Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

Büyük Vazifeli Bedri Ruhselman

  Bedri Ruhselman Metapsişik Cemiyeti'nden ayrıldıktan sonra, kendi başına çalışmalar yapar. Bu arada gördüğü bir rüya veya aldığı bir bilgide, kendisinden birlikte çalışacağı vazife arkadaşlarını seçmesi istenir. Şu şartla ki, seçilenler gerektiğinde vazife için her şeyden vazgeçebilmelidirler. Bu bildiri üzerine Bedri Bey derhal harekete geçer ve çevresinden 8-10 kişiyi seçer. Onlardan vazife yolunda her engeli aşarak yürüyeceklerine dair söz alır. Böylece Bedri Bey'in vazife grubu kurulmuş olur. Ve sonra geceyi gündüze katan bir çalışma başlar. Esasen Bedri Bey'le beraber olmak; durmadan çalışmak, zamanın her dakikasını değerlendirmek demektir.

  İşte o günleri görmüş, yaşamış kişilerden biriyle karşı karşıyayız şimdi. Enginlere dalmış mavi gözleri, mert tavrı ve gür sesiyle Hazım Akalın huzurunuzda. Bedri Bey'le ilk tanışmasını kendine özgü üslübuyla, her sözü sindirircesine, kelime kelime anlatıyor:

- Askerden yeni gelmiştim. Bir yol arıyordum kendime. Derken Bedri Bey'in kitaplarıyla karşılaştım. Onları okumaya başladım. Kafamdaki düğümler bir bir çözülüyordu. Konuyla daha yakından ilgilenmek gereğini duyduğumdan Metapsişik Cemiyeti'ne girdim. O sıralarda Bedri Bey Cemiyet'ten ayrılmıştı ve Cemiyet'in Başkanı Dr. Refet Kayserilioğlu idi. Refet Bey, Bedri Bey'in kitaplarından dersler vererek bizi yetiştiriyordu. Refet Bey ve Bedri Bey'in diğer eski dostları, Cemiyet çalışmalarının yanı sıra haftada bir-iki kere Bedri Bey'le özel görüşmeler yapıyorlardı. 1956 Yılı 'nda Bedri Bey bir enfarktüs krizi geçirmiş ve Akdeniz Vapuru' ndaki gemi doktorluğu görevinden altı ay izinli olarak evinde istirahata çekilmişti. İşte bu nedenle, ben de kendisini arkadaşlarla birlikte Harbiye'deki evinde ziyaret etmiş ve ilk kez orada görmüştüm.

- Peki daha sonra birlikte çalışmanız ne şekilde gerçekleşti?

- Bu istirahat süresinde Bedri Bey, sırtüstü yatıp dinlenmesi gerektiği halde, gördüğü bir rüya veya aldığı bir mesaj üzerine, kendine vazife arkadaşları seçme işine girişti. Seçilen 8- 10 kişinin içinde ben de vardım. Her birimizden vazife uğruna gerektiğinde evimizi barkımızı, işimizi gücümüzü, bırakacağımıza dair tek tek söz aldı. Bedri Bey'in şartları gerçi biraz ağırcaydı. Fakat o, vazifeyi her şeyin üstünde tutardı. Ve ancak öyleleri ile birlikte çalışabilirdi. Nitekim kendisi bize örnek olarak, enfarktüs krizi geçirdiği halde, hayatını hiçe sayarcasına sabahlara dek 15-20 saat çalışırdı.

- Seçilenler arasında başka kimler vardı?

- Dr, Refet Bey, Metin, Hüsrev Bey, Mehmet Fahri, Erdoğan, Atilla ve bir-iki kişi daha vardı galiba.

- İlk çalışmalar nasıl başladı?

- Bedri Bey çalışmalara her arkadaş üzerinde medyumluk denemeleri yaparak başladı. Herhalde iyi bir medyum bulup, yüksek bir varlıkla irtibat sağlamayı düşünüyordu. Yahut öyle direktif almıştı. Benim Bedri Bey'i yakından tanıyışım bu denemeler sırasında oldu. Her arkadaşa deneme için haftada bir gün ayırmıştı. Benimle 6 deneme yapabildi. Denemelerin sonucunda ben kendimi medyumluk yönünden çok zayıf hissediyordum. Fakat Bedri Bey hiç de benim gibi düşünmüyordu. Ve yılların biriktirdiği tecrübeler sonucu sabırla beklemesini biliyordu. Ne varki, 6. celsenin sonunda gelen bir bilgiyle benim medyumluğum sona erdi. Ve yine benim vasıtamla gelen bilgide Bedri Bey'e, onun, ihtiyacı olan bilgileri bizim kanalımızla almasına lüzum yok. O bilgileri siz verebilirsiniz deniliyordu. Doğrusu buna ben de çok sevindim. Gerçek dileğim de buydu zaten. Ve o çalışmalar beni müthiş rahatsız ediyordu. Her seferinde, denemeye giderken beni bir düşünce alırdı, bugün ne söyleyeceğim diye. Sanki söylenecekleri ben söyleyecekmişim gibi.

- Sizin medyumluğunuzla yapılan celselerde alınan bilgilerden veya haberlerden bir küçük örnek verebilir misiniz?

- Aklımda kaldığına göre bir tanesi şöyleydi galiba:

"Gökler, gökler, bulutlarla dolu gökler. İçine bir buzun sokulmasını bekleyen, boşanıp aydınlığa kavuşmak isteyen gökler ve güneşi kaybeden insanlığa güneşi göstermek isteyen sizler...  Gökler boşanacak, güneş görünecek elbet... Dünyada yalnız kalmayacağınızı biliniz. İlk parıltıları takip eden günlerden sonra, diğer ülkelerden de faaliyetinize iştirak olunacaktır."

- Çok ilginç. Bugünle ve gelecekle ilgili işaretler var değil mi? Şimdi gelelim konumuza. Evet Hazım Bey, sonra?

- Sonra Bedri Bey program yaptı. Ve her hafta cuma geceleri 22.00 ile 23.30 arası zamanını bana ayırdı. Bu süre içinde oturup benimle sohbet ediyordu. Bu bana o zaman çok ağır geliyordu. Bedri Bey kim, ben kimim? Onun bunca vaktini almak, karşılıklı geçip konuşmak sıkıyordu beni. O da bu halimi hissediyor ve tatlı konuşması ile sıkıntımı kısa zamanda gideriyordu. Ben o zaman çok gençtim ve bu konuların çocuğuydum. Fakat Bedri Bey bir çocukla bile çocuk olmasını çok iyi bilir, ağırlığını hiç hissettirmezdi. Onun en büyük özelliklerinden birisi de, hiç şüphesiz küçülmesini bilmesiydi. Yine onun yukarı aleme saygısı, teslimiyeti ve vazife idraki çok büyüktü. İşte, yukarı alemden gelen bir direktif üzerine bana bu kadar zaman ayırması buna bir delildir.

Cuma gecesi sohbetlerinde Bedri Bey, oradan buradan tatlı tatlı konuşur, hatıralarını anlatır, araya da bazı bilgiler sıkıştırırdı. Aslında bu, hiç belli etmeden ustaca bir bilgi veriş tarzıydı. Yine hayatı ile ilgili anılarını öyle esprili bir şekilde anlatırdı ki, hem sizi güldürür hem kendi çocuk gibi katılırdı gülmekten. Hele bir anısı...

- Neydi o?

- Biliyorsunuz Bedri Bey bir ara Afganistan'a gider, orada bir sanatoryumun başhekimliğini yapar: O sıralarda kendine, evden hastaneye, hastaneden eve kolaylıkla gidip gelebilmek için bir bisiklet alır. Bir sabah yine aynı yoldan bisikletle hastaneye gider. Hastanede geç vakte kadar çalışır. Gece eve dönmek üzere bisikletine atlar ve yola koyulur. Yollar iyice karanlık ve ıssızdır. Fakat Bedri Bey her gün gidip geldiği bu yolu iyi bildiğinden, koyuverir kendini. Derken önünebirden bir toprak yığını çıkar. Ve Bedri Bey bisikletin. üstünden uçarak lök diye bir çukura düşer. Yumuşakça bir yerdir burası.

Pek bir yeri acımaz. Ama az sonra bumuna gelen kokulardan anlar ki, boynuna kadar lağımın içindedir. Düşünün bir kere, zifiri karanlıkta, boğazına dek lağımın içinde. Bir-iki debeleniyorsa da, daha çok batmaktan korkarak, kendi başına buradan çıkamayacağını anlıyor. "Gelin, kurtarın!" Falan diye bağırıp çağırıyor. Neticede oradan geçen iki-üç kişi bu sesi duyuyorlar da, gelip Bedri Bey'i çukurdan çıkararak kurtarıyorlar.

Gerçekten güç bir durumda kalmış. Ne bilsin adamcağız, sabah geçerken bir şey yokmuş, yol dümdüzmüş. Meğer o gün, İstanbul'da hemen her gün gördüğümüz gibi, orada da bir lağım çukuru kazmışlar. Ve de gece karanlığında Bedri Bey'e tuzak olmuş burası.

- Evet, Hazım Bey, bu hoş sohbetler takriben ne kadar sürdü?

- İki ay kadar sürdü. Ondan sonra asıl vazifeler başladı.

- Ne gibi yani?

- Mehmet Fahri'nin medyumluğunda, gelecekte olacakları bildiren (profetik) tebliğler alınmaya başlandı. Ve Bedri Bey, bu tebliğlerle ilgili olarak herkese görevler verdi. Mesela bana ve Hüsrev Bey'e noterlerle ilişki kurma görevi verilmişti. Biz, bu gelecekte olacakları bildiren profetik tebliğleri notere götürüp, orada saklanmasını sağlayacaktık. Olay gerçekleşince de, tebliğ noterden alınacak ve basın toplantısı yapılarak durum kamu oyuna açıklanacaktı. Böylece Yüksek İdareci Alem'in olayları önceden bildiği ispatlanmış olacaktı. Nitekim öyle oldu. 1958'de Adana'da olacak bir sel felaketi ile ilgili olarak alınan bir tebliğ bizim kanalımızla notere verilip saklandı. Olay gerçekleşince, tebliğ noterden alınarak bir basın toplantısı yapıldı ve durum gazetelerde duyuruldu.

- Noterle ilgili bu vazifenizde bir engelle karşılaştınız mı?

- Evet. İlkin gittiğimiz noterler güçlük çıkardılar. Şüphelendiler, gizli bir şey zannettiler ve almak istemediler. Fakat sonra Hüsrev Bey ve ben tanıdık birer noter bulduk ve bu işi böylece hallettik. Bizim iş nispeten kolay sayılırdı yine. Bu arada mesela Bedri Bey, Yüksek İdare Mekanizması başlıklı çok uzun bir yazısının gazetelerde yayınlanması vazifesini Dr. Refet Bey'e vermişti. Bu güç bir işti gerçekten. Ancak Dr. Refet Bey, daha önce Karaman Gazetesi'nde ve sonra Yirminci Asır Dergisi'nde yazarlık yaptığından, böylece basın çevresince tanındığından bu görev ona verilmişti.

Fakat Refet Bey, bütün gayretlerine rağmen söz konusu yazının gazetelerde çıkmasını sağlayamamıştı. Bu duruma Bedri Bey'in canı sıkıldı. Çünkü o, vazifenin yapılmamasını, en haklı mazeretler bile olsa, asla kabul etmezdi. Ona göre bir vazife yapılamamışsa bu, vazifeye yeterince konsantre olamadığımız ve gerekli gayreti göstermediğimiz içindir. Bu sebeple aslında çok kolay olan noterle ilgili işi başardığımdan dolayı Bedri Bey, Dr. Refet Bey'in yapamadığı vazifeyi bana verdi ve Dr. Bey'i de bana yardımcı olarak görevlendirdi. Ben bu durum karşısında bir tuhaf oldum ve ezildim tabii. Çünkü o sıralarda Refet Bey bizim başkanımız ve öğretmenimiz. Her şeyi ondan öğreniyoruz. Bedri Bey de içinde bulunduğum ruh halini hissetmiş olacak ki, beni bir kenara çekip, böyle düşünmemem gerektiğini, her kim olursa olsun eğer vazifenin gereklerini yerine getirirse mutlaka başaracağını belirtti. Böylece icabında Refet Bey'in bile başaramadığı bir işi pekala başarabileceğimi söyleyerek ve beni teselli ederek güvercin misalini verdi,

- Evet, çok güzel bir misal o. Dr. Bey'den dinlemiştim bir kere. Yine de sizden dinlemek isterim. Anlatır ınısınız lütfen?

- Bedri Bey güvercini vazife ve teslimiyet sembolü olarak görür ve derdi ki: "Güvercini Mısır'dan alıp İstanbul'a getiriyorlar. Ve bırakıyorlar. Güvercin önce göğe doğru dimdik yükseliyor. Sonra havada belli bir yükseklikte duruyor, yuvasının özlemi içinde kendini bırakıyor ve öylece uçuyor. Böylece ta Mısır'a kadar gidip yuvasını eliyle koymuşçasına buluyor. Güvercinin radarı mı var, telsizi mi var? Nasıl başarıyor bu işi? Elbette bunların hiçbirisi yok. Ancak güvercinin yuvasına olan özlemi, kendini teslimiyetle oraya doğru bırakışı ve kanat çırpışı, onunla yuvası arasında görünmez bir yol oluyor. Ve güvercin bu hasretin çizdiği harita üzerinden yuvasına kavuşuyor. İşte biz de vazifeye kendimizi böylesine adar, güvercin gibi tam teslim olarak kanat çırparsak, İlahi alemin de yardımlarım üzerimize çeker ve vazifemizi mutlaka başarırız."

- Merak ettim doğrusu siz başarabildiniz mi bu vazifeyi?

- Bedri Bey'den Refet Bey'le birlikte ayrıldık. Dışarı çıktığımızda Refet Bey'e, durumu garip gördüğümü belirterek, "kusura bakma ağabey" demeye getirdim.Refet Bey de ezikliğimi anlayarak, "Önemli olan senin veya benim yapmam değil, vazifenin yapılmış olmasıdır" diyerek beni yatıştırdı. Ve birlikte gazetelere başvurduk. Aslında yine işi yapan Refet Bey'di. Ben onun yardımcısı durumundaydım.

Çünkü benim basında hiç tanıdığım yoktu. Böylece Refet Bey Milliyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü ile görüşüp, tam onu ikna ediyordu ki, rahmetli Peyami Safa geldi, yazıyla ilgilendi. Ve "Yazı çok uzun. Ben şöyle bir okuyayım, bazı kısımlarını çıkarayım, öylece basalım" dedi. Biz de Bedri Bey'in huyunu bildiğimizden, bir kelimesinin bile çıkarılmasına razı olmaz dedik. Ve bu yüzden yazı Milliyet Gazetesi'nde çıkacakken, çıkmadı. Başka gazetelere müracaat ettik. En sonunda o zaman çok okunan bir akşam gazetesi olan Ekspres'te yazının çıkmasını sağladık. Şunu da belirtmek isterim ki, Refet Bey'in bu olaydaki tutumu ve vazife anlayışı bana büyük bir örnek oldu. Gerçekten Refet Bey, bunu hiç gurur meselesi yapmadan, itiraz etmeden bana yardımcılık görevini memnuniyetle kabul etti ve yine aslında işi başaran o oldu. Ne var ki, aynı zamanda bizlere de güzel bir örnek yerdi.

- Peki, Bedri Bey yazısının Ekspres'te çıkışından memnun kaldı mı?

- Bunu pek yeterli bulmamış olacak ki, sonradan aynı yazının broşür halinde basılmasını ve yurdun dört bir yanına dağıtılmasını istedi. Neticede kısa zamanda, sabahlara kadar çalışarak bu broşürleri bastırdık ve yurdun dört bir yanına dağıttık, telefon rehberlerinden, adresleri tarayarak. Üniversitelerde okuyan tanıdıklarımıza da broşürlerden vererek oralarda da dağınlmasını sağladık. Ve bir sabah, o zaman Fatih'te oturuyordum, durakta dolmuş bekleyenler, beni koltuğumun altında bir yığın kağıtla gördüler. Onları fazla merakta bırakmamak için her birine birer tane dağıttım. Sonra iş yerimde de herkese aynı broşürlerden dağıttım.

Böylece hepimiz seferber olmuştuk. Vazifeden çıkar çıkmaz doğru Bedri-Bey'in evine koşar ve başlardık çalışmaya. Bir de bakardık gün ağarmış, sabah olmuş. Bu faaliyetlerde Bedri Bey de enfarktüslü olmasına rağmen bizimle beraber sabahlara kadar çalışırdı. Ondaki azim, sebat ve usanmak bilmeyen çalışma, hepimizi ateşlerdi. Bedri Bey'i ancak birlikte çalışırken tam tanıyabilirdiniz. Yoksa vazife dışında onun çok sade bir görünüşü ve konuşması vardı. Herhangi bir kimseden farksızdı. Fakat vazife anındabir başka insan olurdu sanki. Hali, tavrı, konuşması, üslübu değişirdi. İşte o zaman büyük vazifeli Bedri Ruhselman'ı bütün heybetiyle görebilirdiniz.

- Konuşmamızın başında Bedri Bey'in, her birinizden, vazife uğruna gerektiğinde işinizi-gücünüzü, evinizi-barkınızı terkedeceğinize dair söz aldığından bahsetmiştiniz. Bunu gerektiren bir durum oldu mu?

- Oldu elbet. Mesela ben o zaman Beyoğlu'nda bir film şirketinin muhasebecisiydim. İş sırasında Bedri Bey'den bir telefon gelir ve derhal işten bir süre ayrılıp verilecek bir vazifeyi yapmam istenirdi. Ve ben hemen verilen emri yerine getirirdim. Bu böyle iki-üç-beş devam etti. En olmaz saatte işi bırakıp gidiyordum. Nihayet bir gün patron beni odasına çağırdı. "Bak Hazım, seni severim bilirsin. 'Fakat ikide-bir olur-olmaz zamanda işi bırakıp gidiyorsun. Artık kendine bir çekidüzen vermen gerekiyor herhalde?" yollu bir konuşma yaptı. Ben de kendisine, inandığım yolda yürümenin benim için hayati bir önemi olduğunu, buna mecbur bulunduğumu belirttim. Ve "Ancak" dedim "Sizden aylık aldığıma göre sizin işinizi de aksatmamaya, en iyi şekilde yapmaya mecburum.

Nitekim ayrıldığım günler, tekrar işime gelerek iki üç saat fazla çalışıyor ve açığı kapatıyorum. Ama yine de diyorsanız ki, senin bu aykırı saatlerde çekip gitmen iş prensiplerini çiğniyor ve başkalarına da kötü örnek oluyor. O zaman size hak vermekten ve ayrılmak için müsaadenizi istemekten başka sözüm kalmaz" dedim. Neticede benim bu inançlı ve kararlı tutumum, patronu olumlu yönde etkiledi. Ve hadi git öyleyse, ne yaparsan yap, ama benim işimi de aksatma dedi. Fakat bütün arkadaşlar için durum aynı olmadı tabii. Mesela Metin bu yüzden işinden çıkarıldı. Sonra Atilla'nın medyumluğu başladı ve bizim işler artık son buldu. Bedri Bey, Atilla'nın medyumluğunda aldığı bilgilerle şimdi noterde saklı tutulan son kitabını hazırladı. Metin bu bilgileri daktilo etti. Ve Hüsrev Bey de daima Bedri Bey'in yanında ona yardımcı olarak kaldı. Böylece bu üç kişi son kitabın vazifelisi oldu. Ve kitap medyuma bildirileceği vakitte basılmak ve piyasaya çıkarılmak üzere onlara emanet edildi.

  Kitabını bitirdikten sonra da biliyorsunuz Bedri Bey aramızdan ayrıldı. Bir yazısında Bedri Bey vazifeyi "Bütün hal ve hareketlerimizin sebebi ve sonucudur" diye tanımlamıştı. Gerçekten o, her hal ve hareketini vazifeye uydurmasını bilmişti. Hazım'ın da dediği gibi onu en iyi anlatan kelime vazife idi. Bu yüzden yazımıza "Büyük Vazifeli" başlığını uygun gördük. Ve yine bu nedenle, satırlarımıza son verirken, ona.ençok yakışan aynı sıfatı kullanarak, Büyük Vazifeli Bedri Ruhselman'a sonsuzluk yolundaki yeni vazifelerinde başarılar dileriz.

( Dr. Bedri Ruhselman Anılar ve Yazılar - Güngör Özyiğit )

 

© Astroset 2003-2012