Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

İhtiyaçlarımız Ne Kadar Gerçek?

   Genel görünümüyle insanlık ailesi olarak, bir dönemin sonuna gelmiş ve asıl ruhsal ihtiyaçlarımıza yanıt verecek gerçek bilgi arayışının yoluna isteyerek ya da istemeyerek girmeye yaklaşmış görünüyoruz. Tüm gelişim araçları, teknolojik imkanlar, tüm savurganlıklar ve sapmalar “ihtiyaç” adına bir bir deneyimlenmiş… Ama hala arayış ve doyumsuzluk sürüyor. O halde, gerçek ihtiyaç henüz bulunamamış. Demek ki ihtiyaç bildiklerimiz ya da bize toplumsal ve geleneksel koşullandırmalarla önerilen dayatma ihtiyaçlar hep yapaymış. Bu nedenle hala sınırda dolaşıyoruz. Korkunç bir “yapay ihtiyaç” skalasının genişlemesinden oluşan son derece daralmış ve bunalmış bir dünyanın fertleri olduğumuzun acaba farkında mıyız? Sık sık aynı şikayetleri duyar olduk, yüreğinde insani değerleri olduğunu hisseden bireyler, “ bir şeyler ne zaman değişecek, gerçekten insan olduğumuzu ne zaman anlayacağız, insan gibi ne zaman yaşayacağız, bu nasıl yalan dolan, bu nasıl adaletsizlik ve düzensizlik” diyorlar haklı olarak. Ama belli bir eşiği aşabilmek için gereken bilgi henüz elimizde değil. Başka türlü ifadesiyle, devrenin tamam olduğuna dair idrak ve şuur aydınlığı, insanlığın gönlünde henüz tam bir birikime ulaşmış değil ama kıpırdanmalar, şikayetler, bunalımlar, daralmalar, bireysel ve toplumsal yaşantımızda şok etkisi yapan çok şaşırtıcı olaylar ve gerçeği arayışlar büyük bir hızla devam ediyor…

  Genel Görünüm
  Bu neden böyle; çünkü devre sonunun enkarne varlıkları genel görünüm olarak, gerçek ihtiyaçlarını henüz tam tespit edememekte, tanımlanamayan bir huzursuzluk yaşanmakta, tüm değer yargıları sürekli alt-üst olarak yeni bir paradigma ortaya çıkmaya çalışmakta da ondan... Kendini tanımak ve asıl ihtiyacını tespit etmek konusunda çalışma yapmayanlar için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; eğer şuurlu bir şekilde kendi üzerimizde çalışma yapmayı göze almazsak ancak çok ayrıntılı ve dolambaçlı yollardan hareket ederek gerçek ihtiyaçlarımıza yönelebiliyoruz. Genel realiteye baktığımızda görüyoruz ki, gerçek içsel gelişim ihtiyaçlarımıza doğrudan yönelecek duyarlılığı kazanımımız henüz yeterli değil. İçinde bulunduğumuz realitenin tam şuuruna sahip olmadığımız için, genellikle önce bize, koşullandırmalarla empoze edilen yapay ihtiyaçlara yönelmekten kendimizi alamıyoruz. Çünkü doğrudan gerçek ihtiyaçlara yönelmek, sadeleşmeyi gerektirir ve elbette ki bir çalışmanın ve uygulamanın ürünüdür. Uygulama yapmanın ve yasaları kendi nefsinde tatbik etmenin önemi anlaşılmamış olduğu için genellikle; “vur-kır” sayesinde, yani kaba düzeyde ve köşeyi dönme kültürü içinde ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyor, neleri kırıp döktüğümüzü farketmiyoruz… Devletler düzeyinde savaşlar, dünya düzeyinde terör ve gençlik düzeyinde de okullardaki şiddet olayları… Bunların hepsi birer ihtiyaç arayışı ve ihtiyaç giderme uygulamasıdır ama arayış ve çıkış henüz yanlış adreslerde …

  Devre sonunun genel toplumsal görünümünü bu şekilde ortaya koyduktan sonra, şimdi ihtiyaç kavramını biraz daha derinlemesine ele alalım. Hemen yukarıda; her hareketin, bir ihtiyaca cevap vermek demek olduğunu belirtmiştik. Bu anlamda gözlem, ihtiyaçlarla hareketler arasındaki bağlantıyı görmektir. Bu ise ancak ön yargılardan uzak ve koşullandırmalardan arındırılmış bir zihniyet ile olasıdır.

İhtiyaç Ama Gerçek mi?
 İstek ve iradeye göre oluşan ihtiyaçlar gelişim ve değişimin birer malzemesidir. Yani, ihtiyaç duyduğumuz şeyler genel gelişim düzeyimiz hakkında ipuçları taşıdığı gibi, ihtiyaçlarımızı giderme şekillerimiz de realitemiz hakkında bir fikir verebilir. Bu nedenle ihtiyaç duyduğumuz şeylerin gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını, içsel gelişimimiz için gerçekten gerekli olup olmadığını bilmemiz/ düşünmemiz gerekir. Aksi takdirde, yapay (suni) icap ve ihtiyaçlar peşinde, içsel gelişim yolumuzu uzatmamız çok olasıdır. Evet, tekâmül ivmesini arttırmak varlığın kendi elinde… İhtiyaçları tespit etmek de hiç de sanıldığı kadar zor değil!...

  Her insanın yemek, içmek, barınmak, ısınmak, eğitim almak, çalışmak gibi en temel ihtiyaçları karşılanması açısından olmazsa olmaz türündendir. Bu ihtiyaçlar varolma ve bedenli olmayı sürdürme için gereklidir ama temel ihtiyaçların dışındakilerin yapay veya gerçek olması, bireylerin yaşam programlarıyla birinci derecede ilgilidir. Sizin bu yaşamınızda yüksek eğitim alarak bilim insanı olma potansiyeliniz ön planda görünürken filanca şahsın da tamamen yoksunluklar içinde, fedakarlıklarla dolu özverili bir yaşam programı olabilir veya bir kişi ünlü bir sanatçı olurken diğeri ayakkabı tamircisi, bir diğeri de madencidir. Biri bedensel bir özrü bir ömür taşımak zorunda iken diğeri de bu yaşamında ünlü ve zengin olma yazgısını taşımaktadır. Dışarıdan bakarak ‘şu madende çalışan adam bu hayatta ne elde etti ki, tüm yaşamını mağaralarda geçirdi, öldü gitti’ gibi yorum, içsel yolculuğa çıkmamış, ezoterik ve inisiyatik bilgilerle donanmamış bir insanın yorumudur ve tamamen asılsızdır. O madenci bu hayata sadece sabrı öğrenmek için gelmiş olabilir ve bu programı yapmıştır, bir başkası da özveriyi yani kendinden vermeyi, fedakarlığı, sevmeyi öğrenmek  için özürlü bir çocuğa bakmayı programlayıp doğabilir. Yaşam programlarımız açık şuurla rehberlik onayıyla bizim tarafımızdan yapıldığından buradaki gibi sadece haz ve mutluluğa, maddi rahat ve güvenceye yönelik programlarla karşılaşılmamakta ve izlendiği gibi çok değişik yollarla olgunlaşmaya, gelişmeye, büyümeye çalışmaktayız.

  Herkes için değil ama genel realite açısından gelişim yolunun basamaklarını bir bir çıkarken genellikle ters uygulamalarla önce olmaması gerekenleri deneriz; olmaması gerekenleri idrak ettikten sonra, asıl olması gerekenlere yani gerçek ihtiyaçlarımıza yöneliriz ve ancak o zaman asıl değişim ve ona bağlı olarak içsel gelişim oluşur. Değişim; bir değişim kadrosu içine girmiş olan tüm varlıkların gerçek gelişim ihtiyaçlarının sağlanmasından sonra ortaya çıkar. Her bir yaşamda, bağlı olduğumuz ruhsal planın ve kendi gelişimimizin genel hedefi doğrultusundaki ihtiyaçlara göre yaşam planı hazırlar ve bedenleniriz. Bu nedenle, enkarnasyonun gerekçesinin ihtiyaçlar olduğunu söylemek olasıdır. Enkarnasyonlar boyunca, şuurlandıkça elbette ki aldatıcı ve çok oyalayıcı olan yapay ihtiyaçlara yönelmekten kurtuluruz ki bu da değişimin doğal sonucudur; oyalanmaktan kurtulmanın artı olarak bir getirisi de, tekâmülü hızlandırıcı bir olgu olmasıdır. O halde, kendi varlığımızı tanımak ve illüzyonel aldanmaya kurban gitmemek; bu şekilde de yapay olarak çevremizde yaratılmış olan oyalayıcı daha doğrusu doğrudan doğruya bizimle ilgili olmayan ihtiyaçlardan uzak durmak önemlidir. Değişimin ve içsel gelişimin gereği de budur. O zaman gerçek varlıksal irademiz, bedensel benimize daha çok egemen olacaktır ki bir enkarne varlık için ideal olan da budur. Varlıksal iradenin bedene egemen olması oranında da, enkarne varlık kendisini yapay ihtiyaçlardan uzak tutabilir; incik boncukla oyalanmaz, nefsin heva ve hevesinin oyuncağı olmaz.

  Gerçek ve Yapay İhtiyaçlar
  Zaman-mekan, toplumsal, ekolojik ve fizyolojik koşullarla sınırlı olduğumuz için, elbette ki her istediğimizi ya da ihtiyaç duyduğumuzu sandığımız her şeyi elde etmemiz olası değildir. İstediklerimizin tümünü elde edemesekte, onları düşünüyor olmaktan ve niyetimize almış olmaktan da sorumlu olduğumuzu unutmamakta yarar var. Bu nedenle beklenti içine girmeden ve hele hırs haline getirmeden; sadece akıldan geçirmekte ve “Hayırlı ise, gerçek ihtiyacım ise olsun…” diyerek, o niyeti, düşünceyi Bütünsel Olan’a Oluş’a salıvermekte yarar var. Bunu rahatça yapabilmek için de, gereksiz istekleri sınırlamak, hırsları, arzuları kısıtlamak gerekli. Bu kısıtlama çeşitli bireysel gelişim metodlarını uygulayarak, okuyup öğrenek, gelişim seminerleri ve konfrensalarına katılarak bilgilenmekle de mümkündür. Bireysel veya grup çalışmaları ile pek çok insanın kendini yenilediği bir çağda yaşadığımızı unutmamalıyız, bireysel gelişim metodlarının bu denli yaygın olması bizim için bir şanstır…

  Eğer içsel gelişim bizler için önemli ise ihtiyaçlarımızla isteklerimiz arasına bir mesafe koymak zorundayız. Enkarne varlık olarak, gerçekten asıl kendimiz olan yüksek benimizin iradesi yönündeki ihtiyaçlar içinde miyiz, ? Yoksa kendi kendimize, eşyanın ağır ve cezbedici etkisi altında yarattığımız ya da koşullandırıldığımız yapay ihtiyaçlara mı yönelmişiz? Bu ayrımı yapabilmek çok önemli; yapay ihtiyaçlar yaratmışsak, ıstıraplarımızın çeşitliliği de artar.
  Yapay ihtiyaç giderme doyumsuzluğu içind
e daha doğrusu böyle bir açgözlülük içinde giderek kabalaşan ıstıraplarla yüz yüze gelmemiz olasıdır; yanlış yoldan doğru yola dönmek için ihtiyaçları acilen bir sıralamaya tabii tutmakta ve önem sırası listesi yapmakta yarar var. Yapay ihtiyaçlara aşırı bağlılık, bir bakıma putperestliktir. Bu tür putlardan sıyrılmadıkça geleceğe giden kristal enerjili, ışıklı yolda rahat yürünmez ve başarılı bir yaşam planı uygulaması yapılamaz. Çünkü her yapay istek ayrı bir put, her bir gereksiz özdeşleşme ayrı bir ayak bağı demektir.

  En basit hali ile örnekleyecek olursak; bir giysiyi herhangi bir marka olmadığı için giyememek, falan ya da filan yerden alınmadığında bir yiyeceği yiyememek veya filan muhitte oturamamak, şuraya gidememek, buraya gelememek gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Söz konusu özdeşleşmeleri koruma ihtiyacımız, elbette ki yapay bir ihtiyaçtır. Kökeninde özdeşleşme olan yapay bir ihtiyaç ise ıstıraplarımızın bir kısmının nedenidir.

  Dolayısıyla belki de, yaşam programımıza uygun olmadığı için kavuşamadığımız yapay istek ve ihtiyaçlarımız nedeniyle kendi kendimize zulmeder haldeyiz(1). Bu tip içinden çıkamadığımız durumlarda kendi doğum haritamıza müracaat etmek ve kendimizle yüzleşmek en doğru ve sağlıklı metotlardan biridir.

  Moda ve Reklâm Sektörü
  Bir takım yapay ihtiyaçları durup durup ortaya çıkarmamız nedendir? Dar ya da kapalı şuurluluktan dolayı, içinde bulunduğumuz realitede yeterince aydınlanmamış olduğumuz için, telkin altında kalma ve güdülenme meylimiz, maddi ve dünyasal koşullandırmalara, maddesel cazibeye karşı eğilimimiz fazladır. Günümüzde reklâm ve moda sektörünün üzerimizde yarattığı telkin mekanizmasının çok çeşitli etkileri altında, kendimizle ve iç benliğimizle meşgul olmaktan alıkonmuş durumdayız. Tv de reklâm işkencesine uğramadan izleyebildiğimiz program çok az… Yapay ihtiyaçlar, yadsınamaz icaplar olarak körüklendikçe, insanlar yapay ihtiyaçlar içine sokuluyor, açgözlülükler körükleniyor ve uyku derinleştirilerek, daha çok sürüleştiriliyor. Bu şekilde oluşturulan yapay ihtiyaçlarla sanki sürüleştirilerek yönetiliyoruz. Böylelikle, toplumları sürüleştirerek yönetmek daha kolay ve daha karlıdır.
  Kendini bilmemekten ve dolayısıyla “uyurgezer tarzda yaşamak” tan kaynaklanan bu beşeri zaafımızdan yararlanan daha derin uykuda ve kendinden habersiz bireylerden oluşan kurumlar/kuruluşlar maddesel birikimlerini kat kat arttırmaktadır. Gerçek biriktirilecek ya da peşinde koşulacak değer maddesel birikim midir, yoksa idraklenmeyle gelen şuur gücü müdür, onlar bunu bilemez, söylense de anlamazlar; çünkü  doğruluk ve aydınlık, sadece olduğu gibi olmak ve varolmanın sevincini duymak yerine sahip olmak arzusu ve hırs ile yer değiştirmiş, sahte ihtiyaçlar peşinde bir ömür koşar hale getirilmişiz.
(2) Ayak izlerimiz şeffaflığını çoktan yitirdi ama yine şeffaflık gerektiren yeni bir dönem başlamak üzere, bir an önce bu fazlalıklardan kurtulmaya çalışmak ve bu konularda şuurlanmak hem kendimiz hem çevremiz için öyle yararlı ki!...

  Yukarıda belirtmeye çalıştığımız anlamda kendimizi istismar ettirmemek için, geleceği; maddesel olmaktan çok, manevi olarak hazırlamak ve böyle bir mantalite-duyarlılık içinde yaşamak bizi her türlü zorlanmadan korur. Yani şimdiye kadar benimsediğimiz ve putlaştırdığımız özdeşleşmeleri atmak bizi sadeleştirir ve doğallaştırır. Muhammed Peygamberin Kâbe’deki putları asasıyla birer birer kırdığı gibi, bizde içimizdeki irili ufaklı putları istersek kırabiliriz. Bu putlardan sıyrılmadıkça, “Yeni İnsanlık”a giden yolda rahat yürünmez. Çünkü onların her biri ayrı bir yapay ihtiyaç demektir. Bunlar içsel gelişim hızımızı durdurmasa bile, ağırlaştıran, bizi maddeye bağlayan ve yeterince madde ya da servet sahibi olmadığımzda huzurlu olamayacağımızı zannettiren ayak bağlarıdır. Aksi takdirde, nefsin doyurulması peşinde koşa koşa bir ömür heba etmiş olabiliriz ya da Yeni Çağ’a aday olma liyakatimizi yitirmiş olabiliriz. Beşeri koşullandırmalar ve maddesel cazibe peşinde koşmak ve bu tarz bir yaşam, “nefsin zulmü” altında yaşamaktan başka bir şey değildir. Neden diye soracak olursanız yanıtımız çok sabit çünkü sizin için en gerekli temel gereksinimleriniz ve onlara uygun şartlar yaşam programımızda mevcut, ama bu demek değildir ki, insan gelişmek ve ilerlemek için çalışmasın ve kendini tamamen yanlış bir kaderci anlayışla tembelliğe terk etsin. Yaşamını geliştirmek için gerekeni yapsın ama maddi hırsların esareti altında otomatik davranmasın. Ben kimim, nereye gidiyorum, asıl amacım bunlar mıydı ? sorularını sık sık sorma şansını yitirmesin ya da , kendine bu konuda güvenmiyorsa destek ve yardım almayı ayıp sanmasın…

  Maddesel ortamların derinliklerinde bilgi uygulaması yapmak durumunda olan enkarne varlıklar olarak bizler için elbette ki doyurulması gereken yanlarımız her zaman olacaktır. Ama bunların zaman içinde (tekâmül seyri içinde) giderek kabalıklarını yitirmesi makbuldür. Giderek daha süptil ve latif şeylere ihtiyaç duyar hale gelmek önemlidir. Bedensel benin ihtiyaçlarından kurtulup ya da onları kontrol altında tutup, iç varlığımızın, asıl kendimizin ihtiyaçlarına yönelmek çok yararlıdır. Gerçek ihtiyaçlarımız, iç varlığımızla ilgili olanlardır. Onların karşılanması bizi Yeni Çağ’a taşıyacaktır. İç varlığımızın ihtiyaçlarına yönelebilmek, bedensel benle ilgili açgözlülüklerden kurtulmakla, yapay ihtiyaçlara “Dur, yeter artık!” demekle olasıdır. Bu da nefse karşı belli bir karşı koyma gücü geliştirmekle yakalanabilecek başarıdır ve bir iç çalışmanın, içsel yolculuğun, kendini tanıma çalışmasının ürünüdür. Hiç kimse kendi kendine oralardan çıkamaz, mutlaka bilgi ile karşılaşması gerekir. İç varlığının ihtiyaçlarını çok ihmal etmeye başlarsa huzursuz olur, mutsuzdur, sık sık hastalanır, işleri ters gider, eli-bacağı oynamaz hale gelir, oturup düşünmek zorunda kalır ve işte asıl gelişim bu noktadan sonra başlar ve bizim kendi hızımıza göre de bir ivme gösterir.

  Kuşkusuz, her şey; en genel anlamda; tekâmül etme ihtiyacımızı karşılamak, gidermek içindir. Her şey tekâmül için araçtır ama bunlardan hangileri bizim bu yaşamdaki planımıza uygun araçtır, bu önemlidir. Bu araçlardan, bu yaşamımdaki içsel gelişim ihtiyaçlarıma uygun olan hangisi/hangileridir, bu seçimi isabetli yapabilirsek, hem yaşam planımızı uygulamış, hem de tekâmül hızımızı artırmış oluruz. Bunun için, bir olaylar silsilesinden başka bir şey olmayan yaşamda halden hale giriyoruz. İçsel gelişim ihtiyaçlarımızı gidermek için, kendimizin ve çevremizdekilerin ihtiyacı olan epröv planlarının etkisi altında haletler yaşıyoruz. Bu haletler şimdilerde, devre sonunun bitiş günleri içinde bulunmamızdan dolayı; çokluk, çeşitlilik ve genellikle de kabalık ve şiddet/ıstırap içermektedir. Tüm hareketler gibi, özellikle devre sonlarındaki “yozlaşma hareketleri” de bir ihtiyaç karşılamak içindir. Buradaki hareket kavramımıza düşünce ve vicdan hareketleri de dâhildir. Kuşkusuz bunları ille de bire bir yaşamak söz konusu değildir. İyi bir gözlem becerisi sergileyerek, çevremizdeki bireylerin ve medya ile gözler önüne serilen olaylardaki figüranların sergiledikleri yozlaşma örneklerinden dersler çıkararak kendimizi hızlandırabiliriz. Çevremizi böyle bir duyarlılık içinde gözlemleyerek, gerçek ihtiyaçlarımızı saptayabiliriz. İhtiyaçlar ile hareketler arasındaki bağlantı da böyle sağlıklı bir gözlem ile ortaya çıkar. 

  Sağlıklı Gözlemin Önemi
  Böyle bir gözlem becerisiyle olaylara ve çevremizde olup bitenlere yönelmek içsel gelişim açısından çok yararlıdır. Semavi Yönetim tüm varlıkların ihtiyaçlarına genel bir cevap vermek üzere bin bir türlü kombinasyonlar hazırlamaktadır. Geçirilmesi gereken deneyimler geçirilir, haletler yaşanır ve sonunda ortalama bir anlayış belirir ki amaç ta budur.

  Tüm varlıklarda ortalama bir anlayış düzeyi oluştuktan sonra; global değilse bile, yöresel bir değişimin ortaya çıkması olasıdır. Bu değişim “illüzyondan hakikate geçiş” tir. Yani, varlıkların ihtiyaçları ve liyakatleri alacakları/almakta oldukları bilginin belirleyicisi olmaktadır. Dolayısıyla, bizleri “Yeni İnsanlık” dönemine ulaştıracak bilgi konusunda da liyakat artırmak kendi elimizdedir.

  Sevmek ve Evrensel Bakış
  Ezoterik tradisyonlara göre; kadim ve ruhsal öğretilerde verilen bilgiler öncelikle o zamanlardaki varlıkların ihtiyaçlarına göreydi ve o zamanlar verilen bilgiler o zamanlar içindi. Şimdi için ayrı bilgilere ihtiyaç var. Beşeriyet için çok pahalıya mal olacak,  çok köklü bir değişiklik de hızla yaklaşıyor. Onun bedelini zaten çekmekte olduğumuz ıstıraplarla peşinen ödüyoruz. Yeni bir sistemin(New Age…) oluşturulması süreci içinde, bazı sarsıcı olayların metaryelize olması ve bizi uyandırması kaçınılmaz olmuştur; çünkü devre artık bitti bitecek… Ama belirtmekte yarar var: İhtiyaçlarını dengelemiş ve yeni bir döneme uyumlu hale getirmiş, inceltmiş, hassaslaştırmış, biz ruhuna uygun hale getirmiş olanlar için bilgi akışları hep mevcut, şaşmaz bir planlama ve düzenleme ile harikulade bir ahenk görünenin ardındaki görünmeyenden bize her zaman sesleniyor. Bunu görmek için içe dönmek ve olaylara daha derin bakmak gerekir.  “Melekûtun yere inmesi” de bu olsa gerek… Yani yeni bilgilerle donatılmış, huzurlu, kendisiyle, yaşam programıyla, evrenle barışık insanlık ailesi.
Kendisiyle ve evrenle daha barışık olmak demek, sevmek demektir. Zamanla daha çok sevmek demektir. Sevemediğini de sevmek demektir. Ve birgün hiçbirşeyi ayırmamak demektir. Herşeye eşit mesafede olmak demektir. Herşeyi sevebilmek elbetteki çok yüksek bir anlayış, çok yüksek bir beceridir. Ama oraya doğru yürüdüğümüz her an daha rahat, esnek, yumuşak ve akıcı olmamız; evrenle bütünleşerek onun sesini duyabilmemiz de mümkündür. Burası eski deyimiyle Alem-i Mümkünat yani imkanlar alemidir. İmkanlar aleminin sunduğu fırsatları doğru değerlendirmek,  olayların dilini yavaş yavaş çözerek, bu yaşamın kulaklarımıza neler fısıldıyor olduğunu nihayet duymak demektir.

  Temel ve yaşamsal gereklilikleri saydıktan sonra Yeni Çağdaki en temel ihtiyacımız Evrensel bir bakış elde etmektir diyebiliriz rahatlıkla!...

 Evrensel bakış; her şeyi olduğu gibi kabul edebilmektir. Dünya ve evren üzerindeki her türlü ama her türlü yaşam formuna sevgi ve anlayış ve şefkat ile bakabilmektir. Gerçek ihtiyaçları görüp acımamak ve oyalanmamaktır. Kendimize ve gelişim ihtiyaçlarımıza doğru bakabilmek yaşadıklarımızı buna göre değerlendirebilmektir. Hem kendimizin hem de diğerlerinin gelişimlerine ve gelişim araçlarına saygı ve sevgi duymaktır.

 
Evrensel Bakış nasıl elde edilir?
 Uyum ve esneklik çalışması ile... Yani tüm insanlık ailesinin şu anda yeryüzünde yaptığı ve hergün gözlemlediğiniz çalışma ile... Bizi zorlayan, gerilimler yaratan olaylar bizlerin içindeki kapasitenin ortaya çıkmasına neden olur ve kapasitemiz her geçen gün biraz daha açılıp genişledikçe içinde bulunduğumuz ortama biraz daha uyumlu hale geliriz. Böylece "hayatta olmaz" dediğimiz kalıplarımızın nasılda esnediğini görürüz yani büyüdüğümüzü idrak etmeye başlarız! Çünkü daha önce de belirttik, evrende her şey mümkündür. Evrenin kalıpları yoktur, tekdüzeliği yoktur. Evren her formdadır. Zorlayıcı olaylar uyum ve esneklik kazanmak içindir ki, böylece daha geniş bakış açılarına sahip olabilelim. Daha anlayışlı ve daha şefkatli ve tabi ki daha sevgiyle davranabilelim...

  Ben yerine “Biz” demeyi, olay ve olguların taşıdığı bilgiyi ruhumuza mal etmeyi ve şuurlanmayı isteyelim. İyi ve kötü kalıplarını kırarak her ikisinin de gelişimimiz için gerekliliğine saygı duyalım. İyiyi ve güzeli istediğimiz kadar zor ve acı dediklerimizle karşılaştığımızda da sabır ve sevgi gösterebilelim. Hem iyiden ve karşılaşın zorluklardan alınan tüm dersler ruhumuza kaydolur ve bir daha karşılaşma gereksinimimiz ortadan kalkar. O nedenle yaşamımızdaki zorlu olay tam da geliştirilmesi gereken yönümüzün törpüsü ve uyandırıcı etkisidir. Şikayet yerine olaya bir de bu açıdan bakmak evrensel bakışın, uyanışın yani kıyam etmenin, ayağa kalkmanın, dikeyde durmanın ve yatay etkileri tanımaya başlamanın ilk temel uygulamasıdır.

  Diyebiliriz ki, Holistik yani bütüncül bir bakış açısıyla bugünün pozitif düşünce ve eylemi yarının yeni tohumudur. Geleceğimizi biz kendi ellerimizle hazırlamakta, adeta özenle çizmekteyiz ve her şey Büyük Hayr’a olumluya hizmet etmektedir… Kimbilir bir saksıdaki çiçeğin gelişimini izleyip çocuk saflığı ve temizliği içinde şunları düşünen ne kadar çok yeni çağ insanı vardır:

 "Saksıdaki çiçek tohumlarının çimlenmesini gözlüyorum. Bunların eski ve yeni realitemdeki özelliklerini inceliyorum; yaşanan, bazı olayları yeni aldığım bilgilerle ve yeni realite anlayışımla  inceliyorum. Olayların, olguların aynı zamanda geleceğin tohumlarını oluşturduklarını artık çok rahat anlıyorum.”

  Bu dünya umutsuzluk yeri değil, umudun sevginin, barışın, iyiliğin, erdemin, güzelliğin yeşermeye çalıştığı aden bahçesidir, tohumlar ekildi, büyüdü, ürün verdi, hasat zamanı tüm seven yürekler ürünleri hep birlikte toplayıp herkese ve tüm kardeşlerine dağıtacaklar…

Dipnotlar:

(1) Nahl 118 + 32, Yunus 44, Bakara 57, Rum 9, Ankebut 40, Nisa 40, Tevbe 70, Maide 87.
(2) Kur’an, Bakara 6’dan 16’ya kadar.

Yararlanılan Kaynaklar:

Sadıklar Planı Tebliğleri ve  Ergün Arıkdal’ın Ders Notları.

Yayın Tarihi: 18.Mayıs.2010

 

© Astroset 2004-2010