Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

 

Pozitif İnsan Olmak
(Kuran'da Pozitif İnsan)

Hazırlayan: Selman GERÇEKSEVER

   Kur’an’ın işlevsel yanlarından biri, dünya insanını, maddeleşmiş dünya yaşamından (inisiyatik ifadesiyle “karanlıklar”dan, “cehennem”den kurtarmaya çalışmaktır (Ahzab 43). Bu istenmeyen durumdan korunmanın "sakınmanın" ve kurtularak "yükselmenin" yolu hidayete ermektir(Bakara 157). İşte bu istenmeyen, insanın yüceliğiyle bağdaşmayan durum yerine, erdemli pozitif insanlara özgü bir yaşamın ikame edilmesi(yerine geçirilmesi) "ibadet hali"ni sürekli kılmakla olasıdır(1).  

   Pozitif insanın niteliklerinden biri olan sabır, teslimiyet(2) kavramında anlamını bulan imanın gereği ve erdemli insanlara özgü bir fazilet ve meziyettir(3).

   Pozitif insan büyük ölçüde "zihin gevezeliği"nden kurtulup; aklını, vicdanı yönünde kullanabilen insandır. Bu da aklın, nefsin egemenliğinden(daha doğrusu zulmünden) kurtarılmasıyla olasıdır. Bu başarı, pozitif yaşama kararlılığı içinde olan insana, "ayetler evreni"nden başka bir şey olmayan çevremizdeki olayları daha sağlıklı irdeleyip, analiz etme niteliği kazandıracaktır.

   "Gören gözler"(Casiye 13, Ra’d 4, Nahl 6 + 12, Zariyat 20 + 21, Secde 26, Naziat 26, Neml 52, Bakara 171, Fussilet 53) bireye bunun için gereklidir. Bu ayetlerde anlamını bulan gören gözlere sahip olmanın gereği; beşeri aklın, kendini tanıma kararlılığı çerçevesinde terbiye edilmesidir ki bu da pozitif insanın (Kur’an ifadesiyle "takva ehli basiretli kişi"nin tavrıdır. Bu tavrı sürekli kılmanın yan ürünü de "makul vicdan"dır(4). Nefsin iğvasından ve beşeri/toplumsal koşullandırmalardan sakınma konusunda belli bir farkındalık/uyanıklık içinde olmak pozitif yaşama titizliği içinde bulunan bireye özgü bir tavırdır. Maddenin cazibesinden, nefsin (Kur’an ifadesiyle "şeytan"ın) iğvasından ve toplumsal/beşeri koşullandırmalardan sakınma becerisi kişiye, Kur’an’dan daha çok yararlanma (ayetleri daha derinlemesine anlama) gücü kazandırıyor. Bu anlamda "sakınanlar" için Kutsal Kelam’ın bir kılavuz olduğunu Bakara 2’de görüyoruz. ALLAH’ın bizlerle konuşma şekillerinden/araçlarından biri olan Kur’an’ı anlamak (başka türlü ifadesiyle, ALLAH’ın bizlere hitabını anlamak) ve gereğini yapmak bizce önemli ise, yaşarken böyle bir sakınma titizliği içinde bulunmalıyız ki, bu titizliğe sahip olmak da pozitif insanın niteliklerinden biridir. Pozitif olmak, "iyi" olmaktır. Felsefede ALLAH’ın "yüce iyilik" olarak adlandırıldığını biliyoruz. İyi olmak aynı zamanda İlahi isimlerden (Esma-ül Hüsna’dan) biridir: Hadi. ALLAH bizden, kendisine benzememizi, O’nun sıfatlarıyla sıfatlanmamızı istiyor. Bunun Sufizm’deki karşılığının "Allah'ın rengi ile boyanmak" olduğunu biliyoruz ki, böyle bir kararlılık ve ceht içinde bulunmak pozitif insanın harcıdır.

   Pozitif yaşamanın gereği olan sakınmak(5) duyarlılığının ve farkındalığının bir yan ürünü de "selim kalp"e sahip olmaktır. Yani, bireyin vicdan kanalının nefsanî tesirlerden arındırılmış olması… Bu, aynı zamanda "kalp temizliği"dir. Kalp temizliğinin ya da selim kalp'in Sufice ifadesi, "gönül ehli" olmaktır. Yani kalbin gönül’e dönüşmüş olması durumu. Birey ancak sakınma titizliği içinde gönül boşluğunda yükselebilir, gönüller dolusu sevgi ile Bütün’e (onun en süptil/ince, latif tesirlerine) yönelebilir. İşte bu anlamda "gönül uluları" ancak ve elbette ki Kur’an Vahyinin derinlerine daha çok nüfuz edebilir. "...rehberlerinden bir hidayet üzere olanlar" da(Bakara 5) elbette ki bu gönül uluları, pozitif insanlardır.

   Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, Kutsal Kelam’ın "Sakınınız !" uyarısı, pozitif insan da dâhil, tüm realitelerde bulunan enkarne varlıklar için geçerlidir. Yukarıya doğru giderek incelse de, her realitede nefsaniyet vardır; nefse karşı böyle bir sakınma titizliği ve duyarlılığı içinde bulunmak her realite basamağındaki beşerin hayrınadır.

   Tanrı’nın sıfatlarıyla sıfatlanmak, aynı zamanda "teslimiyet"in de ifadesidir. Bunun Kur’an’daki ifadesini Bakara 138’de görüyoruz. Pozitif düşünme ve davranma titizliği içinde olan sakınanlar bir bakıma bu anlamda teslimiyeti gerçekleştirme yoluna girmiş olanlar oluyor… Zaten Kur’an’ın ideal insanı olan "müselman"; "İslam" sözcüğüyle bağlantılı olarak, İslam’ın vahye dayalı gerçek çehresinde "Allah'a teslim olmak" vardır ki, bununda gereği pozitif insan olmaktır.  

   Kur’an’da sakınmak kavramında anlamını bulan pozitifliğin bir gereği de, elinde bulunan içsel gelişim olanaklarını (sahip olduğu nimetleri ve rızkı) başkalarıyla paylaşmaktır, kendi yararlandığı bir olanaktan başkalarına da pay çıkarmaktır. Bu "nimetler"in kapsamına her şeyle birlikte bireyin sahip olduğu bilgi de girer. İşte pozitif insan, sahip olduğu bilgiyi de başkalarıyla(ona gereksinimi olduğunu hissettikleriyle) paylaşır. Esasen bu anlamda bilgi paylaşımı, biliyor olmanın sorumluluğunun yerine getirilmesidir. Bilen, bildiğinden sorumludur; bu sorumluluğun gereği de, o bilginin uygulamasını yapmak ve onu ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır. Esasen en büyük ve değerli sadakanın da bilgi olduğunu yeri gelmişken anımsıyoruz.

   Pozitif olmanın gereği olan böyle bir titizlik ve duyarlılık içinde bulunmak aslında, kendimiz için istediğimiz bir şeyi başkaları içinde istemenin (İsa Nebi, Thomas’ın İncili) gereğidir ve bu durum; beşeri zaaf ve rahatsızlıklarımızdan biri olan cimriliğin tam tersidir.

   Cimri bireyin karakteri olan biriktirme rahatsızlığına yakalanmadan, elimizdekinin yeterli olanından fazlasını gerçek ihtiyaç sahipleriyle paylaşmakta(ya da ihtiyaçtan fazlasını edinmemekte) yarar vardır. Pozitif insan bilir ki, ALLAH’ın verdiği nimetler yerli yerince harcanırsa(ve hele onlar için şükredilirse) çoğalır. Bu çoğalma, onları başkalarına dağıtmak içindir, biriktirmek ve istifçilik için değil… Bu nedenle, tükenirde bana kalmaz gibi bir beşeri endişeye kapılmaya gerek yoktur. Hepsi de aslında emanetten başka bir şey olmayan ALLAH’ın nimetlerinin şu ya da bu nedenle bizde birikmesi; vericiliğimizi, başkalarına da onlardan pay çıkarıp çıkarmayacağımız konusunda sınanmak içindir. Kişi, varlıkla da sınanır, yoklukla da… Ama varlıkla sınanmak (Kur’an ifadesiyle servet şımarığı olmamak)(6) herhalde daha zordur. 

   Pozitif insanın belirgin niteliklerinden olan vericiliğin/fedakârlığın (Kur’an ifadesiyle başkalarına da pay çıkartmanın) (7) tersi olan cimrilik/nekeslik rahatsızlığına birey yakalanmışsa; yani bir bakıma dünyalaşmışsa, ALLAH rızası için vericilik ve hizmet gücünü de yitirmiş demektir. Bakara 245’te bu tehlikeye karşı beşeriyetin uyarıldığını görüyoruz. ALLAH, çıkarsız vericiliğin karşılığını kat kat artmış olarak iade edeceğini de yine Bakara 245’te belirtiyor. Veren elin üstünlüğü Muhammed Nebi’nin bir hadisinde de dile getirilmiştir: " Veren el, alan elden üstündür."

   Bir toplumda makul bir birliğin en önemli görünümlerinden biri olan yardımlaşma ve dayanışma bilincinin (pozitif insanlar aracılığıyla) kök salması da Kur’an’ın beşeriyetten beklediği güzelliklerden birisidir. Bu güzel durum; barışa yönelik değer üreten ve hayırlı işler yapma titizliği içinde olan pozitif insanın sahip olduklarıundan başkalarına da pay çıkartmak talimleri sayesinde, toplumda yaygınlaşmasına bağlıdır. Aynı zamanda, İlahi İrade Yasalarından (Sünnetullah) olan yardımlaşma ve dayanışma, varlık olmanın gereğidir. Yukarıdan beri, irdelemeye çalıştığımız anlamda, pozitifleşmemiş bir birey, nefsaniyetinden ve beşeri tutkularından dolayı bu varlıksal gerekliliği yerine getiremez. Varlık varlığın gelişim aracı olduğu bir tezahürat ortamında; bilenin, bilmeyene yardım etmesi bile, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Esasen yardımlaşma ve dayanışmanın bilinç düzeyinde kusursuz olarak yaşandığı yer ruhsal plan( plane) durumudur. Biz enkarne varlıklar da(planlarımızın tezahür uzantıları olarak) yüksek benimize/asıl kendimize ve planımıza benzemek durumunda olduğumuza göre, bu dünyada pozitif olmak zorundayız.

   Kalbi ürperti içinde olan pozitif insan, yanlış yapmama ve doğru yolda olma titizliği içindedir. Toplumsal yaşamdaki her türlü kandırıcı ve cezp edici etkiye ve koşullandırmalara rağmen; doğruya, iyiye ve güzele yönelik olarak yaşamak pozitif insanın, taklit edilmeye değer bir meziyetidir.

   Toplumsal yaşamda Kur’an’ın takva ehli pozitif insandan beklediklerine pozitif insanın meziyetlerine, günümüz sözde modern beşeriyeti henüz tam olarak ulaşamamıştır. Kur’an’la gelen Kutsal Kelam’ın ideal insanının özellikleri şunlardır. Kur’an’a göre pozitif insan toplumsal yaşamda şu altı konuya saygılıdır:

1-Yaşam hakkına saygı, 2-Özgürlük hakkına saygı, 3-Duygu ve düşünceye saygı, 4-Bilimsel kanaate saygı, 5- Namus ve haysiyetine saygı, 6- Mülkiyet hakkına saygı. 

   Gerçek çağdaşlığın ve uygarlığın bu konularda insanların birbirine saygılı olmasıyla ortaya çıkacağına inanıyoruz ve bu konularda birbirine saygılı olan insanlardan "YENİ İNSANLIK"ın oluşacağını biliyoruz.

   Dünya beşeriyeti için yeni insanlık düzeyine ve toplumuna ulaşmak, yine Kur’an ifadesiyle doğru yolda olmanın en doğal sonucudur. Pozitif insan doğru yolda olmak ifadesinde anlamını bulan; barışa yönelik değerler üreten ve her durumda hayırlı işler yapma titizliği içinde olan, bilgiden nasipli bireydir(Araf 32). Gerçek üstünlük de, bu insanın söz konusu meziyetleriyle gelen üstünlüktür. Başka türlü ifadesiyle gerçek üstünlük ve iktidar, ALLAH’a giden doğru yolda en iyi şekilde yürüyebilen pozitif insanın durumudur. Pozitif insan bu kazancını, Kur’an’ın ilke değerlerine uymasına borçludur. Kutsal Vahyle gelen bu ilke değerlerin; İlahi İrade Yasaları(Sünnetullah), Kur’an’daki İslam, akıl, bilim ve insani değerler(yani erdemler) olduğunu biliyoruz. Beşeri zaaflardan ve kusurlardan kurtulup insanlaşmak da bu ilkeleri yaşama geçirmekle olasıdır.

   Dünya beşeri toplumunun bu anlamda insanlaşarak yani pozitifleşerek bir Âdem devresini bitirmesi için Kutsal Kelam’ın dünyaya dönem dönem indirildiğini ve bu rehberlik ve eğitim kapsamında tüm toplumlara peygamberler geldiğini biliyoruz. Kutsal Vahyin dünya beşerine dönem dönem indirilmesinin amacı; beşerin tekâmülü, aydınlanması ve doğru yol boyunca, bu Âdem devresiyle hedeflenen sona aşama aşama ilerletilmesidir. İşte İlahi Murada uygun olarak böyle kutsal bir amaç ile beşeriyete verilmiş olan bilginin; idraklenme cehti içinde hazmedilerek şuurlanılması, pozitifleşmenin ve devreyi başarıyla bitirmenin gereğidir. Pozitif insan, bu gereği yerine getirmiş ya da getirme titizliği içinde olan, Kutsal Kelam ölçülerine göre makbul insandır. Pozitif insan, bu gereği yerine getirme çerçevesi içinde, "sapkınlık"(8) yerine "hidayet"i(9) yeğlemiş ya da böyle bir duyarlılık ve sakınma içinde olan iman onuruna ermiş insandır.

   Görülüyor ki kurtuluşa giden doğru yolda olmak Yahudi, Hıristiyan ya da görünüşte Müslüman olmakla; yani, nüfusa bu şekilde kayıtlı olmakla olası değildir. Kurtuluş ve insanlaşmak "takva" kavramında anlamını bulan pozitifleşmekle olasıdır. Müslüman bir ailenin Müslüman çocuğu olmakla, gerçek anlamda Müslüman(yani teslim olmuş, hanif anlamında Müslüman) olunmuyor. Doğru yola kılavuzlanmak (Bakara 135 + 136 + 137), pozitifleşmek kavramında anlamını bulan "akıl-gönül sahibi olmak"la(10) olasıdır. Esasen bizleri doğru yola kılavuzlayan Kutsal kelamı(ALLAH’ın bize hitabını) en iyi anlayanlar, dolayısıyla da O’nu en iyi anlayanlar akıl-gönül sahibi pozitif insanlardır.

   “Doğru yola kılavuzlanmak” ifadesinde anlamını bulan pozitifleşmek,(yine Kur’an ifadesiyle) "Allah'ın ipine yapışmış olmak "(11) titizliği içinde yaşama kararlılığı sergilemek, indirilen dinsel öğreti’ye göre yaşamakla gelen pozitifliktir. Bunun tersi durum ise Müslüman/Hıristiyan/Yahudi görünümünde(bid’at ve hurafeden oluşmuş bir) uydurulan dine göre yaşamak oluyor ki bunun Kur’an’daki adı sapmışlıktır.

   Pozitiflik ile bağdaşmayan sapmışlığın(8) nedenlerini ve bunlardan sakınmanın gereklerini de yine Kur’an’dan öğreniyoruz: Kur’an bu nedenleri "gözlerin/kulakların mühürlü, kalbin hastalıklı olması" sembolizmi ile veriyor(12). Bu kimseler bu nedenle Allah'tan yüz çevirmiş oldukları( Bakara 137) için; onların ALLAH’a olan inançsızlıkları ile ALLAH’ın gönderdiği resul ve nebilere yönelik saygısızlıkları; Kur’an’daki gerçek/özgün İslam olan "indirilmiş din" varken, kendi uydurdukları bir dine göre doğru yoldan sapmışlık sergilemeleri son derece doğaldır.

   “Pozitif insan” kavramında anlamını bulan takva ehli hanif insanın gözü-kulağı mühürlü ve kalbi hastalıklı(12) olmadığı için "salih amel"(barışa yönelik eylemler ve hayırlı işler) üzere olması son derece doğaldır. Pozitiflik anlamında öteki Kur’an ifadeleri de şunlardır: "Kabe'ye yönelik olmak","Kurandaki islama yönelik yaşamak", "doğru yolda olmak", "hidayet üzre olmak","yüzünü Allah!a döndürmek"tir.

   Birey hangi realitede bulunursa bulunsun, o realitenin doğrusundan sapması her zaman olasıdır. Çünkü nefsaniyetin sıfırlanması(öldürülmesi/yok edilmesi) söz konusu değildir. Böyle olunca, her şeyin sınanma ve sınav aracı olduğu şu dualite ortamında kusursuzluk söz konusu olamaz. Burada önemli olan, işlenen kusurun(ya da Kur’an ifadesiyle sapkınlığın hemen farkına varıp, doğruya yönelmek; hatta "tövbe" ederek bunu yapmaktır. Böyle güzel bir manevranın övgüsünü Bakara 160’ta görüyoruz: "..Tövbe edip hallerini düzeltenler ile gerçeği açıklayanlar.." İşte, İlahi övgüye değer bulunan bu güzel farkındalığa pozitif insan sahiptir. Çünkü pozitif insanın böyle bir duyarlılığı(sakınma titizliği) vardır. Kur’an’ın aynı ayetinde günahları affeden(Gaffar ve Gaffur) ALLAH’ın bu tövbeleri kabul ettiğini görüyoruz. Çünkü ALLAH aynı zamanda tövbeleri kabul edendir(Tevvab) zaten… İşte böyle bir gaflet ve dalaletten, güzel bir manevra ile kendini kurtarıp; af dileyip tövbe edenlere ALLAH, kusurunu düzeltme(bir daha, hatta birçok kez sınanma ve sınanarak güçlenme/arınma) olanağı lütfediyor. Böyle bir telafi olanağına, biz dar/kapalı şuurlu varlıkların çok çok gereksinimi olduğunu ve bu olanağın giderek daha çok pozitifleşme fırsatı(hatta rahmeti) olduğunu, bu sayede kusurlarımızı düzeltip, doğru yolda (sırat-ı müstakim) kalma gücüne sahip olacağımızı çok iyi biliyoruz.

   Yine biliyoruz ki, bu anlamda tövbe eden varlık, haddini bilen; kusurlar içinde olduğunu anlamış, kusurlarını düzeltme ve sakınma titizliği içinde bulunan pozitif insandır ki, bu da doğru yola yönelmişliğin, doğru yolda kalma titizliğinin belirtisi makbul bir tutumdur.

   Kur’an’daki İslam bireyde, biyolojik bedeni ve onun meta-biyolojik yanını bir bütün olarak geliştirmeyi hedeflemiştir ki bu, pozitif insanın en belirgin niteliklerinden olan makul vicdandır(orta yol). Birey için kendinden habersiz, beden olarak yaşamak ne kadar sakıncalı ise; bedensizmiş gibi tamamen vicdan insanı olarak yaşamak da o kadar istenmeyen bir durumdur. Esasen, bedenli olup da tamamen vicdan insanı olarak yaşamak hemen hemen zaten olası değildir. Makbul olan, orta yol olan makul vicdanlı olarak yaşamaktır. İnsan, enkarne durumda esasen ruh varlığıdır ama bedenin ve maddenin de hakkını vermek durumundadır. Enkarne ruh varlığı ancak orta yolda(ki bu bedenli bir yaşam için doğru yoldur) olduğu sürece, kendisini olduğu kadar bedeni de geliştirir ve çevresine karşı da pozitif anlamda iyi bir örnek(taklit edilmeye değer bir örnek) olma başarısına ulaşır(13).

   Pozitif orta yol insanı sadece akıllı değil, akıllı olduğu kadar da vicdanlı bir kimsedir. Başka türlü ifadesiyle, aklını nefsin heva ve hevesi yönünde değil, vicdanı yönünde kullanan insan, orta yolun pozitif insanıdır. Aklın sağlıklı bir şekilde işlemesi ancak makul vicdan titizliği içinde yaşamakla olasıdır. Kur’an’ın insandan beklediği de bundan başkası değildir. Aklı sağlıklı bir şekilde işletmenin(yani, aklı insani değerler ve vicdani şeriat yönünde işletmenin) sadece bireysel açıdan değil, çevre ve toplum açısından da ne kadar önemli olduğunu; ayrıca, anlayışsızlıktan kaynaklanan sorunların ve sağlıksız beşeri ilişkilerin(bu anlamda) "akılsızlık"tan kaynaklandığını biliyoruz. Aklı, vicdan ve insani değerler yönünde değil de, nefsanî itilimler yönünde kullanmanın Kur’an’daki karşılığı akılsızlıktır. Bu nedenle, pozitif insanın yaptığı gibi; aklı insani değerler ve vicdani şeriat yönünde işletmek, olup bitenlerden içsel gelişim yönünde yararlanmak, dolayısıyla anlayışlı ve hoşgörülü olmak, başta Kur’an olmak üzere tüm kutsal ve inisiyatik öğretilerde vurgulanmıştır. Bu anlamda "akıllı olmak", aklı vicdan yönünde, yani Yüksek Benimizle(asıl kendimizle) bağlantılı olarak kullanmak oluyor. Bu arada, vicdanın; Rabb Planı’nın bizdeki en uç noktası olduğunu da(SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ’nden) anımsıyoruz.

   Vicdan yerine nefsin güdümündeki beşeri aklın sergilediği(yani akılsızlığın sergilediği) günümüz beşeriyetinin yüzkarası marifetlerini üzülerek görüyoruz. Bu talihsiz manzaranın müsebbipleri(sebep olanları) söz konusu akılsızlıklarından dolayı o kadar anlayışsız, aymaz, gaflet ve dalalet içindedirler ki,(Kur’an ifadesiyle) ".. öğüt alıp düşünmekten bile acizdirler." (Bakara 269) Öğüt alıp düşünenler ve aklını işletenler ise (Bakara 269’a göre) pozitiflikte anlamını bulan salih akıl sahipleridir: “.. temiz akıl sahiplaerinden başkası öğüt alıp düşünemez." Kur’an’la gelen Kutsal Kelam da, öğüt olduğuna göre, Kur’an’ı da en iyi anlayanlar salih akıl sahibi pozitif insanlar olmaktadır (Kamer 40).

   Konumuz olan pozitifleşmek, beşeri aklın; içsel gelişimi engelleyici kabalığının giderilmesiyle olasıdır. Beşeri aklın bu niteliğini gidermek, onu nefsin hegemonyasından kurtarıp, vicdana teslim etmekle oluyor. Herşeyin ayet olduğu bilinci içinde yaşamak, beşeri akıl(geveze zihin) üzerinde oluşturulacak vicdani bir egemenlikle olasıdır. Bakara 242’de dile getirilen, "..ayetleri düşünebilmek.." ve onlardan(nimetlerden) içsel gelişim yönünde yararlanabilmek için önce; beşeri aklın bu anlamda terbiye edilmesi ve onun, nefsin tesirliliğinden kurtarılması gerek. Ancak o zaman akıl,(pozitif insanın tavrı olan) vicdan ile kol kola yürüyebilecek bir olgunluk düzeyine ulaşabilir. Aklın vicdan ile kol kola gitmesi ise, makul vicdan ifadesinde anlamını bulan makbul bir durumdur ki bu aynı zamanda, dinsel ifadesiyle orta yoldur. Makul vicdan uygulamasının dışa vurumu; sükûnet, ferahlık, içsel huzur ve doygunluktur. Ancak bu anlamda edeplendirilmiş bir akıl ile sadece anlayışsızlık ortadan kaldırılmakla kalmaz, bu sayede yapılan sağlıklı gözlem ve algılama ile her şeyin ayet olduğu fark edilir ve bu nimetten/rahmetten içsel gelişim yönünde yararlanma şansı yakalanır ki Kur’an’ın da bizden istediği budur.

   Pozitif insana özgü bir tavır olan aklın/zihnin bu anlamda eğitilip ıslah edilmesi(Sufizm’deki ifadesiyle "sarhoş gezmek" ten kurtuluş), zihnin/zihniyetin(mantalitenin) değişiminin gerçekleşmesidir. Aklın nefsin hegemonyasından kurtarılmasıyla ortaya çıkan zihniyet değişikliği doğal olarak; önyargılardan kurtulmayı, bağnazlıktan uzaklaşmayı da beraberinde getirecektir. Böyle bir zihniyet yenilenmesiyle, değerlendirmelerin yeniden yapılması kişiye insanlaşma ve pozitifleşme yönünde pek çok olumlu puan kazandıracaktır. Kişiyi dengesiz, şuursuz ya da en azından kapalı şuur halinde tutan bir takım olumsuz etkilerden kurtulması da bu yolla olasıdır.

   Bu şekilde, pozitif insana özgü bir safiyet ve arınma eşliğinde gelen akıl, Thomas’ın İncili’nde(Kelam 39)(14)   "yılanlar kadar tedbirli" olarak geçer. Yani İsa Nebi burada mealen; hem vicdanınızı hemde aklınızı birlikte kullanabilecek durumda olun diyor. Bu sembolik uyarıda, yılan akla, güvercin ise vicdana karşılık oluyor. Vicdanın güvercinler gibi özgür olması… Bu güzel durumda; aklın, nefsin hegemonyasından kurtarılmasıyla olasıdır. Aklı nefsin hegemonyasından kurtarmak için, önce nefsi terbiye etmek gerek. İçimizdeki şeytan olan nefs, terbiye edilerek kontrol altına alındıkça da vicdan özgürleşecektir ki, vicdanın göksel işlevini gerçekleştirmesi de ancak böyle olasıdır. Her konuda sağlıklı akıl yürütme de; aklın, bu anlamda terbiye edilmesiyle olasıdır. Bu şekilde bir nefsin terbiyesi ile Rabb Planı’nın içimizdeki uzantısı olan vicdanı özgürleştirerek; aklın denetimini vicdana vermek, kendini tanıma cehti içinde idraklenmeye çalışmakla olasıdır ki, pozitif insanın tavrı da budur.

   “Orta yol” da olmanın, pozitif insana özgü makul vicdanlı olmakla özdeş olduğunu yukarıdaki paragraflarımızda belirtmiştik. Muhammed Nebi’nin sağlığında, onun yakın çevresinde bulunmuş ilk Müslümanlar(Sahabiler) için de orta yolu izleyenler ifadesi kullanıldığını Bakara 143’te görüyoruz. Sahabiler, sayıları çok az da olsa, "indirilmiş din" olan Kur’an’daki özgün İslam’a göre yaşayan küçük bir pozitif insanlar topluluğuydu. Muhammed Nebi önderliğindeki bu seçkin insanlar topluluğu elbette ki makul vicdan uygulayıcılarıydı. Pozitif insanın tavrı olan vicdana yönelik(ama aklını kullanarak) yaşamak, bir bakıma simgesel anlamda(Bakara 143’teki ifadesiyle) "Kıbleye yönelmiş olmak" tır. Bakara 143’ün ikinci cümlesinde kıbleye yönelmiş olmanın (içsel gelişim bağlamında vicdana yönelmiş olmanın) bir sınav ve gözlem vesilesi yapıldığını görüyoruz. (15) Bu duruma göre, Resul’e uymak; hem Kâbe’ye(yani vicdana) yönelmek, hem de Kur’an’daki özgün İslam’a uymak/yönelmek (doğru yola yönelmek) oluyordu.

   “İç denetim”den yoksunluk, bireyi; paranın, konforun ve bencilliğin tuzağına düşürür. Bunlar da pozitifleşme yolunda büyük engellerdir. Pozitif insanın bir niteliği de "iç denetim" sahibi olmasıdır, çünkü o içsel dengeye sahiptir, duygusal karmaşa içinde değildir. Pozitif insanın bu güzel niteliğinin dışa vurumu israftan/savurganlıktan sakınmaktır. Bu bağlamda, pozitifleşmenin dışa vurumu savurganlıktan sakınmaktır demek hiç de yanlış olmaz. Çünkü pozitif insan bilir ki, temelinde; nefsin başıboşluğu bulunan savurganlık, kendini bilmezliğin bir tür ifadesidir. Kendini bilmez insanın bu zafiyetinden yararlanan günümüz sömürgen kapitalizmi, tüketim çılgınlığını körükleye körükleye, dünyayı önü alınmaz bir felaketin eşiğine getirmiştir. Bu vahim durum, elbette ki kendini bilmezlikten kaynaklanan nefsanî arzularımızın perişan manzarasından, yani bir türlü pozitifleşememekten kaynaklanan olumsuzluktan başka bir şey değildir. Ayet ayet gelmiş olan Kutsal Kelam’ın bunca uyarısına rağmen; edeplendirilmemiş, kontrol altına alınmamış aklın eseri olan ruhsuz teknoloji, beşeriyetin tepesinde kara bulut gibi durmaktadır. Günümüzde tüketim çılgınlığının eşliğinde ortaya çıkmış bulunan israf(savurganlık) sadece birçok çevre sorununun(gereksiz atığın) nedeni değil, aynı zamanda gelir dağılımındaki dengesizliğin ve yoksulluğunda nedenidir. Zamanında pozitifleşememenin bedelini günümüz beşeriyeti bu şekilde ödemeye, bunun sıkıntılarını göğüsleye göğüsleye insanlaşmaya, kurtulmaya ve "Yeni İnsan" olmaya çalışıyor.

   Pozitif insanın yaşam yolu olan doğru yolun Kur’an terminolojisindeki karşılığı Sırat-ı Müstakim, Sufizm’deki karşılığı "Seyr-i Süluk" tur. Doğru yolda olmak aynı zamanda, hakikatten hakikate giden yoldur. Bu yolda ilerlemenin, idraklenme cehti içinde şuurlanmak olduğunu biliyoruz. Tüm varlıklar için dönüş ALLAH’a olduğuna göre(15), bu dosdoğru yol boyunca yardımlaşma ve dayanışma yasasının gereği olarak O’na doğru yönelik yaşamak(ki bunun ibadet hali içinde yaşamak demek olduğunu da belirtmiştik) pozitif insana özgü güzel bir yaşam şeklidir.

   Dünya yaşamında  doğru yolun, aynı zamanda orta yol(makul vicdan) olduğunu daha önce de belirtmiştik. Bireyin orta yoldan sapıp; asıl kendisinden habersiz, beden(bedensel ben) olarak yaşaması(Kur’an’a göre) zulüm türlerinden biridir. Bu anlamda kendine zulmeden bireyin, çevresine de zulmetmemesi pek olası değildir: Buna "bireyin bireye zulmü" diyebiliriz. Örneğin, dünyasal/beşeri yaşama(tamamen değilse bile) büyük ölçüde sırt çevirmek, bireyin bedenine karşı zulmü olduğu gibi; bunun tersi de(yani yoğun bir şekilde dünya yaşamına gömülmek) enkarne varlığın aşkın yanına(asıl kendisine) zulmüdür. Kısaca, bu tavırlanmanın/zihniyetin her ikisi de orta yol/doğru yolda(sırat-ı müstakim’de) olmamaktır. Bu durumda, zor ama makul ve makbul olan tutum orta yolda(yani, makul vicdan uygulaması içinde) olmaktır. Pozitif insana özgü bu tutum aynı zamanda(asıl konumuz olan) adaletin ta kendisidir. Yani her şeyi yerli yerinde ve ifrata(aşırılığa, işgüzarlığa) kaçmadan yapmak ve nimetleri(içsel gelişim olanaklarını) yerli yerinde değerlendirmek. Aksi halde birey kendi zulmünü, kendi elleriyle kendine hazırlamış olur ( Allah onlara zulmetmedi, onlar kendi kendilerine zulmettiler - Hud 101 ).

   İyilik/kötülük, doğruluk/eğrilik göreceli ve elbette ki realiteden realiteye değişen kavramlar olmasına karşın; iyilik/güzellik, doğru yolda olmak, hatta pozitif düşünmek, iyi niyetler içinde olmak tüm kutsal metinlerde vurgulanmış ve tüm peygamberler bu şekilde yaşayarak çevrelerine iyi örnekler olmaya çalışmışlardır. Çünkü bu şekilde olmak erdemli pozitif insanın tarzıdır. Birey(Bakara 171’de geçtiği şekliyle) sağırlıktan/körlükten ve inançsızlık illetinden yakasını sıyırmadıkça, pozitif insana özgü erdenleri de kendinde tezahür ettirmeye başlar ama sağırlık da, körlük de ve inançsızlık da ısrar ettikçe de, sıkıntılı ıstıraplar/yaşam sınavları(eprövler) içinde bu kusurunu(bilerek ya da bilmeyerek) gidermeye çalışır. Bu gidiş, bir bakıma(Kur’an ifadesiyle) Allah'a yönelmektir(Sebe 9). Allah'a yönelmiş olmak pozitif insan olma kararlılığının dışa vurumudur(16).  

   Günümüz beşeriyetinin yüz karası eylemlerinden olan; kul hakkı çiğnemek, yolsuzluk/usulsüzlük ve(belki de bunların toplamı olan)haram, elbette ki pozitif insan için söz konusu değildir. Çünkü pozitif insanın haram ile sınanmak gibi bir epröve gereksinimi kalmamıştır. Pozitif insan, haram kavramında anlamını bulan beşeri zaaf ve kusurlarla ilgili yaşam sınavlarını başarıyla geçmiş ya da bunlara gerek kalmamıştır. Görüldüğü gibi, bir toplumu oluşturan bireylerin pozitifleşmesi, o toplumda; bireylerin basiretsizliğinden(kalp körlüğünden) kaynaklanan; kul hakkı çiğnemek, yolsuzluk, haram kazanç gibi olumsuzlukların kendiliğinden yok olmasını beraberinde getirecektir.

   Yukarıda değindiğimiz beşeri kusurların ortadan kalması elbette ki iyiliklerin yaygınlaşmasını beraberinde getirecektir. Pozitifleşen bireylerden başlayarak topluma(ve giderek tüm beşeriyete) yaygınlaşan bu iyilik, bireyin idraklenme cehti ve samimiyeti karşılığı olarak  "Allah'tan gelen iyilik"tir( "Sana gelip çatan her iyilik Allah'tan dır... Nisa 79). Sapkınlık yerine hidayeti yeğleyerek ALLAH’ın lütfuna(Yukarı’nın daha çok rehberliğine) layık duruma gelmiş pozitif insan elbette ki toplumun yüz akı/seçkin üyesidir.

   “Âlemlerin Rabb’inden indirilmiş”(Hakka 43) olan Kur’an, pozitif insanı(gerçek mü’mini) şöyle tanımlıyor: " ... Allah ve resulüne iman ederler, sonra hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda didinirler. İşte bunlar özü-sözü birbirine uyanlardır." -Hucurat 15. Bu insan tiplemesinin kurtulmuş olduğunu da Mü’minun 1’de görüyoruz: "Hiç kuşku yok, kurtulmuştur mü'minler." Bunların aynı zamanda Allah'ın yeryüzündeki halifesi durumunda olan kimseler olduğunu da yine Kur’an’da görüyoruz: "Allah; sizin, iman edip barışa/hayra yönelik işler yapanlarınıza şu vaatte bulunmuştur: Onardan öncekileri halef kıldığı gibi, onlarıda yeryüzünde mutlaka halef kılacak..." - Nur 55.

   Takva ehli pozitif insan için Kur’an’da geçen başka bir isim de "hanif" sözcüğüdür. Ali İmran 191’de hanif nitelikli pozitif insan için şöyle dendiğini görüyoruz: "İbrahim'in dinine yüz çevirmeyen hanifler Kutsal kelam üzerinde düşünürler/akıllarını işletirler. Bununla da yetinmeyip şöyle derler; Ey Rabbimiz sen bunları elbette ki boşuna yaratmadın." Bu ayette gördüğümüz akıl işletmek becerisinin, pozitif insanın belirgin niteliklerinden biri olduğunu, daha önceki paragraflarımızda belirtmiştik. Bu insan, kalbi huşu içinde akıl-gönül sahibi "hadi" (iyi insan)dır. Yukarıdaki ayette İbrahim dininden kasıt da İslam'dır. ALLAH, bizden(dünya beşeriyetinden) hanif olarak(yani, pozitif insan olarak) O’nun dini İslam’a çevirmemizi istiyor(Rum 30) ve(yine aynı ayette)," doğru ve eskimez" dinin İslam olduğunu belirtiyor. Aslen bir Sümerli olan İbrahim peygamberin, hanif bir Müslüman(ve doğal olarak da dininin de İslam) olduğunu Ali İmran 67’de görüyoruz: " İbrahim ne bir yahudi idi, nede bir hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı/Allah'a teslim olandı.."

   Bütün bunlardan anlıyoruz ki, insan; nüfusa kayıtlı olarak hangi dinden görünürse görünsün, hanif ya da takva ehli gibi kavramlarda anlamını bulan pozitifliği bünyede gerçekleştirmedikçe Kur’an ölçü ve ilkelerine göre Müselman(ALLAH’a teslim olmuş) sayılmıyor:

  “İsa onlarda inkârı sezince, şöyle konuştu: ‘ALLAH’a gidişte benim yardımcılarım kimdir? Havariler dediler: ‘Biz ALLAH’ın yardımcılarıyız, ALLAH’a iman edenleriz.’ .“


(1) İbadet hali: ALLAH’ın nazarında tüm yeryüzü mabet ve tüm meşru fiiller(“amel” nitelikli eylemler) ibadettir. Bu anlamda İBADET; özgürce işletilen akla sahip, bilime âşık, insan haklarına ve insani değerlere saygılı, güzelliğe tutkun, sürekli çalışıp değer üreten hak eri ve benliğini ALLAH’a adamış kişilerle beraberlikte olma titizliğidir. Günümüz ilahiyat profesörlerinden Hüseyin ALTAY’a göre Kur’an okumak, dinin ilk ve en önemli farzıdır. Kur’an’ı hakkıyla ve anlayarak okumak en üstün ibadettir. Kur’an beşeriyete ALLAH’ın hitap şekillerinden biri olduğuna göre; O’nun bize hitabını anlamaya çalışarak Kur’ansal ilkeleri yaşama geçirme titizliği içinde bulunmaktan daha güzel bir ibadet şekli olur mu? Bu anlamda bir ibadet halinin sürekli kılınması, elbette ki; kişiyi çirkin fiillerden, akla ve sağduyuya aykırı olan her şeyden alı kor. Bu durumda görülüyor ki, esas olan; olduğu gibi yaşamı ibadet hali içinde deneyimlemektir. Bu nedenle, ibadet şekillerinden biri olan namaz, Hz. Muhammed tarafından “dinin direği” olarak nitelendirilmiştir. İbadet halinin “direk”e benzetilmesi; onun sadece bireysel düzeydeki önemine değil, aynı zamanda toplumsal düzeydeki önemine de dikkat çeken bir vurgulamadır. Çünkü toplumun yapı taşları bireylerdir. İdeal bir toplum, elbette ki; bu anlamda, ibadet hali içinde yaşayan erdemli bireylerden oluşur. İbadet halini en uygun şekilde ifa etmek, “…tam bir saygı ile ALLAH’ın huzurunda bulunmak…”(Bakara 238) ile özdeş bir durumdur. Keza Bakara 3’te anlamını bulan “sakınanlar” kapsamına girmek de “ibadet hali” ni sürekli kılmakla olasıdır. Gözetip koruyan(“Mevla”) ALLAH’ın korumasından daha çok yararlanmanın da böyle bir ibadet hali içinde yaşamakla mümkün olduğunu da Bakara 11’de görüyoruz.  

(2) Teslimiyet: Maddesel cazibeden ve nefsin iğvasından korunma/sakınma titizliği içinde ve ibadet halinde yaşamaya çalışmak teslimiyettir. Dışsal koşullandırmaların(şeraitin) güdümünde değil, vicdani koşullandırmalar yönünde idraklenme cehti sergilemek ALLAH’a teslimiyettir. ALLAH’a teslimiyetin dışa vurumu, nefsin iğvasına karşı sakınma uyanıklığı içinde idraklenip, şuurlanmaktır. Bakara 135’teki ifadesiyle, “…İbrahim’in dininden olmak”. “İslam” sözcüğünde anlamını bulan ALLAH’a teslimiyet ve O’nun peygamberlerine inanmaktır. “Müslüman” sözcüğü, Farsça’daki “Müselman” dan bozularak dilimize girmiştir. Sözcüğün aslı, “Müslim” ya da “Müslime” yle bağlantılı olarak “silm” ve “selam” köklerinden türemiş ve Kur’an bünyesinde “ALLAH’a teslim olmak” anlamında kullanılmıştır.  

(3) Yaşam boyunca idraklenme cehtini, her şeye rağmen SABIR ile sergileyip, sonucu ALLAH’a bırakmak, pozitif mantaliteye sahip olmanın gereğidir. Daha teknik bir ifadeyle; zaman enerjisinin olgunlaştırıcı etkisinin ortaya çıkmasını sabır ile beklemektir.

Bu arada, bireyi bu kararlılıktan caydırmaya yönelik beşeri etkilere(nefsin ve toplumsal koşullandırmaların iğvasına) sabır ile dayanma gücü sergilemek gerekir. Pozitif yaşama kararlılığında olan bireye özgü bu tutum, aynı zamanda; Ali İmran 159’daki ilahi uyarının ve tekâmülün gereğidir: “Bir kez işe giriştin mi, ALLAH’a dayan ve güven. Çünkü ALLAH, kendine dayanıp güvenenleri sever.” SABIR ve tekâmülde bu anlamda başarılı olan birey, hayatı pozitif olarak yaşamak yolunda nefsine karşı da güçleniyor demektir. Nefse karşı geliştirilen muhalefet gücü, gerçek samimiyetin de belirtisidir.  

(4) “Makul Vicdan” kavramı için bkz. SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, sayfalar: 388, 392, 411, 423, 456,457, 501.  

(5) “Sakınmak” kavramının geçtiği ayetler: Leyl 4 + 10, Ali İmran 138 + 76 + 186, Naziat 40 + 41, Bakara 1 + 2 + 3 + 4 + 5 + 206 + 177, Yunus 63, Hakka 48  

(6) Zühruf 23, İsra 16.

(7) Bakara 265 + 268, Ali İmran 92, Tagabun 16, Nahl 27, Leyl 4 + 10

(8) “Sapkınlık/sapmışlık” konulu ayetler: Duhan 29, Haşr 19, Maide 60, Saff 5, Nisa 27 + 116, Kamer 47, Nahl 115, İbrahim 30, Ahkaf 32, Bakara 5 + 6 + 7 + 8 + 9 + 10 + 11 +  99 + 212 + 257

(9)  “Hidayet” kavramının geçtiği ayetler: Casiye 11, Leyl 12

(10) “Akıl-gönül sahipleri”yle ilgili ayetler: Ali İmran 7 + 190, En’am 97, Ankebut 43 + 49, Talak 10, Mücadile 11

(11) “ALLAH’ın ipi” ile ilgili ayetler: Ali İmran 103, Bakara 256

(12) Bakara 183 + 184, Enbiya 44 + 47, En’am 104, A’raf 179, Casiye23

(13) Pozitif insan’ın “makul vicdan” durumu konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİİ sayfalar: 388, 392, 411, 423, 456, 457, 501

(14) THOMAS’ın İNCİLİ, Ruh ve Madde Yayınları

(15) “Dönüşümüz ALLAH’adır” konulu ayetler: Kalem 15, Yunus 4, Bakara 143, 245, 223, 203, 28, İnşikak 6, Rum 11, Ankebut 8, Meryem 93, Lokman 14, Mü’min 61, Kasas 88

(16) Bu konunun doğrudan ya da dolaylı olarak işlendiği öteki ayetler: Hucurat 3, Hacc 37, Fatır 28, Taha 113, Zümer 28, Ali İmran 133, 134

 Yayın Tarihi:19 Temmuz 2014 

 

© Astroset 2003-2014