Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

DOĞRU DÜŞÜNCE DOĞRU EYLEM

Helen Douglas
Çeviren: Işık UÇKUN
Yayın Tarihi: 08.Temmuz.2009
http://www.theosociety.org

  Pek çok kişi teozofiyi* sadece zihinsel çalışmalara girmek ya da kendini kurgu ürünü düşüncelerin içinde kaybetmek isteyenler için değerli olan soyut bir felsefe olarak kabul ediyor. Teozofiyi bu şekilde değerlendirenler bu alanla ilgili çok yüzeysel bir bilgiye dayanan bir davranış sergiliyor ve bilgiye bu düzeyde eğilmeleri de teozofinin daha derin öğretilerini öğrenmelerini engelliyor. Teozofi, sadece teorik olmadığı gibi aksine son derece pratik bir alan aynı zamanda ve sadece teozofi öğrencileri bu öğretilerin ifadelerini hayatlarında bulabildiklerinden çalışmaları onlar için son derece büyük bir değer taşıyor.

  Gerçekten doğru davranmak, ilişkide olduğu kişilere karşı yükümlülüklerini yerine getirmek isteyen kişi; insanların, hatta toplumların hayatını ve karşılıklı ilişkilerini yönlendiren yasalardan habersizse bunu yapmakta zorlanacaktır. Teozofi, insanın ilahiliğine, ruhların yüksek benlikleriyle birleşmelerine, bireyin tekrardoğuş ve karma yasalarına bağlı olarak evrimleşmesine ilişkin öğretilerinde en yüksek rehberlik yasasını öne sürmektedir. Ruhun yeniden doğduğunu ya da kardeşliğin doğadaki bir gerçek olduğunu bilmek, kişi rehberliğini bu bilgi üzerine temellendirmediği sürece ona önemsiz gibi gelir. Ancak, böyle bir bilgiyle donanmış olan ve en yüksek olanaklarını gerçekleştirmek isteyen kişi kendi yararlı olabileceği alanının genişlediğini ve insanlığın yararı için daha etkili bir şekilde çalışabildiğini görür.

   Yararlı olabileceği alan genişlemiştir çünkü çalışmasının düşünce ve duygu düzlemleri üzerine olduğu kadar eylem düzlemi üzerine de temellendiği görülmektedir. Doğru düşünce çok sık olarak ihmal edilir veya sadece doğru davranışı teşvik eden bir unsur olarak görülür. Oysa düşünceler başlı başına önemli unsurlardır. Düşüncelerin ifadeleri her zaman eylemlerde görülmez ve görüldüğünde de ifadesi sınırlıdır. Düşüncelerin hepsinin eylemlere dönüştüğü görülseydi insanların büyük çoğunluğu yasa ihlalleri yüzünden suçlu konuma düşerdi. Bir insan on emrin tümünü eylemlerinde uygulayabilir ama eğer düşünceleri temiz değilse; eğer bencilse ve intikam duyguları içindeyse kesinlikle görevini tam olarak yapmıyordur. Pek çok insan vardır ki rehberliğin kabul edilen standartlarına uyuyordur ama bunların en yüksek olasılıklarını yerine getirebilenlerin sayısı çok azdır. Eğer etrafımızdaki dünyadan daha yüksek seviyede bir hayat sürmek istiyorsak bu dünyanın standartlarını kendimize rehber alamayız. Bizler sadece dünya hayatındaki ya da dini yasaları ihlal ettiğimizde günah işlemiş olmuyoruz, eylemler alanında olduğu kadar düşünce alanında da en yüksek ideallere bağlı olarak yaşamadığımızda da günah işliyoruz.

  Bir insan yüreğinde ne düşünüyorsa odur. Kişinin düşüncelerinin kendi karakterini oluşturduğunu kimse inkar etmeyecektir, ama bundan da öte, bu düşünceler başkalarının karakterinin de oluşmasında etkili olmaktadır çünkü düşünceler sözde ya da eylemde ifadelerini bulmakta ve bu şekilde yarattığı etkiyle daha doğrudan ve gerçek bir yolla yayılmaktadır. Düşünceler dünyası bir okyanus gibidir. Bizler böyle düşünceleri zihinlerimizde uygun yerlere yerleştirip onları besler ve kendi şuurumuzu da üzerlerine yükleyerek kendi gücümüzle onları daha da yoğunlaştırdıktan sonra dışarı göndeririz. Bence su için uygulanan fizik kanunu düşünce okyanusu için de geçerli olmalı. Kütleye uygulanan  basınç nerede olursa olsun tüm yönlere azalmaksızın dağılır. Bu belki ilk bakışta bize hayali gibi geliyor ama bunun doğru olduğunun ispatı mevcuttur. Dünyanın farklı bölgelerinde aynı konu üzerinde çalışan ve birbirlerinden haberi bile olmayan bilim adamlarının neredeyse aynı zamanda aynı keşifleri yaptıkları geçmişte çok sık rastlanmış bir durumdur. Tüm dünya uluslarının ve tüm çağların büyük şairleri hep aynı gerçeğe ulaşmışlardır. Genelde karşılıklı konuşmakta olan iki kişiden biri kısa bir sessizliğin ardından diğerine hep şunu söyler: “İşte tam ben de bunu düşünüyordum”.

  Bir düşünce kütlesinin etkisi bizlerin atmosfer adını verdiğimiz ortamda yayılır. Düşünceleri temiz olan biriyle birlikte olmak zevklidir. Onun varlığı dinlendirici ve yükselticidir, bunla beraber karakterinde çok fazla kıskançlık, intikam duygusu ya da aldatma davranışlarını barındıran biri genellikle anlaşması güç biridir. Büyük kentlerin suç semtlerinin bunaltıcı etkilerini kim hissetmemiştir ki! Suç bölgeleri kötü düşüncelerin biriktiği yerlerdir ama oralarda yaşayanlar bunun tek sorumluları değildirler. Tüm kentin kötü düşünceleri orada ifade bulur, buralar saygı duyulan bir evin ve arkadaşların bu tür düşünceleri engelleyici etkisinin hissedilmediği yerlerdir. Suçlu kitlelerin varlığını dengeleyen şey, saygılı bir toplumun varlığıdır ve tüm engelleyici unsurlara rağmen insanlık kitlesi nefsani ve bencil kalmaya devam ettiği sürece söz konusu saygılı toplumlar da varolmaya devam edeceklerdir.

  Düşünce, dünyanın motor gücüdür. Davranışların içinde yerleşmiş olan düşünceler kesinlikle birtakım etkilere sahiptirler. Bir buhar motorunu çubuk pistonunu ittirerek durdurabileceğiniz gibi, bir kötü olayın aktörünü cezalandırarak suçu da ortadan kaldırabilirsiniz. Yeniliklerin etkili olabilmesi suçun nedeni ile ilgilenebilmesine bağlıdır. “Ama bizler tamamen çaresiziz, bu insanlar bir suç ortamında büyümüşler” diyebilirsiniz. Oysa bizler çaresiz değiliz. İnsanlığın tek bir ortamı var ve onun üzerinde de herkesin etkisi var. İnsan eğer gerçekten dünyaya yardım etmek istiyorsa bunu yapacak gücü vardır.

  Doğruyu seçmek için keskin bir tutum izlemek ve onu her ne pahasına olursa olsun takip etmek, şuurlu olarak onu insanlığın yararı için izlemek, iyilik yapmak için güçlü bir potansiyele sahip olmak demektir. Bu kişi isterse hiçbir özel olayla ilgili “ben şunu yaptım” demesin yine de insanlığın şuur seviyesini yükseltmede etkili olacaktır.

  İnsanlık kurtarılmalıdır, ama ileride çekeceği bir eziyetten değil, şu an çekmekte olduğu eziyetten kurtarılmalıdır. Kendi kurtuluşu için çalışan kişi gerçek bir savaşın içinde mücadele vermektedir. Bu savaş düşünce ve duygu düzlemindedir. Bütün bu süreç boyunca başarılarının veya başarısızlıklarının sonucu gücünü artıracak veya azaltacaktır. Karanlığın üstesinden nasıl geliriz? İçi boş itilimlerle mi ışık getirerek mi? İnsanlık için yapılan bu savaşta bizler şüpheyle, cehaletle ve bencillikle savaşıyoruz aslında. Bunları başarılı bir şekilde durdurmanın tek yolu, bilgiye dayanan güçlü bir güven ve sürekli duyulan bir şefkat duygusudur.

  İşte önümüzde bizi bekleyen görev budur ve öncelikle kendi içimizde bunu gerçekleştirmemiz gerekir. Çünkü doğru olan için şuurlu olarak savaşan tek bir ruh, gerçeği onunla yaşayarak bu düzleme getiren, onu böylelikle yayan ve kendi hayat formu içinde canlandıran kişi iyi olan için, bir kütüphane dolusu cansız kuraldan daha güçlü bir unsurdur. Bizler insanın ilahiliğine inanıyoruz; ilahi ruhlar olarak yaşamamız gerekir. Kendi içimizde ve insanlık için de güvene sahip olmalıyız ki gözleri kör eden cehaleti yenip doğuştan hakkımız olan ilahiliği talep edebilelim. Kardeşliğin doğada bir gerçek olduğuna inanıyoruz, insanlık düşüncesi bizde kendimizi düşünmeye nazaran ağır basmaya başlayana ve kardeşlik yaşamlarımızda bir gerçek haline gelinceye kadar bu inancın içinde yaşamalıyız. Bu, ancak bizler sabırla ve özenle eski alışkanlıklarımızı değiştirmek istediğimizde gerçekleşebilir. Bu zordur, ama büyük itici unsur sözkonusudur. Yansıttığımız her kötü, bencil ya da umutsuzluğa iten düşünce kötü olanı daha da kötü hale getiren yıkıcı bir nefese benzediği gibi bencillikten uzak ve sevgi dolu olan her gerçek düşünce de dünyanın ıstırabını dindirmeye hizmet eder. İnsan Hekate gibi oturup dünyanın en kötü insanı olmakla övünemez. Zihinsel bir hesaplaşma içine girmeli ve doğasının üstesinden gelmesi gereken yanlarını fark etmeli, geliştirilmesi gereken yanlarını görmelidir. Yok etmek istediğimiz düşüncelerimizin tekrar tekrar ortaya çıktığını görmek bizi hayal kırıklığına uğratmamalı. Bunun nedeni zihnimizin daha önce kullandıklarını geri çağırma alışkanlığı oluşturmasıdır. Bununla karşılaşırsak ona karşı çalışmamızı güçlendiren bir evrensel yasayı kullanabiliriz.

  Kötü, gereksiz ya da bayağı olan her şey iyi olana hizmet eden bir şeyin karşı unsurunu barındırır. Bizler düşük seviyeli olma eğilimi olan bir düşünceyi fark ettiğimizde şuurlu olarak onun karşıtını oluşturabilir ve karşıt yönde bir davranış geliştirerek zihnimizi buna odaklayabiliriz. Kısa bir süre sonra iyi düşünce kötü olanla karşılaşmak için hemen ortaya çıkmaya başlar ve bir süre sonra diğer düşünceyi tamamen kovabilir hale gelir.

  Düşünce iki türe ayrılabilir; sözel düşünce ve gerçek düşünce. Sözel düşünce kitaplardan, karşılıklı konuşmalardan vs. aldığımız düşüncelerdir. Bu şekilde toplanan düşünceler hafızada tutulur ve bunlar kağıt üzerinde kolaylıkla ifadesini bulur. Gerçek düşünce ise kişinin şuurundan kaynaklanır. Bunlar, varolmanın bir sonucudur, kişinin varlığının bir parçasıdır ve bu yüzden sürekliliği vardır. Her ne kadar düşünceler eylemlerden daha zor ulaşılabilir olsalar da ve sonuçlar yerine nedenler dünyasıyla ilgili olsalar da eylemler hiçbir şekilde gözden kaçırılamayacağı gibi düşüncelerin eylemlerde ifade bulma arayışı sözlere nispeten daha fazladır. Bir düşüncenin gerçekliğini izlemek için onu eylemlere kadar takip etmek iyi bir yöntemdir. Eyleme dönüşmeyen düşüncelerin sözel düşünceler olduğundan kesinlikle emin olabiliriz. Kişi ciddi bir şekilde eylemlerini yapmak istediklerine uydurmaya çalıştığında aralarındaki çelişkiden korkacaktır. Ama eğer niyeti temizse ve hala tekrar edip duran sayısız başarısızlıklara rağmen ısrarla çalışmaya devam ediyorsa eninde sonunda düşünce düzleminde bir zafere ulaşacak ve bu da onu bağlayan karmadan kurtulduğunda parlak bir eylemle ifade bulacaktır.

*Teozofi: Tanrı Bilim. Teozofi (theosophy) Yunancada  tanrı, usluluk, bilgi, bilgelik sözcüğü birleştirilerek türetilmiştir. Günümüzde teozofi denildiğinde, öncelikle, kaynağını esas olarak Hint mistisizminden alan,  insan evren ve Tanrı arasındaki ilişkileri açıklayan Hint teozofisi akla gelmekle birlikte, Batı teozofisi de.kurucusu H. P. Blavatsky sayesinde hayli yaygındır. Batı teozofisi bir yandan okült tradisyon, diğer yandan Doğu tradisyonları üzerine kurulmuş, ezoterik bilgilerden yararlanan felsefi bir sistemdir.

 

© Astroset 2004-2010