Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

ZAMAN ve MEKAN

Edward C. Farnsworth
Çeviren:Işık UÇKUN
Yayın Tarihi: 27.Kasım.2008

  Bütün felsefe öğrencileri zamanı ve mekanı ebedi birliğin imajinatif suretleri olarak algılarlar ve bunların her biri sonlu anlayışı üçlü bir ifadede tezahür ettirir.
  İnsan zihninin sınırlamalarından dolayı zamanı geçmiş, şimdi ve gelecek olarak bölüyoruz ama yüksek düzlemde bütün zaman sınırlamaları Ebedi Şimdi’de erirler. Bulunduğumuz fizik düzlemdeki mekan anlayışımız fiziksel görüşü sağlayan insan organlarının eksikliğinin bir sonucudur ve bu yüzden de sınırlı ve eksiktir. Etrafımıza baktığımızda bir nesnenin beş, on ya da yirmi mil uzakta olduğunu söyleriz; deneyimlerimizden kazandığımız perspektifimiz bize görünür uzaklıklar hakkında az çok bilgi verirken bir çocuk ise aya en yakınındaki oyuncağına uzandığı rahatlıkla uzanabilmektedir. Bir ressam uzaktaki bir nesneyi yakında göstermeye ya da yakındaki bir nesneyi uzakta göstermeye niyetlendiğinde perspektif kurallarını ihlal etmektedir.

  Düz bir zemin üzerinde on mil boyunca bir kolonlar halinde uzanan evler düşünün, bunların hepsi kesinlikle aynı boyutlarda olsun, birbirlerinden uzaklıkları ise elli ya da yüz fit kadar. Çizginin bir ucunda bulunan saf bir gözlemci, bunduğu açı bütün evleri görebilecek şekilde duruyor olsun, evlerin kendisinden uzaklaştıkça küçüldüğünü ve birbirlerine yaklaştıklarını söyleyecektir. Oysa varılan bu sonuç doğru değildir. Göz, kusurlu bir organdır ve iyi bir dürbünü yardıma çağırdığında bunu fark edecektir. Nesneler sekiz ya da on mil uzaklıkta görünürlerken dürbün tersine çevrildiği taktirde olasılıkla yirmi ya da otuz mil uzakta görüneceklerdir. Bundan şunu öğrenmekteyiz, bir perspektifin üzerinde bulunan bir göz, çizginin uzağında bulunan en sondaki evi en az en yakındaki kadar detaylı görebilir ve o ev ona uzak gelmez.

  Zaman adını verdiğimiz kavram da benzer şekildedir. Mevcut anda gerçekleşen olaylar bize zihinsel olarak yakın ilişkideymişiz gibi görülür, tıpkı ilk ev gibi; düne ait olanlar da çok uzakta değildir ve çizginin uzağında bulunan birtakım evlerle kıyaslanması da mümkündür. Yine de birisi çıkıp şunu söyleyebilir; “yıllar önce gerçekleşen bir olay biliyorum ve bu bana sanki dün olmuş gibi geliyor”. Kesinlikle öyle! Çünkü şu anda bunu söylerken dürbününü kullanıyor. Ölüm anında tüm geçmiş hayatın kendini zihne ardı ardına gelen detaylar halinde sunduğu söylenir. Neden? Çünkü ruh bu esnada, fizik bedeni oluşturan titreşimleri üzerinden atmaktadır, bu titreşimlerin kökeniyse fizik beyinde bulunur ve beyin bu titreşimleri zihinsel bakış açısının imajinasyonları yoluyla geçmiş ve gelecek ayrımlarımıza tabi tutar. Ardından, dışsal nesnelere olan odaklanışını kaybeden ruh içe döner ve kendi kimliğine dair bu geçici konsantrasyon halindeyken mevcut an içinde tüm geçmişine birden odaklanır. Diğer yandan, ilerlemekte olan mevcut an bize sınırsızca uzun gibi gelebilir ve böylelikle bizlerin zamana neredeyse tamamen köle olduğumuz ortaya çıkar, ama zamanın sırrına hükmedenin sayesinde bir ömür göz açıp kapamak kadar kısa algılanabilir.

  Bazıları, insan zihinlerini geçmiş bir olaya çok canlı bir biçimde döndürmek suretiyle geçmişi şimdiden ayıran imajinatif örtünün yırtılıp parçalara ayrılmasıyla olayın kendisinin fizik plana projekte edilebileceğini söylemektedirler. Bunun zihinsel olarak kısmen fark edilebilmesi örneğin Julius Caesar’ın oyunu izlenirken gerçekleşebilir.
  Diyelim ki, bu birbirine karışan zamanlara sempatinin sihirli gücü ile aktarıldık ve şu anda Roma’da bulunuyoruz. Romalılar ne yapıyorsa onu yapıyoruz.  Marullus’un görkemli konuşma sanatıyla heyecanlanıyoruz ve bu sırada Antony’nin hilekar söz söyleme sanatını dinliyorken Brütüs’ün kaderi terazide tartılıyor.

  Şarkının atası şairin sazından yükseliyor ve çağlar boyunca titreşip duran cesur nota bugün yankısını yüreklerde buluyor. Yine, Grek nöbetçilerin ateşleri Truva duvarlarının etrafında parıldıyor ve yine de bir kez daha Andromache’nin sesi duyulurken rüzgarın süpürdüğü İlium kulelerinin altında duruyor, Hektor’a “elveda” dedikten sonra kaderiyle karşılaşmak için ileri atılıyor.

   Zaman, sikluslar halinde ilerliyor gibi görünse de dairesel gibi görülen bu ilerleyiş aslında spiraldir. Bir yuvarlak testere hem kendi etrafında döner hem de batıdan doğuya doğru dönen dünya tarafından hareket ettirilir. Dünya güneşin etrafında kendi yörüngesinde döner ama güneş de kendi yolunda ilerlediği için dünya asla aynı noktaya iki kez gelmez. Fiziksel olandan daha yüksek düzlemlerde de bu böyledir, zihin düzleminde örneğin, hareket spiraldir ve her zihinsel deneyim aynı siklusta daha önce deneyimlenenden farklıdır.

  Geçmişten ve şimdiden bahsettim, ya peki gelecek? Eğer geçmiş ve şu an, Ebedi Şimdi’nin hayali suretleriyse, bundan geleceğin de aynı kategoriye ait olduğu gerçeği çıkıyor. Eski bir özdeyiş şöyle der, “güneşin altında yeni olan hiçbirşey yoktur”; bu birçoklarının düşünebileceğinden daha derin bir gerçeği açıklıyor. Eğer her şey sikluslar halinde ilerliyorsa geçmişin bilgisi geleceğin bilgisi için anahtar olabilir demektir ve gelecek de geçmişin bir projeksiyonudur. Evrenin bir bütün olarak yukarı doğru bir spiral eğilim içinde olduğunu hatırlayacak olursak, geleceğin, detayda daha dolu ve zengin olmakla birlikte, geçmişin ana hatlarıyla bir temsili olacağı bilgisi açığa çıkar veya geleceğin, geçmişin daha yüksek ve daha kapsamlı bir bakış açısından görülmesi ya da başka bir deyişle yüksek planlarda kendine denk geleni olduğunu söyleyebiliriz.

  Yine, eğer tezahür eden üçleme; geçmiş, şu an ve gelecek ise, bunlar sadece tek bir Ebedi Şimdi’nin sonlu bölünümleridir ve bundan da elbette bugün insanda mevcut olan ve geçmişte varolmuş olup gelecekte de varolmaya devam edecek olan ruhun varlığı ortaya çıkmaktadır ve insanı ilgilendiren her şey tüm evreni de ilgilendirmelidir. Doğanın farklı alemlerindeki her varlığın şekli ya da görüntüsü değişime uğrar, çünkü şekil içsel varlığın yukarıda olanı ve formun sınırlı anlayışının ötesinde olanı fark etme adına olan tekamül işleyişinin derecesini her zamanki şuursuz çabasıyla da olsa, (yüksek zekaların yönlendirici gücü altında) ifade etmektedir. 
  Eğer zaman ve uzaklık gibi böyle sınırlı anlayışlar sadece bizlerin İlahi Birliğe atadığımız sınırlamalar ise, ilahi zihne ve görüntüye göre büyük-küçük ayrımı yoktur. Mikroskop, en küçük şeylerde bile harikulade bir mükemmelliğin kanıtını sunar ve bir şeyleri açığa çıkarma konusunda teleskopla rekabet eder.

  İnsan, spiralin zirvesinde duran emeline olan tekamülsel işleyişinde sürekli olarak yarını ve onun yeni duygulanımlarını düşünmüş ve dünyada dönüp duran bir seyyah gibi düz bir çizgide hareket ediyor görünür. Yine de insan dünyada daha önce çeşitli devirlerde, çeşitli ırklar olarak çok kez dolaşmıştır ve eğer her şey ona şu anda yeni görünüyorsa bunun nedeni başarısız oluşu ve varoluşunun gerçek önemini kavrayamamış olmasıdır, çünkü dikkat edildiğinde her şey gerçek ve bölünemeyen bir bütünün görünür bir parçası olduğu için tek bir şeyin gerçek bilgisi, her şeyin bilgisi anlamına gelmektedir.

  Geçmiş zamanların döngülerinde sürüklenen insan, şu anda ve gelecekte bencilce bir istekle her noktada geçmişte oluşturduğu nedenlerin sonuçlarıyla karşılaşmaktadır; ama kendini tutkunun kör edici etkilerinden ayıramayan kişi için güneş asla doğmaz. Sabah, öğle ve gece yarısı aynıdır çünkü ebedi ruhsal Güneş ışınlarını yine onun üzerine düşürmektedir ve onun saf ışığında illüzyon yok olmakta; geçmiş, şimdi ve gelecek kendilerini zihinsel görüntüleriyle eşzamanlı olarak sunmakta, mesafeler kaybolmaktadır. Merkezden başlayan gözü dairenin çevresine kaymakta  ve merkezle çevrenin aynı olduğunu bilmektedir.

 

© Astroset 2004-2010