Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

"DİĞER" HAYAT

David Spangler
Çeviren:Işık Uçkun
Yayın Tarihi:17.Eylül.2008
http://www.theosociety.org

  Beş altı yaşlarımdayken annem ve babamla birlikte bir Walt Disney çizgi filmini izlemeye gitmiştik. Bu kısa animasyonlu yapımda eşyalar ve diğer nesneler canlıydı ve filmdeki diğer karakterlerle konuşuyordu. Karanlıkta oturup bu filmi izlerken şöyle düşündüğümü hatırlıyorum, “ Birisi benim dünyamı film yapmış! ”
  Belki benim dünyamdaki kanepeler ve sandalyeler Disney filmindeki gibi kalkıp şarkı söylemeye ve dans etmeye kalkmıyordu (gerçi olsa çok güzel olurdu!) ama bu eşyaların varlıklarının, farkında olduğum duyarlı bir enerjilerinin olduğu kesindi. Benimle o duyarlılık arasında bir karşılıklı etkileşim olması mümkündü.

  “Her şeyin canlı olduğu” düşüncesi bir milenyum boyunca şaman dünyasının bakış açısının bir bölümü olmuştur ve yakın tarihe ait bazı mistik tradisyonlarda da bunu görmek mümkün. Hayatın her zaman hissedilebilme özelliği tüm zamanlardaki bütün kültürlerdeki insanların deneyimlemiş olduğu bir şeydir. Popüler dilde ve kültürde bile her nesneye bir kişilik yükler ve onlar hakkında sanki canlılarmış gibi konuşuruz. Modern bilim ve psikoloji bunun kendimize ait kısmının sadece insan biçiminde bir yansıtma olduğunu söyleyecektir ama kadim kültürler buna farklı yaklaşmaktadırlar. Şimdi ise biyoloji ve organik kimya bilimlerinin sınırlarının ötesindeki hayatın ne olduğuna dair tanımımlarımızı genişleten, kaos teorisi ve dengesiz termodinamik bilimi gibi bilim dalları var.

  Bununla beraber makaledeki amacım ise teoriyi değil fenomenolojiyi tartışmak. Sizinle, beni her şeyin canlı olduğunu görmeye yönelten deneyimimin ne olduğunu paylaşmak istiyorum.

  Şamanizme ait düşünceler toplumuzda son zamanlarda özellikle alternatif ve doğa eğilimli spiritüalistler arasında kendine daha çok yer edindiğinden ve bizler de daha holistik ve ekolojiye eğilimli zihinlere sahip olduğumuzdan “her şey canlıdır” sözü giderek daha yaygın hale geliyor. Ama bu gerçekten ne anlama geliyor? Her şeyin paylaşıldığı bu hayat nedir? Bir mistik bu durumda bunun Tanrı’nın hayatı veya Evrensel Hayat olduğunu söyleyebilir ama bu en sevdiğim kanepemin kumaşı veya metaller ya da plastiklerle iligli olarak ne anlama geliyor? Bence hiç kimse bunun sizi ya da beni, penceremden gördüğüm dışarıdaki kuşları ve üzerine yuva yaptıkları ağaçları canlandıran hayatla aynı olduğunu iddia etmeyecektir.

  Ama ben tüm hayatım boyunca etrafımdaki her şeyi canlı olarak deneyimledim. Ya da başka bir deyişle, hayat benim için sadece biyolojik ya da organik bir fenomen olmaktan ibaret değil. Hayat, organize edilmiş ve kendi kendine işleyişini devam etiren bir enerji tezahürüdür. Peki bu ne demek?

  Bu soruyu araştırmak için, sizinle hayatın varlığını cansız bir objede, normalde cansız olarak kabul edilen bir nesnede nasıl deneyimlediğimi paylaşmak istiyorum. Bunun için salonumdaki bir kanepeyi örnek olarak seçiyorum. Duyular ötesi veya süptil bir deneyimi kelimelere dökebildiğim sürece bu işlemi fenomenolojik olarak tanımlayabilirim, tıpkı bir doğa uzmanının yeni bir hayvan veya bitki türü ile ilgili deneyimini tanımladığı gibi.

  Evren canlı olduğu için kanepenin de canlı olduğunu söylemek ne demektir? Bir eşya parçası benim için neden ve nasıl canlı olabilir? Bu ne anlama gelir? Böyle bir hayatın içinde saklı olan anlamlar neler?

  Kanepeme baktığımda ilk gördüğüm şey herkesin görebileceği türden; yani onun fiziksel görünüşü. Yaklaşık 220 cm.’den daha uzun ve uzanıp televizyon izlemek için mükemmel bir kanepe (tabii çocuklarımdan biri yerimi kapmadan yetişebildiğimi farzederesek!). Tahta ve kumaştan ve kalın keçeden ve eşit derecede kalın, yumuşak yastıklardan imal edilmiş. Kırmızı renkte, arka fonunda yaprak ve asma resimleri ile yeşil ve altın renginde çizgileri var. Hem görünüşü çok güzel hem de çok rahat bir kanepe. Anlayışın bu düzeyinde kanepem çok sıradan ve kelimenin bu seviyedeki algılanış biçimiyle yaklaşıldığında hiç de canlı değil.

 Farkındalığımı daha derin bir seviyeye dönüştürdüğümde ise, kanepe bundan daha fazla bir şeye dönüşüyor. En basit düzeyde “içsel” olarak, onu çevreleyen bir enerji alanının farkındayım. Her şey bu enerji aurası ile sarılıdır. Bu alan yapışkandır ve düşünce ve duyguların ürettiği diğer enerji formları ile ruhsal uyumlanmalarımızın da ürettiği enerjileri biriktirebilme özelliğine sahiptir.
  Örneğin kanepeme uzandığımda ya da oturduğumda kendimi olumlu ve huzurlu hissediyorsam, bu huzurun titreşimleri bu enerji alanına nüfuz edebilir ve oraya yapışabilir, benzer şekilde eğer kendimi sıkıntılı ve üzgün hissediyorsam, bu duygusal enerjiler de söz konusu alana yakalanabilir. Bu tıpkı etraftaki zihinsel, duygusal ve ruhsal aktivitelerin enerjetik keçelerini yakalayan ve tutan bir psişik *Velcro’ya benzer (* Velcro bir kanca ve ilmek kopçalarından oluşan bir kumaş markasıdır. Bu kumaş iki katmandan oluşur, birincisi kanca katmanıdır, bu katmanın yüzeyi küçük kancalarla kaplıdır, bir de ilmek katmanı vardır ve bu katman da küçük ve tüylü ilmeklerle kaplıdır. Bu iki katman birbirine bastırıldığında kancalar ilmeklere takılır ve iki katman birbirine tutturulmuş olur).

  Bu psişik enerjiler sürekli tekrarlandığında kanepenin enerji alanına oldukça derinden nüfuz edebilirler ve bu tanımladığım yüzeysel Velcro tabakasını aşarak onun enerjetik maddesini giderek daha derinden etkilemeye başlayabilirler. Ya da tersine, bu enerji keçesi hafif bir biçimde tutulup bir parça enerji temizleme çalışmasıyla çıkartılabilir. Bir kişinin ev işlerini sevgiyle ve neşe içinde, özellikle de müzik titreşimi ile yapmasıyla ve bu arada da odanın içinde temiz, berrak ve canlı bir enerjinin dolaştığının gözde canlandırılmasıyla eşyalardan sözkonusu enerji kolayca atılabilir.

  Bu enerjiyi hissetmek psişik veya enerjetik bir hayat izlenimi verebilir ama bu gerçekte diğerlerine ait olan ve kanepenin süptil maddesine kaydolan hayat enerjisidir. Bu basit düzeyde kanepe enerjetik olarak aktiftir, tıpkı çoğu nesnelerin olduğu gibi, ama bu canlı olmakla aynı anlama gelmez. Kanepenin kendi kendine nasıl canlı olabildiğini keşfetmek için daha derinlere inmem gerekir.

  Bunu yapmak için farkındalığımı değiştirdiğimde, hedefi aşıp kendimi, sadece kanepenin içinde değil bütün her şeyin içinde mevcut olan bir Varoluşun ve Hayatın farkına vardığım mistik bir haletin içinde bulmam mümkün. Bu, tüm varoluşun kendisinden meydana geldiği ve benim Kutsallık seviyesi olduğunu düşündüğüm temel bir hayat biçimi. Hayat bu düzeyde evrensel bir ortamdır. Bu hepimizin paylaştığı bir hayattır, Kozmos’un hayatı, Bir Olan’ın Hayatıdır ve bizler bunu anlayabiliriz.

  Bu seviyede, kanepe kesinlikle canlıdır ama o artık bir kanepe değildir. O, her şeyin içinden akan ve her şeyin tezahürünün altında yatan evrensel bir birliğin bir bölümüdür. Aynı zamanda Kozmos’un canlı olduğunu ve başka söze gerek olmadığını da söylemem gerekiyor.

  Astronomide, bir gezegenin varolabilmesi ve hayatının bildiğimiz anlamdaki evrimi  için gereken ortamı sağlayabildiği ve bir yıldızdan uzaklığı ifade eden “yaşanabilir uzaklık” kavramı vardır. Bu alanın ne kadar geniş olduğu ve bir güneş sisteminde nerede bulunduğu o sistemin yıldızının karakteristiklerine ve doğasına bağlıdır.  (Astronomlar bazen bu bölgeye ‘altın bölge’ diyorlar çünkü ne çok sıcak ne çok soğuk, son derece uygun ısıda bir bölgedir).

  Benzer şekilde, ne zaman kanepenin içindeki hayatı arasam, yeterince uzağa bakmazsam, yüzeysel görünüş seviyesinde kalmaya devam ederim, yani enerji birikiminin olduğu aurasının seviyesinde. Eğer çok uzağa ya da çok fazla derine bakarsam, geniş, kozmik ve her şeye nüfuz eden, Bir Olanın Hayatı olan bir hayatın gerçekliğine girmiş olurum.

  Dolayısıyla benim aradığım, “Hayatın Altın Bölgeleri” ve ben bunu hayatın evrensel akışının modeller, sistemler ve sürekliliği olan, ayrıca belli bir derecede kendi kendine varolabilen enerji girdapları oluşturmak için belirli çekicilerin etrafında organize oldukları bir alanda buluyorum. Bence bunların hepsi *enkarnasyon (*yeryüzünde bedenlenme) sistemleri ve sadece enerjinin ya da maddenin birikmesini sağlamıyor, bunu aynı zamanda ısrarlı bir tavırla organize ediyorlar; bunlara “kendi kendini yaşatan” anlamına gelen “autopoiteic” olarak tanımlamak mümkün. Bu alanlar belli bir ölçüde uyumluluk ve bütünleşme içerirler. Benim terminolojimde bunlar birer kimliğe sahiptir ve aynı zamanda etraflarında akan enerjinin kalan kısmından kendilerini ayıran bir doğanın sınırlamalarına sahiptir.

  Gözünüzde bir nehir canlandırın. Nehir akarken, nehir kenarında duran bir ağaç dalı suyun içine düşüyor ve dibe batıyor. Dal bu durumda akışı belli bir ölçüde engelliyor veya zorlaştırıyor. Su, dalın etrafında türbülans oluşturuyor; hatta bu bir anafora da dönüşebilir. Bu anafor, suya düşen dal orada akışı engellediği bir sınır oluşturduğu sürece üzerinden akan suya rağmen oradaki varlığını koruyan bir şekildir.

  Bir yönden bakıldığında, hayat da böyle bir anafordur aslında; bir organizasyon sisteminin gelişmesini ve varlığını sürdürmesini mümkün kılan ve kendi farklılığını tanımlayan bir sınır bölgesinin içinde ve etrafında akan enerjinin kompleks bir organizasyonudur.

  Yani ben kendi kanepemi daha derin bir anlayışla incelediğimde, sadece evrensel bir güç ya da varlıkla değil veya sadece bazı enerjilerin ve özelliklerin biriktiği bir alan değil, aynı zamanda kendine özgü, kendi içinde bir uyumululuğu, bütünlüğü taşıyan bir organizasyona sahip bir enerji fenomeniyle karşılaşmış oluyorum. İşte bu, kanepeyi canlı olarak algıladığım, biyolojik değil enerjetik bir varlık olarak algıladığım nokta. Benim algıladığım bu “diğer hayat” nasıl bir şey?

  Nehir mecazını yeniden kullanacak olursak, enerjetik organizasyon anaforunu ve hayatı yaratan dal parçası  bu noktada kanepeyi yaratan insan niyeti ve imajinasyonudur. Birinci durumda mesele kanepe ya da yatağın ilk düşüncesine (idesine) uzanan uzun bir kökene sahip olan ve bu dalın gövdesini oluşturan kanepe düşüncesinin (idesinin) kendisidir. Ama evrensel maddenin akışına asılarak anaforu oluşturan sınırı yaratan ağaç dalının küçük dalları ve yaprakları belirli bir kanepeye ait belirli bir düşüncenin ve tasarımın ürünüdür.

  Bu yaratıcı niyet; enerjinin, etrafında kendini organize etmeye ve modellemeye başladığı “çekiciyi” meydana getirir. Bu, kanepenin enkarne oluşunu sağlamak için bir sınırla birleşen ilk kimliktir. Bu enkarnasyon, tamamen onu ilk şekillendiren tasarımcıya ait değildir. Onun yaptığı sadece kanepenin fiziksel modelini, görüntüsünü ve fonksiyonunu meydana getirmekti, dolayısıyla o sadece nehrin akışının ortasına düşerek enerji organizasyonunu oluşturan daldır. Bu daldan meydana gelen anafor veya enerji modeli ise farklıdır. Bu ikisi ilişkili olmasına rağmen özdeş değildir.

  Bu altın bölge seviyesindeki kanepenin enerji modeli bana sadece bir kanepeden ibaret gibi gelmiyor. Aslında bu bizim fiziksel nesnelerin oluşma şekline dair bildiklerimize hiç benzemiyor; bu daha çok kaotik oluşu ve enerji organizasyonunun modellenişini yansıtan bir “şuur şekli”. Bu şekil onun şuur kapasitesini ve potansiyelini yansıtmaktadır. Bunu fiziksel olarak tarif etmenin bir yolunu bulamıyorum, ama örneğin bir matematiksel eşitliğin ya da müzik melodisinin “şekli” ne olabilir ki?

  Benim kanepem olan bu organize enerjinin “şeklini” deneyimlediğimde bu çok fazla karmaşık veya esnek olmadığından; çok fazla müdahaleyi gerektirmez (hele fiziksel düzeyde hiç gerektirmez). Kıyaslamak gerekirse bir insan çok da fazla kompleks, organize ve çok daha kapasitesi geniş bir enerji formudur.

  Tamamen farklı bir mecaz kullanmak gerekirse, oyuncak aksiyon figürleri sahip oldukları eklem yeri sayısına göre sınıflandırılırlar, yani hangi noktadan eğilebileceklerini ve ne kadar esnek olabileceklerini belirleyen sahip oldukları birleşim noktası sayısı sınıflandırılmalarında etkendir. Çocukken plastik oyuncak askerlerden oluşan bir oyuncak setim vardı ve bunların her biri tek parçaydı. Eklem noktaları yoktu ve eğilip bükülemiyorlardı. Sonra tek bir eklem noktası olan oyuncak askerler ortaya çıktı, bunlar bellerinden bükülebiliyorlardı. Daha sonraysa oyuncak üreticileri başlarını döndürebilen veya ellerini, ayaklarını, dirseklerini veya dizlerini döndürebilen figürler ürettiler. Bunların daha da fazla eklem yeri vardı ve bu eklem yerleri ne kadar fazlaysa normal bir insanın sahip olduğu o kadar çok pozisyon değiştirilebilme özelliğine sahip oluyorlardı. Oyuncak askerinizin eğildiğini, diz çöktüğünü veya oturduğunu imajine etmenize gerek kalmıyordu; o gerçekten diz çökebiliyor, eğilebiliyor ve oturabiliyordu.

  İnsanlar enerjetik olarak çok fazla sayıda eklem yerine veya duyarlılık noktasına sahiptir, bunlar şuurumuzun eğilebildiği ve çevreye göre şekillenebildiği, girişimde bulunduğu vs. noktalardır. Benim kanepem sadece birkaç eklem noktasına sahip ve dolayısıyla kendi algılama ve eylemde bulunma sınırları içerisinde, bir enerji varlığı olarak bana göre çok daha sınırlı. Yine de, bu enerji seviyesinde tamamen cansız ya da farkındalığı olmayan bir varlık değil.

  Can alıcı olan nokta ise, benim “enerji” adını verdiğim, (bunun nedeni daha iyi bir tanımlama bulunmayışı)  ağaç dalı ve anafor örneğimdeki “nehir” olan varlığın süptil içsel organizasyonlarını oluşturan madde veya akışın “duyarlı oluşudur”. Başka bir deyişle, duyarlılık, hayat, şuur, zihin, farkındalık ve bunun gibi kelimeleri kullandığımız her deneyimde veya ifadede bu daha temel bir maddenin bir yansıması olmaktadır ve ben buna genellikle “Kutsal Enerji” ya da “Kutsal Varlık” adını veriyorum. Sonuç olarak, bu temel, vazgeçilmez maddeden meydana gelen (enkarne olan da denilebilir) her organizasyon, model ya da sistem, farkındalık ve hayat niteliklerine sahip olacak, kendi organizasyonunun şekline, “şuurunun şekline” uygun olarak şekillenecek ve anlam kazanacaktır.

  Dolayısıyla keşfediyorum ki, enerjinin “altın bölgesinde” ve farkındalık düzeyinde kanepemde farkında ve canlı olan bir duyarlılık var, bu benim ya da başka bir organik, biyolojik varlığın değil, daha çok kendisinin tezahür ettiği duyarlı enerjiye uygun ve mükemmelen faydalı bir duyarlılık olacaktır, bu tezahür o anda tamamen insan müdahalesiyle değil, imajinasyon ve yaratıcı niyetle hayata geçirilmiştir. Bir çocuk olarak deneyimlediğim ve eşyanın ya da diğer nesnelerin içinde hissettiğim ve benim dünyamı oluşturan ve Disney çizgi filminde son derece çekici ve olağandışı olarak gösterilen hayat, işte bu duyarlılıktı. Bu hayatın varlığının ruhsal varlıklar olarak hepimiz için ve eylemlerimiz açısından gerçek sonuçları var.

  Yazının Devamı >>

 

© Astroset 2004-2010