Metafor / Kuantum Evren

WWW.ASTROSET.COM

KUANTUM İNSAN- KUANTUM BİLGELİK - 3

Doç.Dr. Haluk BERKMEN

Tasavvuf Boyutları

  Kuantum insan sürekli cevher ile, öz ile iletişim içinde olduğundan gerçek bir öznedir. Yani, kuantum kişi veya bilge kişi cevher ile veya tümel enerji alanı ile, her nasıl tanımlarsak tanımlayalım, bütünsel bir iletişim içindedir.

  Sorumluluktan kaçan insanların boyutu beşer boyutudur. Bu boyuta “Nefs-i Emmare” (emreden benlik) denir. Bu tür insan emir komuta altında yaşar ve hem içten hem de dıştan gelen etkilere düşünmeden tepki verir. Bu boyut sorumluluk almak istemez.

  İkinci boyut ise kendini sorgulayan benlik boyutudur. Bu boyuta Tasavvufta “Nefs-i Levvame” denir. Levm etmek sorgulamak demektir. Sorgulayan insan sorumluluk alır. Kendi davranışlarını sorguladığından eylemlerinin sonuçlarını da düşünür ve gerektiğinde eyleminden vazgeçer.

  Üçüncü boyuta ulaşan insan “Nefs-i Mülhime” (ilham içinde olan benlik) boyutundadır. Sanat veya felsefe, hatta bilim bile ilham yani sezgi boyutu gerektirir. Bilim sadece akıl ve mantıkla yapılan bir eylem değildir. Sezgilerin de bilimde önemli yeri vardır. İnsanın bu ilham boyutunu asla küçümsememesi ve göz ardı etmemesi gerekir. Bu boyutta insan tümel enerji ile yakın bir ilişki içinde olduğundan tüm insanların hayrına olacak eylemlerde bulunur. Sorumluluğu yakın çevresini aşar ve tüm insanlığı kapsar. Bagwan Shri Nashrish, diğer adı ile OSHO’nın şöyle bir deyişi vardır:

 "Sezgi bir sıçrayıştır. Adım adım gelen bir şey değildir. Sana gelen değil, olan bir şeydir. Sezgi bilinmeyenle yani bilinmesi mümkün olmayanla çalışır."

  Bu bir Kuantum sıçramasıdır. Çünkü, Kuantum boyutunda gerçekleşen her olay ani bir sıçrama şeklinde oluşur. Kuantum kuramı varlık (enerji) alanının süreksiz sıçramalarla belirdiğini söyler. Benlik boyutunda değişim de sıçramalarla gerçekleşir. Sıçramayı sağlayan da çoğu zaman bir şok olur. Buna Şok Tedavisi adını da verebiliriz.

  Gündelik yaşamda herşey düzgün giderken insan sorgulamak gereğini duymaz. Ancak beklenmedik, alışılmışın dışında bir durum ile karşılaştığı vakit insan: “Allahım, neden ben? Bu durum neden benim başıma geldi?” diye sormaya başlar. İşte, sorgulamanın ilk adımı budur. Bir örnek vereyim. Budha kuzey Hindistan’da bir prensti. Babası o bölgenin zengin bir Racası idi. Budha’ya 18 yaşına gelene kadar hiç kötü bir durum göstermedi. Budhanın etrafında ne fakir, ne hasta ne de yaşlı insan vardı. 18 yaşında babası Budhayı bir ülke turuna çıkardı. Bu gezide fakir, hasta ve sakat insanları görünce Budha büyük bir şok geçirdi. Bu şokun etkisi ile sarayı terk etti ve uzun süre bu gördüklerine anlam vermeye çalıştı. Bodhi ağacının altında aydınlandı. Sorularına bulduğu yanıtları köy köy dolaşarak anlatmaya başladı. Fakat birçok yerde kendisini dinlemek istemiyorlardı. Uzun yıllar sonra tekrar sarayına döndü ve bir prens olarak ülkesini yönetti.

  Budha’nın yaşamı 3 devreye ayrılabilir. Birinci devre beşer devresidir. Sarayda mutlu yaşarken hiç sorgulamak gereğini duymuyordu. İkinci devre sarayı terk ettikten sonra sorgulama devresidir. Bu onun insan olma devresidir. Üçüncü devre ise saraya döndükten sonraki uygulama devresidir. Bu devre onun insan-i kâmil devresidir.

Terk-i Dünya

  Tasavvuf yaklaşımında sarayı terk etmesi durumuna “Terk-i Dünya” denir. Bu terk dünya nimetlerini ve takıntıları, hırsları ve ihtirasları terk dönemidir. Fakat köy köy dolaşıp bildiklerini halka anlatmaya çalışması hala bir benlik iddiasıdır. “Bakın, ben aydınlandım, size anlatayım da siz de aydınlanın” saplantısıdır. Bu durumu da terk etmesi gerekmiştir. İkinci terk durumuna “Terk-i Ukba” denir. Yani, Guru olmak, Şeyh olmak, Mürşit olmak, Alim olmak da bir ego takıntısıdır. Maddeye değil de mânaya bağlanmak anlamına gelir. Bu ikinci durumu da terk etmeye “Terk-i Terk” denir. Budha saraya dönünce terki terk etmiştir ve uygulamaya geçmiştir. Terki terk etmek demek eyleme geçmek demektir. Yani, sözlerle yetinmeyip bilge kişi olmayı yaşantıya sokmak ve uygulamak gerekir. İşte İnsan-i Kâmil olmak için terki terk etmek gerekir.

  Her bir devrenin kendine göre tuzakları vardır. Birinci devrede, yani beşer boyutunda herşey iyi giderken insan bu huzuru ve refahı terk etmek istemez. Ani, dünya varlıkları bir tuzaktır. Bu devreyi bir şok ile aşanları bekleyen ikinci bir tuzak vardır. O da “ben arif oldum, yükseldim ve bilge oldum” tuzağıdır. Genelde insanlar bu devrede çok iltifat ve değer gördüklerinden bu tuzaktan kurtulamazlar. Eğer insan bu iki tuzaktan kurtulursa üçüncü devreye geçer ama orda işte benlik boyutundan sıyrılmış olduğu için tuzağa düşse bile hemen tuzaktan kurtulmasını bilir.

Bu durumu en güzel Yunus Emre anlatmış:

Yunus değil bunu diyen

Kendiliğidir söyleyen

Kâfir olur inanmayan

Evvel, Ahir, Heman benem

  Artık egosunu öylesine terk etmiş ki, “Yunus değil bunu diyen, kendiliğidir söyleyen” diyor. Kendiliği derken, konuşanın kendi hakikati olduğunu söylemek istiyor. “Evvel, ahir, heman benem” sözü ile de terki terk ettiğini hem geçmiş, hem gelecek hem de şimdiki an içinde olduğunu söylüyor.

  Nefs-i Mülhimme boyutunda insan ilham ve sezgi yardımıyla sanat yapar. Ancak, burada önemli bir tuzak vardır. Sanatçı insan eğer kendi egosuna esir düşer ve sanatını paraya çevirip satmak veya meşhur olup çevreden methiyeler işitmek için kullanırsa ileri gidemez. Bir üst boyuta çıkamaz. Pek çok sanat insanı bu tuzağa düşmüştür.

  Gerçek bilge kişiler, Kuantum insanlar, bu tuzağa düşmemek için sanatlarının kendilerine ait olmadığını, her oluşanın Tanrı’dan geldiğini söylerler. Örneğin, Ebru sanatı ile uğraşan Sufiler asla eserlerine imza atmazlardı. Sufilerin en çok zevk duydukları anlar, sezgi aracılığıyla bütünsel kaynakla etkileşebildikleri anlar olmuştur. Bu kısa anlarda Kuantum kişi bir "Hal" yaşar. Önemli olan bu hali sürekli bir makama dönüştürmek, yani bir üst benlik boyutuna çıkabilmektir.

  Nefs-i Mülhimme boyutundan sonraki üst boyut “Nefs-i Mutmain” (tatmin olmuş insan) boyutudur. İnsan bu boyutta artık ne mal ne para ne de şöhret peşindedir. Tam olarak farkındadır ve sabır içindedir. Üst boyuta ancak sabır ve tevekkül ile çıkacağını bilir. Günümüzde bu boyutta birçok insan vardır ama sabır ve tevekkül ve tevazu içinde bir yaşam sürdüklerinden onları ortada görmek mümkün değildir. Görsek dahi onları tanıyamayız. Çünkü kendilerini ortaya atıp övünmezler. Kimseden övgü veya teşekkür bile beklemezler. Kendisi “Şükür hali” içinde olan bir insan teşekkür bekler mi? Nefs-i Mutmain boyutuna ulaşmış insan dünyada olup bitenlerin dış (zahiri) görüntüleri ile değil, iç (batıni) hakikatleri ile ilgilenir. Bu bakımdan böyle insanları ne kandırabilirsiniz ne de yanıltabilirsiniz. Onlar diğer insanların maskeleri altında gizlemiş oldukları gerçek kişilikleri ile ilgilenirler. Onlar, isteklerini, arzularını ve beklentilerini yani egolarını tam olarak kontrol etmeyi başarabilmiş kişilerdir.

<< ÖNCEKİ BÖLÜM

SONRAKİ BÖLÜM >>

 

© Astroset 2004-2010