Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

 

İlâhi Nizam ve Kâinat Kitabında

RUH

Derleyen : Selman Gerçeksever

  Ruh, evrenleri oluşturan madde cevherinin de üstünde “cevher üstü hakikatler ” in üstündedir. Bu durumuyla ruh, evren cevherinin ana özelliği olan atâlet ve hareketsizliğin tam karşıtı olan bir içeriğe sahiptir. Evren cevherinde ruha ait hiç bir şey yoktur. Ruhta da evren cevheriyle ilgili özelliklerin hiçbirisi yoktur. Ruhun içeriğinin ne olduğu tasavvuru söz konusu değildir. Çünkü onu betimlemeye ve tanımlamaya yetecek evrende hiçbir sözcük asla bulunamaz. Ruhun içeriğini ve ne olduğunu incelemeye çalışmaksızın, onun var olma zorunluluğunu kabul etmek gerçeğe en uygun tutumdur. Ruh ve evren cevherlerinden, birinden ötekine herhangi bir geçiş ve doğrudan alışveriş olası değildir. Ruh ve evren cevherleri, arasında sonsuz bir erişilmezlik vardır. Bir bedenin içinde ya da evrende ruh diye hiçbir şey yoktur. Evrende ne varsa, hepsi/herşey maddedir, maddenin çeşitli durum ve görünüşlerinden ibarettir(16).

  Hiç bir mekân ve sınır tanımayan sayısız/sonsuz evrenler karşısında ruhun durumu söz konusu olunca; ona insanların tâbi olduğu, evrenleri bile kapsamaya yetmeyecek kadar beşeri idrake bağlı bir yer/mekan tâyin etmeye kalkışmak hatâların en büyüğü olur. Şu halde, ruh için; iç, dış, mekân vb. Kavramları düşünülmeksizin , sadece; “ruhlar tüm evren cevherinin üstündedir ” demekle yetinmek gerekir. Evren oluşumunun ve var oluşunun  amacı; ruhlar dediğimiz hakikatlerin, evrenimizle ilgili olarak tekâmül şeklinde kabul edilen ve “ihtiyaç ” kavramı ile simgeleştirilen durumların gerçekleştirilmesidir(246). Madde evreni ruh için ancak bir araçtan ibârettir. Madde aracının amacı, ruhların ihtiyaçlarının evrenimize ait tekamül diyebileceğimiz kısmının gerçekleşmesidir ki, bu da “Ünite ” diye ifâde edilir(245). Ünite konusuna girmeden önce, Ruh-evren(madde) ilişkisinin, birbirinden apayrı cevherler olmasına karşın, bu ilişkinin nasıl olduğu konusu üzerinde durmakta yarar var. 

Madde İle İlk Bağlantı

  Cevher farklılığından dolayı, ruh ve evren cevherlerinden, birinden ötekine herhangi bir geçişin, doğrudan alışverişin/etkileşimin söz konusu olmadığını ve bu ikisi arasında sonsuz bir erişilmezliğin bulunduğunu belirtmiştik(16). Bununla birlikte ruh ve evren arasında, sanki kucaklaşmışlar gibi bir “içiçelik ” in de bulunduğunu; hattâ, evrensiz bir ruh, ruhsuz bir evren düşünülemeyeceğini biliyoruz.

  Ruh ile evren arasındaki söz konu bağlantı ve içiçelik, Asli İlke’nin Kudreti’nin tezahürü olan (“Yüksek İlkeler ” de denen) Asli tesirler ile sağlanır. Ruh ve evren ilişkisi/etkileşimi Asli İlke’nin gerekleri (“kudreti “) kapsamında gerçekleşen ve sürüp giden bir olgudur. Ruhun tekâmül ihtiyaçları Asli İlke’nin gereklerine(“kudretine ”) göre, evrene tesirler olarak aksettirilir. Evrene yansıyan bu ihtiyaçların yanıtlarını vermek madde/evren cevherinin fıtratında bulunan bir zorunluluktur. Ruhun tekâmül ihtiyaçlarına maddenin verdiği yanıt/yansıma(tepki), gene aynı kanaldan, aynı gereklilikle ruhlara yansır. Evrenlerde ve evren üstü olan ruhlar arasında, Asli İlke’nin gereklilikleri her şeyi kapsar(28).

  Bir evren ile ilk olarak bağlantı kuracak bir ruh için bu ilk bağlantıyı sağlayan da Asli İlke’nin Kudreti’nin Asli Tesiri’dir. Bu ilk bağlantıdan sonra, ruhun tekâmül ihtiyaçlarına göre; aynı madde düzeyinde bulunan , ya da daha üst bir madde düzeyinde olan öteki maddelerdeki gözlemleri sürüp gider. Böyle ilk aşamada bulunan “acemi ruhlar ” için, her maddenin gelişim durumundaki anına ruhun, bir tekâmül ihtiyacı karşılık gelir. Başka bir ifâdeyle, herhangi bir ruh için, bu durum mekanik bir uygulama zemini olur. Ruhların, bu ilk aşamasının başlangıcındaki durumu, sâdece maddenin hareketlerine uymaktır(pasif, mekanik/otomatik tekâmül başlamıştır) (38). Bu durumda madde gelişimi henüz atom altı aşamanın başlangıcındadır. Hidrojen altı aşama ve varlık oluşumunun ileride tekrar ele alacağız ama şimdi Asli İlke’nin Kudreti’nin  tesirliliği altında ruh ve madde(evren) durumuna biraz daha bakalım:

  Asli İlke Kudreti’nin tesirliliği altında ruh ve evren bu ilk bağlantılarını gerçekleştirdikten sonra, bu ilk madde(hidrojen altı) aşamasındaki ruhların; irâdeyi, özgürlüğü ve idraki gerektiren aktif hiçbir durumları yoktur. Bunlar evrende henüz bir madde oluşumuna da sürekli bağlantılı değildirler. Acemi ruhlar bu ilk aşamanın da başlangıcında iken, evrendeki basit yansımalarının mekanik yollardan geliştirilmesi için; bir madde durumundan, başka bir madde durumuna, oradan da gerekirse, başka bir madde durumuna “sokula çıkarıla ” maddelerin çeşitli durumları ve hareketleri ile sanki oradan oraya savrulurlar(39). Aslî İlke’nin tesirliliği altında bu gidiş, aynı zamanda, amorftan başlayarak evren oluşumunun başlangıcıdır. Evren oluşumunun her aşamasındaki maddelerle ruhların, o aşamanın karakterine ve tekâmül sistemine uygun çeşitli ilişkileri sürekli olarak vardır. Evrende herhangi bir ruhun tekâmülüne yaramayan madde yoktur(49). Bu arada evrende gereksiz hiçbir verite yoktur. Dolayısıyla, “maddeler ruhlara bağlanınca canlı, bağlanmayınca cansız ” demek yersizdir. Çünkü her maddenin geçici ya da sürekli olarak bir ruha bağlanması söz konusudur(49). Ancak burada, günlük konuşmalarımızda hemen hemen aynı anlamda kullanılan “tekamül ” ve “gelişmek ” sözcüklerinin bu öğretide farklı durumlar için kullanıldığını anımsamakta yarar var.

  Maddelerin, ruhlarla birlikte ilerlemeleri kavramlarını “gelişim ” ve “tekamül ” sözcükleriyle birbirinden ayırmak gerek. Çünkü bunlar ayrı ayrı şeylerdir: Gelişim, evren içindeki maddelerin bünyelerindeki hareketlerin artması maddesel bileşimlerinin karmaşıklaşması, tesirlere hedef olma alanlarının genişlemesi, değerlerinin artma durumudur. Asli İlke’nin Kudreti’nin, ruhsal tekâmül ihtiyaçlarıyla madde olanaklarını birleştirerek, bir “vahdet ” durumuna getirmek amacının gerçekleşmesi, “tekamül ” sözcüğüyle ifadeye koyduğumuz anlamın en yüksek ve en son işaretidir(190+191). Şimdi, ruh-evren ilişkisinin bu noktaya kadar nasıl geldiğini, ruhun evrenle ilk bağlantısından başlayarak görelim: Asli İlke’nin Kudreti’nin(ki bu “ışık konisi “ benzetmesiyle anlatılıyor) evrenimize ilk indiği yer evrenin asli maddesinin(evren cevherinin) amorf durumudur. Burası aynı zamanda evrenimizde uygulamaya başlayacak ilk ruhların ihtiyaçlarının oradaki madde olanaklarıyla karşılaşma yeridir. Ruhların tekâmül ihtiyaçları karşısında evrenin âtıl maddeleri harekete geçirmiş ve bu hareketle de ruhların mekanik/otomatik(pasif) tekamülleri başlamıştır (*). Bu an aynızamanda “hidrojen altı aşama ”nın da başlangıcıdır. Hidrojen atomunun oluşumuna kadar geçecek pek uzun bir süre boyunca ruhlar pasif ve mekanik olarak, maddeye ilk uyum uygulamalarını sürdürürler. Burası “ışık konisi ” nin evrendeki tabanıdır(192).

Asli İlkenin Tesirliliği

  Asli İlke’nin Kudreti’nin simgesi olan “ışık konisi ” nin(başlangıçta “karanlık ” olan) tabanı(ebediyet kadar uzun süren bir zaman dilimi içinde) aydınlanmasını, hidrojen atomunun varlık aşamasına, yani ilk hidrojen atomunun ortaya çıkışına kadar sürdürür. Buradan başlayarak, ruhların ilk basit aktif davranışlarıyla maddelerdeki gelişimi başlar. Burada hem ruhların ilkel bir etkinliği, hem de bu etkinliği çok sıkı kontrol altında tutan ve destekleyen bir otomatizma bulunur. Bu arada “ışık konisi ” yükselmesini giderek sürdürmektedir(193).

  Beşeri bedenin oluşumu öncesinde artık bitki ve hayvan hücresinin ortaya çıkmasına sıra gelmiştir: Hidrojen atomunun varlık durumuna gelmesinden hemen sonraki aşama bitki(hücresi) bedenlerinin kurulması aşamasıdır. İlk ilkel sezgilere geçiş aşaması da bitkilerle başlar. Sezgi alıştırmaları(temrinleri/pratikleri), idrakinde ilk pırıltıları olup, otomatik niteliklidir. “Koni ” nin tabanı “yükseldikçe ”, bu sezgi otomatizmaları kapsam kazanarak hayvandaki sezgiye dönüşecektir(193). “Koninin tabanı” hayvanlık aşamasından ilk beşeri beden aşamasına doğru yükseldikçe, ilk beşeri varlıklarda bazı idraksel(idrak ile ilgili) durumların ilk hazırlkları da belirmeye başlar. “Işık konisi ” nin tabanı, aydınlanmasını sürdürerek ve “yükselerek ” idraklerin başladığı, hidrojenin beşeriyet kademesine kadar gelir(193). Ruhun bu sırad evrende; idrak, irade, şuur ve özgürlük halinde ortaya çıkan maddesel bir kimliği(varlığı) henüz bulunmamaktadır. Böyle bir kimliğin kazanılması ancak; Asli İlke’den kaynaklanan yüksek gerekliilklerin düzenlenmesiyle ve ruhun tekamül ihtiyaçları oranında amorf maddeler arasında, sürekli olarak pasif ve mekanik bir şekilde geçireceği ebediyet kadar uzun bir devreden sonra, tedricen söz konusu olacaktır. İşte bunun içindir ki, bu “ilk madde aşaması ” nda ki ruhların; iradeyi, özgürlüğü ve idraki gerektiren aktif hiçbir durumları yoktur ve evrende henüz herhangi bir madde oluşumuna bağlanmış değildir(39).

Astronomik Âlemin Başlangıcı

  Bir maddenin tezahür etmesi demek, çevresinde bulunan öteki maddelerle ilişki ve etkileşimi geçmesi(tesirleşmesi) demektir. Bu tesirleşme ne kadar yoğun ve kapsamlı ise, o madde o kadar çok tezahür gösteriyor ve yüksek gelişm düzeylerinde bulunuyor demektir. Bir maddenin çevresiyle ilişkilerinin görülüp gözetilmesi ve yürütülmesi Asli İlke’nin kudretinden kaynaklanan yüksek ilkelerin ahengi içinde sürüp gider. Bunun amacı da, ruhların; maddeleri kullanarak tekamüllerini sağlamasıdır. Nasıl ki, bir ruhun herhangi bir madde bileşimine gereksinimim kalmaz ve ona karşı hiçbir davranışta bulunmazsa, o madde bileşiminin tüm hareketleri silinir ve tüm değerleri de ortadan kalkar ki bu o madde bileşiminin ölümüdür(21). Madde oluşumundan hidrojen altı aşamanın sonuna doğru ilk hidrojen atomları ortaya çıkmaya başlayınca, Asli İlke’nin tesirleri tarafından ruhlar atomlara artık sürekli olarak bağlanmaya başlar. Bu ilk atomlardan oluşan alanlar, astronomik alemin tüm uzaysal objelerinin ilk durumlarıdır. Ruhun atoma bağlanma gereksinimi, Asli İlke’nin gereklilikleriyle bu ilk atomların oluşumuna neden olmuştur. Dolayısıyla atom, ruh için ve ruhtan dolayı vardır. 

  Ruhun atoma/maddeye bağlanma gereksinimine ait gereklilikleri taşıyarak amorf vasata inen Asli Tesirler, atomun ruha bağlanmasını sağlar. Alemimizin ilk atomuna(yani hidrojen atomuna) bağlanmış olan bir ruh; artık o atomun “varlık ” dediğimiz ileri aşamasının oluşumuna kadar onu bırakmayacaktır. Hidrojen oluşumunun/gelişiminin bu birinci kısmındaki ruhlar, ilk yakaladıkları hidrojen atomunun tüm gelişim aşamalarını; pasif, mekanik ve otomatik olarak izleyerek tekamüllerini sürdüreceklerdir. Bu aşamada onlar hidrojen atomuna hala egemen değildir. Çünkü kendilerinde böyle bir egemenliği gerektiren; ne sezgi, ne idrak, ne de özgürlükleri vardır. Bu aşamada ruhlar, henüz çeşitli maddeleri toplayarak, bunlardan kendilerine birer varlık oluşturacak durumda değildirler. Dolayısıyla bunların tekamülleri de aşağı yukarı hidrojen altı aşamadaki gibi pasif ve mekaniktir. Arada şu fark vardır ki, hidrojen altı amorf vasat aşamasındayken ruhlar hiçbir zaman, bir madde üzerinde uzun uzadıya tutunamazlar, yani herhangi bir maddeyi yakalayabilmiş durumda da değildirler(42). Onlar sâdece darmadağınık maddeler içinde ve Asli Tesirler’in gereklilikleri altında maddeden maddeye atlayarak; mekanik, otomatik ve pasif bir uygulama içindeydiler. Hidrojen atomları oluşmaya başladıktan sonra(yani hidrojen âleminin ilk zamanlarında) ruhlar artık birer hidrojen atomuna bağlanmış durumdadır ve kendi atomlarından başkasına atlayamazlar. Onlar kendi atomlarının tüm gelişimleri boyunca, onun gelişim kademelerini izler ama bu sırada o atoma egemen değildirler, sadece atomun hareketlerine pasif olarak katılırlar ve o hareketlere uyum sağlamaya çalışırlar.  Çünkü atomun bu hareketleri, Asli İlke’nin yüksek gereklilikleri(Kudreti)(38) altında kurulmuş ve yönlendirilmiştir. Ruhlar orada bu yüksek gereklilikler altında sürüklenerek ve o hareketlere tabi olarak varlık oluşumuna kadar çok uzun bir süre bu tür uygulama dönemini tamamlayacaklardır. İlk hidrojen atomunun oluşumundan, ilk varlık ortaya çıkana kadar, atomun bünyesine gemen olan tesir, Asli İlke’den kaynaklanan Esâsi Tesirler’dir. Asli İlke’den gelen bir tesirin, ruha ve maddeye(atoma) yönelik yanı/etkisi(vachesi) olduğunu Asli İlke’yle ilgili kısımda görmüştük. Asli İlke’den gelen bu etki ile ruh, atomun mukadder olan hareketlerine pasif olarak uymak ve mekanik/otomatik uygulamalarını sürdürmek durumundadır. Hidrojen atomunun en ilkel durumundan itibaren, gitgide yükselen/gelişen bünyesi, o oranda hareket, kudret ve tesirlilik kazanır. Bu atoma bağlı bulunan ruh da bu hareketlere uya uya mekanik/pasif(otomatik) tekâmülünü sürdürür. Söz konusu hareketlere neden olan etmenler ise Asli İlke’den kaynaklanan tesirlerdir. Esâsen bir tesir; işlevini, maddeleri hareketlendirerek gerçekleştirir(47). Bu uygulama ile atom varlık aşamasına doğru ilerledikçe, ruh da; atomlar arasındaki ilişkilerin İlliyet İlkesi karşısındaki durumlarıyla ilgili ilk içgüdülerin hazırlıklarını otomatik olarak yaparlar. Bu dönemdeki tekâmül, ruhlar için çok “uzun ” ve “zor ” dur. Bu ifademize rağmen, İlahi Düzen’de uzunluk, kısalık, zorluk, kolaylık vb. gibi kavramlar ve durumlar söz konusu değildir(43).

  Asli İlke’nin Kudreti’nin tesirliliği altında, ruhun; evren amorf maddesiyle ilk bağlantısından ilk hidrojen atomunun oluşumuna kadar geçen aşama, evrenin ilk ve en kaba olan  aşamasıdır. Bizler için “karanlık” olan bu aşama “hidrojen altı ” aşamasıdır. Bu ilk aşamada tüm olup bitenler Asli İlke’nin gereklerine göre ve Ünite’nin kurduğu İdare Mekanizması kapsamında ve bilmediğimiz yollardan yürütülür(39).

  Bir evrende tekamül uygulamasına ilk başlayacak bir ruhun bu uygulamasıyla ilgili ilk durumları evrenin amorf durumlarına aksettirilir. Bu aksediş(“ışık konisi ”), Asli İlke’nin “icaplar ”(gereklilikler) dediğimiz kudretinin ruh ve madde durumlarının üzerindeki ifadesi ve görünümüdür. Ruhların tekamül ihtiyaçlarını evrenlere taşıyan Asli İlke’nin Kudreti’nin tesirliliği dualite ilkesi ve değer farklanması mekanizmasıyla, daha önce de sözünü ettiğimiz hareketleri oluştururlar(**). İşte evrendeki hareketler, ruhların “kıpırdanışları ” nın ve “davranışları ” nın bu tesirlerle madde oluşumları şeklinde tezahür eden simgesel ifadesidir. Böylece, bir evrene ilk giren “acemi ruhlar ”a ait tesirler; o evrenle ilgililerini sürdürdükleri sürece, erişebildikleri alanlardaki ilk maddelerin o anda, o ruhlara birer gözlem alanı olmalarını sağlar.

  Bir ruhtan gelen tesire karşı, maddenin; hareket şeklinde verdiği tepki, gene o tesir kanalından Ünite aracılığıyla dönerek aynı ruha akseder. Böylece Asli İlke’nin gereklerine(“Kudretine ”-38) tabi olarak ve O’nun yardımıyla ruh ve maddenin dolaylı ilişkisi kurulmuş olur(38). Asli İlke’nin yüksek gerekliliklerini taşıyan tesirler(“Kudreti ”) ruhların tekâmül ihtiyaçlarını evren cevherine ve evren cevherinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri tepkileri tekrar ruhları aksettirirler. Bu şekilde evrenin bütünü ve parçaları(cüzüleri) ruhların ihitiyaçlarına göre yönlendirilir ve yönetilirler ruhlarla evrenler arasındaki bağlantıyı kuran bu tesirlerin dörtlü bir grup(iki çift) arzettiğini Asli ilke ve Asli Tesirler kısmında görmüştük(63).

  Maddenin/varlığın gelişimi ve ruhların tekâmüllerine hizmet edebilmeleri ancak tesirlerle olasıdır. Ruhların tekâmül ihtiyaçları birer gerekliliktir ve maddenin bu ihtiyaçlara karşılık vermek durumunda olması da bir zorunluluktur. Fakat ruhlar maddelere ne doğrudan doğruya bir şey gönderebilirler, ne de ondan bir şey alabilirler. Oysa ki, tekâmül için ruh ve madde ilişkisinin gerçekleşmesi ve sürmesi Asli İlke’nin gereklilikleri gereğince zorunludur. Ruh ve evren dualitesinde; ruhun, tekamüle yönelik davranışlarına evren parçacıkları(cüzüleri) tam bir uyumla yanıt/tepki verir(28). Maddenin(dolayısıyla evrenin) tezahürlerinden ve oluşumundan amaç, ruha hizmettir. Ruha hizmet etmek ise, maddenin her türlü şekil ve haller içinde tekâmül alanlarının ruh tarafından kullanılmasıdır. Bu olanakların kullanılabilmesi de, ruhtan gelen dolaylı tesirlerle maddede bir takım hareketlerin ortaya çıkabilmesine bağlıdır. 

  Maddedeki her hareketin, dualite ilkesi ve değer farklanması kapsamında olduğunu biliyoruz. Dualite ilkesi ve değer farklanması olmazsa, ruhların maddelerden yararlanabilmesi olası değildir. Ruh ve madde(evren) ilişkisi düalite ilkesi ve değer farklanması mekanizması, ruh-madde düalitesi zorunluluğunun bir ifadesidir. Bundan dolayı da, maddedeki düalite ilkesi, ruh-madde düalitesinin evrendeki asli görünüşü, yani yüksek ilkeler karşısındaki zorunluluğudur(25). Evrenler için amaç ruhtur. Ruh ise, aktif ve tekâmül ihtiyacındadır. Evrenler bir bakıma, ruhun tekamül ihtiyacını  gidermek için vardır(***). Ruhlar “davranışlarının/etkinliklerinin” yansımalarını evren cevheri üzerinde göre göre tekâmül ihtiyaçlarını giderirler. Şu halde evrenler, ruhların tekâmül gereksinimlerini(ihtiyaçlarını) karşılayan alanlardır. Simgesel olarak şöyle söylemek de olası: Evrenler, ruhların uygulama yapmalarına yarayan ve uygulamaların sonuçlarını tekrar ruhlara aksettiren, kendi cevherlerine özgü bir vasattır/alandır. Aktif olan ruhlar, tekâmülleri için, pasif olan çeşitli evrenlerin(evren cevherlerinin) sonsuz tekâmül olanaklarını(ihtiyaçları oranında) tekamül araçları olarak kullanırlar(18). Ne olduğunu bilmediğimiz Asli İlke’nin maddesel tesirler şeklindeki tezahürleriyle ruh ve maddenin söz konusu ilişkisi/etkileşimi gerçekleşir ve sürer. Evren üstü olan ruhların tekâmül ihtiyaçları bu şekilde karşılanır. Yani ruhların tekâmülü için gerekli olan, maddedeki her hareket, değişim ve gelişim ancak bu tesirlerle sağlanır(62).

  Hem ruhların, hem de evrenlerin, Asli İlke’nin Kudreti’nin(“yüksek gereklilikleri"nin-38) tesirliliği altında olduğunu biliyoruz. Asli ilke’nin anlamı ve içeriği(ne olduğu) bizler için tamamen gayb durumundadır. Bu “Yüksek İlke ”nin sonsuz sayıdaki ruhlara ve evrenlere yönelik kudretleri(“yüksek gereklilikleri ”nin-38) arasında bizim evrenimizle ilgili olanın sezgisini “projektör ” simgesiyle vermiştik(“Işık konisi ”). Bu “projektör ”, evrenlere ve ruhlara egemen olan Aslî İlke’nin kendisi değildir, O’nun ancak bizim evrenlerle ve bizim evrenle ilgili ruhlara yönelik kudretinin simgesidir. Başka bir deyişle, Aslî İlke’nin, evrenimize ve orada uygulama yapan ruhlara yönelik cephesini “kudret ” sözcüğüyle ifade ediyoruz. Bu durumda “kudret ”, Asli ilke’nin; ruhların, evrenimizle ilgili tekâmül ihtiyaçlarını karşılayan tüm maddesel olanakların(Kur’an’da’ki ifâdesiyle “nimetler” in), bu ihtiyaçlarla uyuşturmasına yönelik gerekliliklerin bütünüdür.

  Asli İlke’nin gerçekleştirici kudretine icap(gereklilik) diyoruz. İcabın her evrene göre ayrı bir cephesi var. İcabın, bizim evrenimize ait olan cephesi, ruhların tekamül ihtiyaçlarının madde olanaklarıyle birleşmesi sonuçlandırmaya yöneliktir(191).

  Evrende herşey Asli Tesirler’in sürekli olarak; ruhların tekâmüllerini hedef alan ahengi içinde sürüp gider. Amorf vasatın ilkel maddelerini bir araya getirerek atomu oluşturanda AsliTesirler’dir(50). Ruhun tekâmül ihtiyaçlarını, gelişim ve oluşum halindeki atoma aksettirenler de Asli Tesirler’dir. Asli tesirler aynı zamanda; ruhun, maddeyle paralel olarak ve sürekli bir şekilde daha üst bir aşamaya uzanışlarını da sağlarlar(51).

  Hidrojen altı aşamada tekâmül etmek durumunda bulunan acemi ruhların “yürüyüşleri ” mekanik ve pasif tekâmüle tabidir. Bu ilk aşamada ruhların tekâmülleri maddelerin gelişimleri kadar kolay ve hızlı olmadığından, onlar bir tek maddeye bağlanıp kalmazlar, her an vasat değiştirirler. Bu şekilde, görece(nispeten) kendilerinden ileri bir maddeyi daha liyakatli bir ruha terk eden bir ruh, ağır “yürüyüşü ”yle bulunduğu alt madde kademelerinde ki daha basit maddedelerde “yürüyüşü ”ne pasif olarak(yani, madde hareketlerine müdâhele etmeksizin) devam eder.

  Bu ilk aşama ruhun evren ile bağlantısından(evrene ilk girişinden) hidrojen atomuna gelinceye kadar sürer. Bu ruh evrende henüz bir bedene(yani, varlığa) sahip olmuş değildir. Çünkü onda henüz evren maddelerini toplayabilecek kudretler ortaya çıkmamıştır. Bundan dolayı ruh, evren karşısındaki ilk ihtiyaçlarını belirleyen ve sağlayan Asli İlke’nin (Ünite’den süzülüp evrene giren) gerekliliklerine(icaplarına) göre basit madde hallerinde sadece pasif ve mekanik bir “yürüyüşe ” tâbi tutulacaktır(39).

İlk Atom Ve Varlık

  Asli Tesirleri Ünite’den süzülün ve maddelerle ruhlara ait bulunan Asli İlke’nin gerekleridir(“Kudreti ”)(31+38+190). Asli İlke’nin ruhlara ait kudretleri de “tekamül değerleri”(63+80) olmaktadır. Asli İlke’nin tesirliliği(müessiriyeti) altında hidrojen atomu ilk oluşumundan itibaren öyle bir aşamaya gelir ki, orada çok süptil ve karışık madde bileşimleri durumunda, henüz beşeriyetin tanımadığı dünya maddesi üstü bir takım enerjileri yaymaya başlar. Atom bu “yüksek ” ve karmaşık yayabilecek gelişim düzeyine geldiği zaman; zaten, onun bu düzeye gelmesine(Asli İlke sâyesinde) neden olan ruh da artık maddeler arasında ki ilişkisinin ve hareketlerinin içgüdüsel davranışlarına, uzun bir uygulama devresinden sonra, sâhip olabilecek bir tekâmül kademesine ulaşmış bulunur(51).

  Evrende; ihtiyacın, tekâmül zorunluluğunun ve kader mekanizmasının dışında olabilecek bir durum düşünülemez. Ünite’den süzülüp gelen gerekliliklere göre, evrende üç ana kadro vardır:

- Asli İlke kadrosunda vazifeli olan varlıklar kadrosu,

- Kader mekanizmaları kadrosu,

- Asli zaman kadrosu.

  Kadrolar, organizasyonlardan oluşmuştur. İşte bu üç ana kadroya bağlı olarak, ruhların evrendeki tekâmüllerine ait gereklilikleri tüm ayrıntılarıyla yerine getiren, sayısız organizasyonlar ve bu organizasyonların hiyerarşik düzenlemelerle birbirine bağlanmasından oluşan büyük organizasyon sistemleri de vardır. Vazife Planı’nın ilk kademelerinden itibaren, Ünite’ye kadar vazifeli varlıklardan oluşmuştur ki, bu varlıklar kendi organizasyonları içinde, Ünite’den süzülüp gelen, (yukarıda belirtilen) üç genel vazife kadrosunun ilkeleri ve yönlendirmeleri altında vazifelerini görürler(241). Bu vazifeler çeşitli âlemlere ait sayısız işlerdir. Bu işler de “istasyonlar ” aracılığıyla görülür. Örneğin dünyaya özgü; zaman istasyonları, kaba etkileri yöneten istasyonlar, bireysel ve küçük grup tekâmül planlarını yöneten istasyonlar gibi sayısız istasyonlar vardır.

  Yarı Süptil Vasat’ın ilk aşamalarında gelişimleriyle, kendiliğinden yayılmaya başlayan daha yüksek ve dağınık enerjiler, artık bir araya toplanıp, bir ruha evren sonuna kadar hizmet edebilecek bir varlık durumuna girmek kabiliyet ve olanağına ulaşmışlardır. Bu arada onlarla beraber o aşamaya kadar tekâmül etmiş ruhlar da(sürekli olarak Asli Tesirler’in yardımıyla) bu yüksek ama dağınık enerjileri bir araya toplayarak, onlardan bir varlık oluşturabilecek kudrete ulaşmışlardır(52).

  Böylece “varlık ” dediğimiz enerji topluluğu evrenin sonuna kadar bağlı olduğu ruhun tüm etkinliklerine ekran(mâkes) olmak ve o etkinliklerin yanıtlarını tekrar ona iade etmek üzere hizmete sokulmuş ve evrende ruhun bir temsilcisi ve aracı durumuna gelmiş bulunur. Bu aşamadan itibaren maddeler; birer varlık halinde, tesirlerin yardımları altında, o ruhların durumlarına bağlı ve onlara tercüman olarak, ayrıca onları evrende ifâdelendirerek gelişirler. Böylece ortaya çıkan varlık, hizmetinde olduğu ruhun tekâmülüne tüm davranışlarını Asli İlke’nin ışığı altında o kadar kusursuz bir şekilde ifadelendirir ki, ona artık, evrende artık ruhun kendisiymiş gibi de bakılabilir. Burada varlık aslında, atıl görüne hidrojen atomu maddesinin gelişmiş yüksek kademelerinden başka bir şey değildir; sadece onun, evrende bir ruha ifade edebilecek kadar olanakları gelişmiş olmakta ve bu sayede kendisi belirli bir ruhun hizmetine verilmiş bulunmaktadır(53).

  Ruhlar bu enerjilerden kendilerine, evren boyunca ve evrenin sonuna kadar(Ünite’ye kadar) hizmet edecek varlıktan yararlanırlar(54). Varlık oluşumundan ve bir varlığa sahip olduktan sonra ruh; daha önceleri hidrojen atomu oluşumu boyunca geçirdiği mekanik/otomatik ve pasif yaşamından başka bir yaşama sahiptir. Ruh, o zamanlar atoma sahip olamıyordu ve ona egemen de olamıyordu, sadece atoma bağlı ve esir durumda, atomun belirli hareketlerine katılıyor ve pasif bir uyumlanma dönemi içinde bulunuyordu.

  Şimdi ise, hizmetinde bulunan varlığı aracılığıyla atomların en basitinden itibâren gelişim kademeleri boyunca elementlerinden kurulmuş bileşimlere ve kombinezonlara yavaş yavaş egemen olmak üzere aktif bir uygulama dönemine başlamış bulunmaktadır. Bunun için onları; toplamak, dağıtmak ve onlardan yeni oluşumlar yapmak, bedenler kurmak, bedenleri yönetmek gibi etkinliklerde bulunarak tekâmülünü sürdürecek ve bu âlemdeki ileriye yönelik hazırlıklarını da böylece tamamlamış olacaktır. Tüm bu işleri yapmasında ona, varlık dediğimiz süptil enerji topluluğu araç olacaktır. Ruhun tüm durumlarını evrende temsil eden varlık,  onun bu maddeler içindeki tekâmül ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ruh tarafından kullanılacaktır. Bu varlık aracılığıyla ruhlar, hidrojen âleminin yoğun madde bileşimleri, uzaysal objelerin içindeki kaba maddeleri üzerinde çeşitli  formasyon ve transformasyon oluşturarak onları etkin duruma getirecektir. Çünkü ruhun doğrudan doğruya bu kaba maddelere hükmetmesi olası değildir. Bu nedenle, ilk oluşan varlık ruhta beliren yeni gereksinimlerin karşısında hemen, çevresindeki en ilkel maddelerden yararlanmaya çalışacak ve onlardan, önce basit oluşumlar kuracak, bu oluşumlar üzerindeki egemenliğinin uygulamasına başlayacaktır(55).

  Ruhun evrenle bağlantı kurmasının biricik amacı tekâmül olduğuna göre, ruha hizmet eden varlığın bu değişimlerden yararlanması ve bunun içinde sayısız madde bileşimleriyle karşılaşması zorunlu olur. Madde bileşimlerinin, sayısız uzaysal objelerde sayısız şekilleri ve derecelenmeleri vardır. Bu madde bileşimlerinin bolluğu ve çeşitliliği ruhların tekâmüllerine yarayan bol materyalledir. Varlığın esasen, bu madde bileşimlerinde uygulama görmesinin amacı, sürekli olarak “yukarılara ” ulaşmak ve böylece hizmet ettiği ruhun maddelerle olan tekamül aşamalarının tamamlanmasını sağlamaktır. O halde bir varlık, ihtiyacına göre önce bir uzaysal objenin maddelerinden kurulmuş bedenle sıkı bağlantıya geçecek, kendi süptil vibrasyonları ile onun her zerresine egemen olacak ve onu, bağlı bulunduğu ruhun tekamül ihtiyaçlarına göre kullanarak, bu sayede o uzaysal objedeki kaba madde bileşimlerinden ve bu madde bileşimlerle öteki bedenler arasındaki ilişkilerden doğacak olay vibrasoynlarını idrak yoluyla ruha yönlendirecektir ki, onun beden ile olan bu bağlantısına enkarnasyon deniyor(92).

  İyi bir ifade olmayan “enkarnasoyon ” kavramının anlamı şudur: Varlık, kendisine sahip olan ruha hizmet edebilmek için, daha doğrusu ruh; kendisine hizmet eden varlık aracılığıyla kaba bir âlemin maddelerini kullanabilmek için, o âlemin maddelerinden kendisine bir tesir etme aracı, yani kaba bir beden yapmaya ve onu kullanmaya mecbur olur. Fakat o varlık henüz tek başına kaba maddelerden böyle büyük bileşimler(kombinezonlar) kurabilecek kudrette değildir. Onun için ruhların tekâmüllerinde vazifeli olan üstün varlıkların yardımlarıyla o, ihtiyacına göre kendisine kaba maddelerden bir beden kuracak ve ona sürekli tesirler göndererek bağlı kalacaktır.

  İşte varlık, artık o dünyada toplumsal tekâmülüne başlamış olan ruhunun ihtiyaçlarına ait, kaba maddeler ve başka/öteki varlıklar arasındaki etkinliklerini, kurduğu bu bedeni aracılığıyla yapabilecektir. Yani varlık, ruhun “davranışları” na göre o bedeni yönetecektir. Zaten o beden de onun yönetebileceği çapta kurulmuştur. Burada, “ruhların davranışları ”, ruhların kendileri değil; onların, tüm evrenlerde değil, sâdece madde evrenine karşılık gelen ihtiyaçlarının tecellisidir(ortaya çıkışı) (195).

  Demek ki, burada; biri, ötekisi aracılıyla ruha hizmet eden bir varlık ve beden söz konusudur. Bunlardan birisi, daha önce belirttiğimiz gibi karmaşık bir madde yapısına sahip olan ve evren boyunca ruhu izleyen varlıktır ki, bu; ruhun evrendeki simgesi, yansıması ve ifadesi olan çok ince bir enerjiler karmaşığıdır. İkincisi ise, bu varlığın ruha hizmet edebilmesi için, içinde uygulamalar görmek zorunda olduğu kaba âlemdeki maddeler ve varlıklarla bir tesirleşme aracı olarak kullandığı, o âlemin yoğun maddelerinden kaba bir bedendir.

  Demek ki, ruha evren boyunca eşlik edecek varlığa hizmet etmek durumunda bulunan beden; herhangi bir kaba kürede, ruhun ihtiyacına göre, ancak geçici bir uygulama dönemi boyunca o varlığa bağlı kalacak geçici bir araçtan ibarettir. Varlık, bulunduğu vasatta, hizmet ettiği ruhun tekâmül ihtiyaçlarını yerine getirdiği anda, başka bir bedeni kurmak üzere önceki bedenini terk eder. Bu da gene üst tesirlerin yardımıyla olur. İşte varlığın herhangi bir uzaysal objede ikinci bir bedeni kurmasına “enkarnasyon ” ya da “doğum ” o bedeni terk etmesine de ölüm deniyor(57+58). 

  Bedenini dünyada bırakmış bir varlığın spatyomun ilk zamanlarında, kendi ruhundan gelen tesirler dışında; “yukarıdan ”, “aşağıdan ” ve çevreden gelen tüm tesirler ve bağlantılar kesilmiş durumdadır. (not: varlığın spatyomdaki durumuyla ilgili ayrıntılar sayfa 89’da)

  Ruhun evrendeki hizmetlisi(hademesi) varlıktır. Varlığın ruha yönelik görevleri evren boyunca sürer ve ruhun o evrendeki işi/etkinlikleri(uygulamaları) bitince bu görev sona erer. Bu durumda varlık; ruhun belli bir evrendeki tekâmül aracıdır. Bu tekâmül aracı; ruhun, evren üstü planda sürüp giden “davranışlarının ” tüm gerekliliklerini evrende madde olarak ifade eder ki, bu ifâdeler de bir aynadan akseder gibi ruha aksettirilir(32). Bu durumda varlık, hizmetinde bulunduğu ruhun evrendeki, laboratuar aracı durumunda olan(33) simgesidir. Evrenler olmazsa, ruhların tekâmül ihtiyaçları giderilemez; ruhlar olmazsa da, evrenlerin var olmalarının bir anlamı kalmaz. Ruhlar ve evrenler birbiriyle sürekli şekilde baş başa yürürler. Evrenlerin ve ruhların birbiri arasında kesin ve ebedi bir erişilmezliğin bulunmasına karşın, bunlar sanki birbiriyle “kucaklaşmış ” ve birbiri içine girmiş gibisirler. Bu girişim ve etkileşim doğrudan değil, dolaylı yollardandır. Ruhların evrenler arasındaki bu gerişim ve etkileşim, bunların her ikisine de egemen durumunda bulunan Aslî İlke’nin tesirliliği(müessiriyeti) altında olur(19). Varlıkta görünen her tezâhür, ruhun etkinliğinin evrene yansımış bir ifadesinden(temsili bir görünüşünden) başka bir şey değildir ve ruh; evrenden çekilince, onunla ilgili tüm ifadeler ve tezahürler de silinir ve varlık o anda dağılır. Ruhun, varlıktan beklediği tepkileri iyi bir şekilde ruha yansıtabilmesi için, o tepkilerin gerekli elemanlarını(unsurlarını) çevreden toplaması, yani çevredeki varlıklardan ve maddelerden sağlaması gerekir(33).

  Demek ki bir gün gelecek, ruh; kendisine tabi olan varlığı ebediyen terk edip gidecek ve varlık “dağılacaktır ”. Fakat burada “dağılacak ” olan şey, sadece; duyguları, fikirleri ve şimdi tanımadığımız, ileride gelecek daha başka sayısız ifadeleri taşıyan maddelerin bileşimleri, şekilleri ve hareketleri olacaktır. Maddede görülen bu durumların ruhtaki asılları ise ruhla beraber ebedî oluş ve akışlarını sürdürecektir. Esâsen ruhun evrenden ayrılmasıyla birlikte, varlığında taşıdığı tüm ifadeleri yitirip, hemen tekrar ayıl amorf şekline dönüvermesi bu gerçeğin en açık kanıtını oluşturur.

  Görülüyor ki varlıkta cereyan eden durumların, gelecekte ruhlar âleminde olan, ne olduğunu da bilemediğimiz çok geniş ve kapsamlı durumların ve etkilerin ancak maddesel görünümü olduklarını bu şekilde ifade etmiş bulunuyoruz. İşte bunun içindir ki, “varlık ” denince; ruhları anımsar ve varlığa ilişkin olayların, ancak ruhlar alemindeki(içeriklerini bilmediğimiz) karşılıklarına ait olduklarını anlarız. Ruhların, hizmetlerinde bulunan varlıklardaki gelişimlerine paralel durumlarına “tekamül ” diyoruz. Bu durum, ne olduğuna asla nüfuz edemeyeceğimiz ruhların sınırsız gereksinimlerinden evrende giderilen ve dünyamızda “tekamül ” kavramıyla ifade olunan bir durumdur. Tekâmülün maddeler içindeki iafdesi gelişimdir ve bu durumuyla varlık, tekâmüle bir araçtır(37). Tekâmülün gidişini incelemek demek, varlığa araç olan maddelerin gelişim şekillerini ve “yürüyüşlerini ” incelemek demektir(38).

  Bir ruhun, hizmetinde bulunan varlığı etkilemesi, varlığın şuur üstünden olur. Varlığın, ruhundan gelen tesirler onun bu kısmından(şuur üstünden)(varlığa) girer. Varlıkların kendi aralarında ve hizmetinde oldukları ruhlarla bağlantı yerleri şuur üstü alanlarıdır(141+149).

Ruh, Varlık, Beşerî Plan

  Dünya bedeni olan organizma “şuurlu bir madde ” dir. Ruh, evrendeki varlığı aracılığıyla, maddesel alemin derinliklerine kadar uzanarak bir bedene/organizmaya bağlanır. Ruh bu bağlanma ile o bedenin tüm koşullarına da bağlanmış olur (***) ve bu koşullar içinde, organik etkinliklerden başka, “ruhi ve manevi” denilen tüm halleri ve haletleri deneyimler(35). Demek ki ruh, bu şekilde dolaylı yoldan “maddeye katılır ”, şuurlu madde olan varlığını kurar; bu varlık da, kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların yardımıyla bir uzaysal objenin(örneğin, dünyanın) kaba maddelerinden kendisine ayrıca bir beden/organizma yapar. Varlık bu beden aracılığıyla maddelere tesri eder, kullandığı kaba maddelerle de kendi dışındaki öteki bedenlere tesir ederek beşeri plandaki etkinliklerini/uygulamalarını sürdürür.

  Bu beşeri plandaki bedenli yaşamda Vazife Planı’na hazırlığın “yarı idrakli subjektif bir gelişim aşaması ” başlamış olur ki, burada “ışık konisinin ” tabanı hem “yükselmiş”, hem de oldukça aydınlanmış durumdadır. “Işık konisi ” nin tabanı bu aşamaya ulaşınca artık alan iyice “aydınlanmış” bulunur. Buradan itibaren(Aslî İlke’nin Kudretinin gerçekleştirici etkisi olan-191) icaplar açık olarak tezahür eder. Bu durum, idraklerin icaplara hızlı uyumunu sağlar. Buradan itibaren ruhların “davranışlarıyla” icaplar birleşmeye başlayacaktır(193).

  Buraya kadar varlıklar “ışık konisi ”nin tabanını, çeşitli mekanizmalarla sanki itilerek ve sürüklenerek “yukarı” doğru izleyebiliyorlardı; ama onlar artık kendi liyakat ve idrakleriyle “ışık konisi ” nin hizmetine tırmanabilecek güce erişmiş durumdadırlar ve tepeye doğru “tırmanmaya” başlamışlardır. Ruhların idrakleriyle icapların birleşme alanları böylece genişleye genişleye ilerlerken “ışık konisinin ” tabanı sonunda öyle bir noktaya gelir ki, orada icapların bütünü ile, ruhların bu evrene yönelik tüm “davranışları ” ve idrakleri tam bir vahdet haline gelmiş bulunur. Böylece tepeye ulaşmış olan “koni ”nin tabanı, o tek nurlu noktada yolculuğunu tamamlamış olur(194).  

  Bu “yükseliş ”, evrenin Ünitesi’ne doğru bir yükseliştir çünkü (“koni” nin tepesi Ünite değildir ama) Aslî İlke’nin Kudreti’nin ışığının(tesirliliğinin) evrene giriş yeri Ünite’dir. Bu “tırmanış ”ın hızını, idraklerin icaplara uyumlama(yani onlarla vahdet haline girebilme) oranı belirler. Bu nedenle bu aşamadaki gidişe, gelişimin, “aktif uyumlar aşaması ” da deniyor. Bu durumda gelişim artık objektif karakterlidir(194). Işık konisinin tabanı tepeye doğru yaklaştıkça idraklerde aydınlanma da sürüp gider ve Vazife Planı’ndan itibaren başlayacak olan aşamaya doğru hazırlıklar ilerler ve sonunda koninin tabanı beşeri plan üstü ve hidrojen âlemi ötesi olan Vazife Planı düzeyine kadar yükselir.  

  Buradan ötesini daha sonraki paragraflarda ele almak üzere, beşeri yaşam ve bunun varlığın gelişimi(ve dolayısıyla ruhun tekâmülü) üzerindeki katkısı üzerinde biraz daha duralım: Varlığın gelişimi ve dolayısıyla ruhun tekâmülü kapsamında beşeri yaşamda(mâşeri planda) ortaya çıkan olaylar idrak ile ruha akseder ve ruhun tekâmülüne katkı sağlar. İdraklenme sürdükçe, ruhta yeni yeni  ve daha ileri ihtiyaçlar belirir. Bu yeni tekâmül ihtiyaçları içinde ruh; bedenin çevresiyle yapacağı daha geniş alandaki bağlantılardan, daha anlamlı tepkiler ve sonuçlar beklemeye başlar. Bu şekilde ortaya çıkan yeni ihtiyaç da, gene öncekinde olduğu gibi; varlık aracılığıyla bedene akseder ve bedenden yanıtını alır. Yani ruha hizmet eden varlık, hemen bedeni aracılığıyla; çevredeki kaba maddelere tesir ederek, ruhun bu yeni ihtiyaçları karşısında gerekli olayların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin, iyilik/kötülük yapar, hırsızlık yapar, katil olur, fedakârlık yapar vb. Bunların çevreden gelecek karşılıkları ve tepkilerini alır. Tüm bunlar birer olaydır ve bu olayların her birini idrak ile varlık, ruha aksettirerek onun tekâmülüne katkıda bulunur. İdrak, maddede(varlıkta, organizmada) ortay çıkan bir olgudur. Bununla beraber idrak, aynı zamanda; bir aynadan akseder gibi, ruhun evrene aksetmiş etkinliklerinin maddedeki karşılığıdır/ifadesidir. Yani idrakin, hareket bakımından durumu maddeye, ifade bakımından durumu ruha aittir. Ruhun evren üstü durumlarına ait olan bu iafde böylece, madde hareketlerinin hareketlerine tabi olarak evrende(yani maddesel bir realite içinde) ancak idrak mekanizmasıyla temsil edilmiştir. Kısacası, idrak, ruhta bulunan ve ne olduğu evren sakinlerince de bilinmeyen bir “davranış ” ın maddedeki teknik ifadesidir. Beşeri planda böyle bir gelişim içinde, dünyanın son gelişim aşamasına varmış olan beşer, nihayet daha ileri aşamalara geçmek üzere dünyadan tamâmiyle ayrılma noktasına gelmiş olur(61).

  Demek ki ruhun tekâmülüne hizmet eden varlık dünyadaki son bedeninin ölümüyle, o vasattan ayrılınca ve olanakları çok bol ve kapsamlı bir üst vasata geçecektir. Şu halde, nasıl bir ruhun tekâmülü için evrendeki, onun süptil maddesel aracının(varlığının) kaba bir uzaysal objede doğuşu bir gereklilik ve zorunluluk ise; ruhun daha sonraki tekâmülüne hizmet edebilmesi için, bu süptil varlığın işine yaramayan duruma gelmiş olan kaba vasatlara geçmesi de o kadar kuvvetli gereğin zorunluluğu olur(94).

  Ruhun evrendeki tekâmül aracının ve(evrendeki) ifadesinin varlık olduğunu söylemiştik. Bu varlığa tahsis edilmiş madde cüzülerinden oluşan bileşimler bütünüde beşerdir/insandır. Beşer de ruhun dünyadaki tekâmül aracıdır, elbette ki varlık aracılığıyla(185)... Bu durumda beden, dünya malı bir organizma olarak varlığa hizmet ediyor ve kaba dünya maddeleri içinde o varlığın bir simgesi ve ifâdesi oluyor; tıpkı ruhun simgesinin de varlık olduğu gibi... Şu halde, dünyada bedenden ruha kadar uzanan, bu birbirinden farklı “beden-varlık-ruh” ilişkisi; beşeri kafalarda, “bedenin içinde ruh varmış...” zannını uyandırmıştır(189).

  Varlık, dünya bedeni aracılığıyla dünya maddelerine ve öteki varlıkların bedenlerine tesir eder ve olaylar oluşur. Bu olaylar, bedenin tabi olduğu “yüzeysel zaman realitesi ” ne göre cereyan eder. Buna karşın, maddelerden ve olaylardan gelen tesriler “küresel zaman idraki ” ile değerlendirilerek, varlığın idrak kanalıyla ruha akseder. Ruhun tekâmül ihtiyaçları bu şekilde karşılanır(186).

  Ruhun evrendeki tekâmül ölçüsü, idrak olanaklarıyla değerlenen gerçek değerler gösterir: Vicdan, realite, idrak, bilgi, sevgi, vb. dünya beşeri yaşamda ortaya çıkan değerler, maddesel görünümlerden ibarettir. Bunların asıl değerleri(bir bakıma sanki “ideleri ”) varlıktaki kudretlerdir. Dolayısıyla bunlar, sadece dünyada geçerli ve “yüzeysel zaman idraki ” ile ölçülebilen dünya şekilleri/halleri ve görünüşleridir. Bunların beslendikleri ve gelişmelerine araç/vesile oldukları asıl varlıktaki değerler ise, varlığın tabi bulunduğu “küresel zaman”ın “sınırsız ” diyebileceğimiz idrak olanaklarıyla değerlenen gerçek değerlerdir ki, bu değerler; ruhun evrendeki tekâmül ölçüsünü gösterir(136). Evren içindeki tüm formasyonlar ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre ayarlanmıştır. Bunun için ölçülü transformasyonlar(değişim dönüşümler) çeşitli mekanizmalarla oluşturulur(129). Bu değişim, dönüşüm ve oluşum süreci içinde ruha akseden bilgiler(en azından bir kısmı), idrakin, olaylardaki Sebep-Sonuç bağlarına uyumu oranında ortaya çıkan bilgilerdir. Başka türlü ifadesiyle, idrak edilmiş ve Sebep-Sonuç bağlarıyla uyumlanmış bilgiler ruha ulaşıyor(123). Bu cümleden olmak üzere, “öz-bilgiler”in, “öz idrak” kanalıyla ruha aksetmesi konusunu idrak kavramıyla ilgili kısımlarda görmüştük(128).

Ruh ve Ünite

  Bir ruhtan gelen tesire karşı, maddenin(yani ruhun evrendeki varlığının) hareket şeklinde verdiği tepkinin, gene aynı tesir kanalından Ünite’de geçerek ayını ruha aksettiğini geçtiğimiz paragraflarda belirtmiştik.  Bir evrene yönelik Aslî Tesir de o evrenin Ünitesi’nden geçerek evrene giriyordu. “Varlıklar ve icaplar birliği ” olan Ünite, gelişimlerinin son sınırında bulunan varlıkların bulunduğu evrenin en süptil yeridir. Bu durumuyla Ünite, bir “idrak vahdeti ”dir(195). Bu durumdaki varlıklara bağlı olan ruhlar da evrende ki işlerini bitirmek üzere olan ruhlardır(64).

  Daha önce değinip geçtiğimiz “Işık Konisi ” nin de evrene girdiği yer Ünite’dir. Kısacası, ruhların uygulama yeri olan evren Ünite’den yönetilir. Ünite, varlıkların kavrayamayacakları ve ancak oraya girdikten sonra kavuşabilecekleri, evrenin külli bir idrak, icap ve olanak vahdetidir(246). Evrenlerin ve ruhların tüm durum ve mukadderleri Asli İlke’nin Kudreti’nin gereklerine(icaplarına) göre belirlenir. Bu büyük hakikat sonsuz ruhlar âleminin ve ebedi evrenler zincirinin üstünde ve mutlak bir erişilmezlikle onlardan ayrılmıştır. “Asli İlke ” dediğimiz bu hakikatin açıklanması konusunda bir fikir beyan etmekten ve tek bir söz söylemekten aciziz. Çünkü o, erişilmezliğin erişilmezliği durumundadır. Ruh ve evrenin, bu dolaylı ama çok sıkı etkileşimine karşın, ruh evrenin içinde değildir. Esasen iç ve dış kavramları evrene özgü reliteler olduklarından, “ruh evrenin dışındadır ” da denilemez. Çünkü bir evrenin dışı, başka bir evernin içi demektir. Yani bir evrenin dışında boşluk diye bir şey yoktur. Fakat bu sözlere bakıp; evrenleri, birbiri içine girmiş küreler olarak tasavvur etmek de doğru olamaz(17). Ruh, evren içinde süptil bir madde varlığı tarafından temsil ve ifade olunması bakımından evrenin içindedir. Ruh ve evren arasındaki etkileşimin, sanki bir aynadan aksediyormuş gibi dolaylı yoldan olduğunu daha önce de belirtmiştik. Bu benzetmede “ayna”,Aslî İlke’nin doğrudan doğruya kendisi değil, Aslî İlke’nin Kudret olarak(o Kudret’in bir cephesi olarak) düşünülmelidir(20).

  Rakamlar İLÂHÎ NİZAM ’dan alıntılamaların sayfa numaralarıdır.

(*) Sadıklar Planı Tebliğleri’nde “pasif tekâmül ” kavramı(sayfalar 76+81)

(**)  “Değer farklanması” ve hareket oluşumu: “Bir maddenin etkinliği” demek, onun bir hareket sergilemesi demektir. Maddeyi hareket ettiren etmen tesirdir. Tesir, maddede hareketlilik şeklinde tezâhür eder ve bu hareket denge değişimleriyle olur. Âlemde her şey bir “birim düalitesi”dir, yani her şey iki zıt kutuptan oluşmuştur. Bir birim düalitenin hareketlenmesi, o birim düalitedeki dengenin bozulmasıyla olasıdır. Dengenin bozulması (ve “hareket”in ortaya çıkması) zıtlardan birinin “tesir yüklenmesi”yle olur. İşte, maddedeki(birim düalitedeki) bu zıt unsurların mevcudiyeti ve unsurlar arasındaki değerlerin farklanması “düalite ilkesi ve değer farklanması” olarak ifadeye konmuştur. 

(***) Hermes’in özdeyişi: “Ruh varlığı küreden küreye düşerken, gitgide ağırlaşan bedenlere bürünür. Bu düşüş dünya zindanına varıncaya kadar sürer. Gitgide, maddeye daha çok bağlanmanın verdiği sarhoşlukla, manevi kökenlerinin anısını unutur.” – Hermes (İdris Peygamber)

 Yayın Tarihi:03 Eylül 2017 

<<  ÖNCEKİ BÖLÜM

 SONRAKİ BÖLÜM >>

 

© Astroset 2003-2017