bir şeyler bulurdu.

  Geçen gün birinin kendi “Gerçek Benliğinden” bahsettiğini duyduğumda bunu hatırladım. Gerçek Benlik derken kastedilen, (o her nasıl bir şey ise) o kişinin ruhsal yanıydı ve ima ettiğine göre kişiliği de sahte benliğiydi. Bunun şaşırtıcı bir biçimde zihnime aniden getirdiği şey ise şu oldu; pazarlıkta hiçbir şeyin gerçek fiyatı olmadığıydı. Fiyat, o anki ilişkiyle ortaya çıkıyordu.

  İlk önce bu düşünceyi bana neden o adamın “Gerçek Benlik” hakkındaki yorumunun çağrıştırdığını merak ettim. Dolayısıyla pazarlık etmek hakkında düşünmeye başladım. Bizim toplumumuzda bir dükkana gidip bir şeyin fiyatını sorduğumuzda bize bir fiyat etiketi gösterirler. Örneğin bir kitabı elime alırım ve kapağında fiyatı yazılıdır; 7.99 Dolar veya 14.99 Dolar ya da her ne kadar ise. Değer, adeta bu ürünün somut bir parçası gibi sabit bir şekilde belirlenmiştir. (her ne kadar ona üreticinin önerdiği perakende fiyatı dense de)

  Ama ne zaman bir ürün için pazarlık etsek bu ürünün gerçek bir fiyat etiketi olmuyor. Belki içeriğine bağlı olarak ilave edilmiş gerçek bir değeri olabilir, örneğin onu üretmek için harcanan zaman ve enerji gibi. Ama ürünün parasal bir değeri yoktur. Bu değer bizim pazarlıklarımızdan ortaya çıkıyor ve ürünün kendisiyle alakası olmayan bir dizi etkene bağlı olabiliyor. Cömert biri olabilirim ve bu yüzden de o ürünü size vermeyi isteyebilirim ya da korku duyabilir, açgözlü olabilirim ve sizden alabileceğim maksimum parayı almaya bakabilirim. Sizse kendi ihtiyaçlarınızı, duygularınızı ve anlayışlarınızı masaya getirirsiniz. Bütün bu karışımdan en sonunda bir fiyat ortaya çıkar. Artık her ne kadar içinde bulunduğumuz ana ve bu alışverişe ait bir değer olsa da bu ürünün değerini biliyoruzdur. Eğer bu pazarlığı dün yapmış olsaydık veya yarın yapacak olsak farklı bir fiyat ortaya çıkardı.

  Dolayısıyla bu ürünün gerçek fiyatı yoktur. “İlişki ekonomisi” adı verilebilecek olan pazarlık eyleminde, karşılıklı etkileşime giren tüm faktörlerden ortaya bir fiyat çıkar.
  Ama bu göründüğü kadar keyfi bir durum değildir. Ürünün bir maliyeti olduğu gibi yapıldığı maddelerin ve sarfedilen el emeğinin, zamanın ve üretimi için harcanan enerjinin de bir değeri vardır. Satıcı masaya belirli masrafları ve kaynakları getirirdi, karşılanması gereken ihtiyaçları vardı. Benzer şekilde babamın da dibi olmayan bir cüzdanı yoktu. Kendini geçindirecek kadar bir ekonomik geliri vardı ama bu kesinlikle sınırsız değildi. Pazarlama ilişkisi kesin sınırlar içerisinde yer alıyordu. Bu sınırların ötesine geçmek, mantıksız bir oranda yüksek ya da düşük bir fiyat önermek ilişkiye ve pazarlama eylemine saygı göstermemek demekti.

  Dolayısıyla her ne kadar bir “gerçek fiyat” olmasa da, bu girişimle oluşturulan bazı gerçekler vardı. Babam, satıcı ve ürün, her biri kendi bireysel koşullarını ve kimliklerini bu ortama getiriyorlardı. Örneğin babamın Arapça konuşması ve pazarlık etmeyi, toplumsal gelenekleri gözlemlemeyi sevmesi satıcının ona karşı daha olumlu bir şekilde yönelmesini sağlayan gerçeklerdi ve bu da pazarlığın en baştan daha düşük bir fiyattan açılmasını sağlıyordu.

  Bunu düşünürken fark ettim ki ben “Gerçek Benlik” duyusuna sahip değilim ama bahsedildiği gibi “sahte benlik” sahibi de değilim. Benliğimin farklı düzeylerinin olduğu duyusuna sahibim ama bunların hepsi de bana “gerçek” görünüyor ve hepsi de ilişkiler sırasında geniş bir kapsam içerisindeki başka güçlerle ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bunların hepsi birer “pazarlık” benliği ya da daha basitleştirecek olursak, ben bir pazarlık benliğiyim.

  Bu imajı seviyorum ve bu da hiçbir değere, kimliğe ya da anlama sahip olmadığımı göstermediği gibi kimliğimin katılımcı, ortak-yaratıcı, ortak-enkarnasyon fonksiyonunun bir parçası olduğum anlamına geliyor. Evren benim için bir fiyat belirlemedi, ben o fiyatı kozmosla olan diyaloğumla belirlemekte özgürüm.

  “Gerçek benlik” derken aslında söylenmek isteneni anlamıyor değilim. Hepimiz, kaderin kaprislerinden ve talihlerinden ibaret olmayan ve günden güne değişmeyen bir yanımız olduğunu hissederiz ve bu da bir tutarlılık ve uyum kaynağı, süreklilik ve bütünsellik anlamına geliyor. Ama pazarlama mecazında bu bana “kaynak benliğim” adını verdiğim kavramı temsil ediyor, bunlar günlük hayattaki karşılıklı ilişkilerimize getirdiğimiz kaynaklar, tıpkı babamın satıcının pazar tezgahına belirli bazı ekonomik kaynakları getirmesi gibi. Bunlar benim de çekip alabileceğim ruh, bilgelik, enerji ve kutsallık kaynakları. Dünya kendi gerçeklerini ve kendi kaynaklarını beraberinde getirmektedir.

  Bu kaynaklar da değişmez değildir. Eğer ekonomik durumumuz kötü olsaydı babam çarşıdan hiç alışveriş yapmazdı ya da limitleri çok sınırlı bir pazarlık yaklaşımı olurdu; eğer çok para sahibi insanlar olsaydık daha zengin kaynaklarla pazarlığa otururdu. Ama sahip olduğu kaynaklar pazarlama eylemini etkilemiyordu. İlişkilerini şekillendiriyorlardı ama işin özü bu değildi. Özünde babamın ve satıcının sosyal bir girişimin katılımcıları olarak birbirlerine duydukları saygı vardı. Sonuçta hiçbir satış olmasa bile yine de birbirlerine sempati duyuyor ve birbirleriyle iyi vakit geçiriyorlardı. Bu eylemin kendisi değerliydi ve bunun bir parçası da her bir katılımcının ona getirdiği gerçekti.

  “Gerçek Benlik” hakkında, insanların onu kullanışıyla ilgili olarak benim canımı sıkan, benliğin diğer tüm katmanlarının ve deneyimlerinin yanlış olduğuydu. Bu her birimizin dünyadan ve başkalarından bağımsız olarak kim olduğumuzu tanımlayan nihai bir “fiyat etiketi” taşıdığımızı söylemek gibiydi, tıpkı fabrikayı terk ederken ruh için belirlenmiş bir “üreticinin önerdiği perakende fiyatından” bahsetmek ve diğer tüm olası kimliklerin yanlış olduğunu söylemek gibi. Diğer kimlikler belki değerimizi indirgiyor gibi görünebilir ama bunların doğru ya da yanlış oluşları dünyanın neyi sunmaya istekli olduğuna ve bizim neyi kabul etmek istediğimize bağlıdır.

  Benim için, “Gerçek Benliğimiz”, dünyayla, hepimiz için en büyük olası değerin ve sonucun hayata ve ilişkilere olan katılımımızla ortaya çıkabileceği şekilde birleşebilme kapasitemizdir. Bu ise ebedi ve değişmez olan yanımız değil nasıl pazarlık edileceğini bilen yanımızdır.

 

© Astroset 2004-2010