Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

 

VİCDAN HÜKÜMLERİNDE İYİLİK VE KÖTÜLÜK KONUSU

Bedri RUHSELMAN

Ruh ve Kâinat- Cilt 3, sayfa 727 ve devamı sayfalardan günümüz Türkçesine uyarlanmıştır.
Yayına Hazırlayan: Selman GERÇEKSEVER

“…İnsan yaptığı işin sonuçlarından değil, o işi kendisine yaptıran maksatların iyi ya da kötü yollara yönelik olmasından dolayı vicdanına karşı sorumludur.”

   İyilik ve kötülük nedir? Esasen iyilik ve kötülük bir kabullenmeden, öyle sanmadan ibârettir. Bizim dışımızda iyilik ya da kötülük diye bir şey yoktur. Her olay iyi ya da kötü olabilir. Aslında hiçbir olay ne iyidir ne de kötü. İyilik ve kötülük kabullenmesi bireylerin özellikle de yoğun maddesel ilişkilerden doğmuştur. İleri de başka bir bakımdan bu konuya tekrar değinilecektir(1). O halde, iyilik ve kötülük anlayışlarını yaşatan ve onlar hakkında hüküm veren ruh melekesi hangisidir? Daha önce de söylediğimiz gibi bu meleke vicdanımızdır.

  Vicdanımız, geçmiş zamanlardan beri görüp geçirilmiş deneyimlerle biriken bir duygu ve görgü karışımıyla zenginleşir. Bu karışım, içinde yaşamış olduğumuz önceki âlemlerin yasalarıyla belirlenmiş yaşam koşulları karşısındaki tepkilerimizle ilgili olduğu gibi, şimdiki yaşam koşullarımız da ancak duygu ve görgü karışımının uzanabileceği alanlara göre ayarlanmıştır. Çünkü ruhun tekâmülü için bu ayarlama bir zorunluluktur. İşte söz konusu ayarı/akordu bozmaya yönelik bir olay, vicdan tarafından “kötü ” olarak kabul edilir. Bunu bir örnekle açıklamak isterim:

  Güçlü ve câniyane ihtiraslarının tesiri altında, onlara yenik düşerek önceki yaşamında katil olmuş birini gözümüzün önüne getirelim. Bu katilin ruhu dünyaya yeniden gelirken, tüm o caniyane tutkularından bir anda kurtulup, tertemiz bir melek gibi doğmayacaktır. Esasen bu kimsenin dünyaya yeniden inmesinin nedeni de, kendisinde bu tutkuları doğuran maddesel esâretten kurtulmak için gereken deneyimi geçirmektir. Bundan dolayı bu varlık bir önceki yaşamında sergilediği kusurların önemini anlayıp, pişmanlık içine düşünce, kendisini geri bırakan beşeri zaafından biraz daha kurtulmak için gerekli bir takım olayların ana hatlarını bir plan kapsamında belirleyecek ve onları uygulamaya koymak üzere, hazırladığı yaşam planına uygun bir takım yeni uyaran ve itilimlerle dünyaya gelecektir.

  Demek ki bu yeni enkarasyonda birbirine zıt iki türlü içsel dürtü bulunacaktır: Bunlardan birisi, daha çok eski yaşamlarda getirilmiş kötü deneyimlerin kökleştirdiği hırslara bağlı, ruhun ilerlemesine engel dürtüler; ötekisi de, bunların tehlikesini anlamış, gerçek tekâmül gereksinimini duymuş ve pişman olup, hatâlarının giderilmesine karar vermiş bir varlığın bu eski dürtülerine karşı niyetlenmiş olduğu yeni duygulardır. Bunlar(kendisini, önceki gibi cinayet fiiline özendirici olanakları bir dereceye kadar hazırlayan bazı koşullar içinde) dünyada yeniden yaşarken, aklı başında olan bir kimseyi desteklemeye yararlar. Örneğin, egoizma, izzetinefs, çıkarcılık ve nihayet başkalarına karşı zulüm sergilemek arzusu gibi katil fiiline sevk edici köklenmiş içsel dürtüler karşısında, spatyomda ki serbest iradenin tesiriyle yeni doğmaya başlayan; merhamet, sevgi ve elçilik duyguları bu aradadır. Ancak, bu sonuçlar; öncekilere oranla yeni olduklarından ve henüz deneyimlerle pekiştirilmemiş durumda olduklarından zayıf ve cılızdırlar. Eğer bunlar dünyada, vicdanın yönlendirmeleri altında şuur ve düşünce tarafından güdümlenmiş bir irade ile desteklenmezlerse, tek başına önceki duygulara bir tesrililik gösteremezler ve önceki yaşamlarda da olduğu gibi şahsın sükûtunu önleyemezler. İşte burada; bağlı şuurun, düşüncenin, akıl yürütmenin ve iradenin bu yeni duyguları kuvvetlendirmek ve onların eski alışkanlıklara karşı koymasını sağlama konusunda ne kadar önemli rolü olduğunu açıkça görüyoruz. Şimdi tekrar konumuza dönelim:

  Spatyomdayken serbest imajinasyon yolu ile enkarne olacak varlığa nüveleri ekilmiş bu yeni duyguların dünyadaki yaptırım gücü vicdandır. Doğrusu, bu duyguların yeryüzündeki uygulamalarında; görme özürlüler gibi yürümek zorunda olan beşeri varlığa vicdan, yolunu göstermeye yarayan bir baston görevi görmektedir. Beşerin yürüyeceği bu yollar daha önceden birer taslak olarak çizilmiştir. Beşeri varlık, elindeki bu sâdık bastonuna dayana dayana, önüne çıkan taşlı ve dikenli engellere rağmen bu yollarda ilerlemeye çalışırken, basacağı yerleri de düzenlemeye çalışarak amacına yaklaşmış olacaktır. Beşer ancak böylece, kendisini daha büyük görevlere hazırlayacak olan bu küçük deneyimlerde başarılı olabilir. Fakat bu küçük deneyimler de onun için zor olmakla beraber, başarılması olanaksız değildir; yeter ki o, bağlı şuuruyla ve aklıyla buna, yani vicdanın rehberliğine ve “seslerine ” önem vermek kararlılığını ve cehdini göstermiş olsun.

  İşte, dünya deneyimlerindeki etkinliklerin esaslarına bu yollardan girmiş oluyoruz. Şimdi, eğer beşeri varlık, daha ayağına takılan ilk engeller karşısında geriler ve bu taslak hâlinde çizilmiş, yürümesi için gereken kararlılığı ve cehdi göstermekten kaçarsa, vicdanın sesi derhal bu hareketinin yanlış olduğunu anımsatır. Vicdanın, bu şekilde, “Bu yanlıştır ! ” hükmünü verdiği bir şeyi biz “kötü” bir iş olarak algılarız.

  Aksine, hiçbir engel karşısında yıkılmayan bir cehit ile elimizdeki bastonun gösterdiği yönde ve yolda yürürsek; o zamanda, vicdanımızın sesini duyarız ki, bu da içimizde  bir “iyilik duygusu ” olarak kendisini gösterir. Görülüyor ki, iyilik ve kötülük kavramları vicdan ile başlar. Bundan dolayıdır ki, vicdan melekesi henüz gelişmemiş hayvanlarda bizim kabul ettiğimiz anlamda iyilik ve kötülük anlayışı yoktur. Gene bunun içindir ki, herkesin birbirinden farklı gelişimler gösteren vicdansal duygularına göre, ayrı ayrı iyilik ve kötülük anlayışları vardır. Özet olarak, iyilik ve kötülük hakkında verilecek bir hüküm, vicdanın; her hangi bir olay hakkında onaylayışımız ya da karşı çıkışımıza göre değişir. Bunu bir örnekle açıklayalım:

  Henüz beş yaşında olan küçük “ C ”, yaşamının en büyük zevkini, sinekleri yakalayıp öldürmekte bulur. Bu minik ve âciz hayvanların ıstıraplı çırpınışları ona, ne olduğu belirsiz zevkler vermektedir. Bu iş, görünüş olarak, hiçbir önemi olmayan “bir çocuk eğlencesi ” gibi düşünülebilir. Fakat küçük “ C ” biraz daha büyür, on yaşına girer. Onun bu ilkel zevkleri biraz daha gelişmiştir. Küçük sinek ölümleri onun vahşi hırslarını doyuramaz olur. O, şimdi köpek yavrularını bağırta bağırta su birikintilerine atarak öldürmekten ya da boğazlarından iple bağlayarak boğmaktan hoşlanmaktadır ve bu durum onun için ne kadar eğlenceli bir iştir. Öte yandan, belediye başkanı “ D ” de yöredeki tüm sineklerin ve başıboş dolaşan köpeklerin öldürülmesini emretmiştir. Bu onun, görülecek en önemli işlerinden biridir. Çünkü, ona göre böylece, yöre halkının sağlık ve selametini tehdit eden bir tehlikenin önü alınmış olacaktır.

  Burada şekil olarak aynı olan ve hatta ikincisi birincisinden daha şiddetli görünen iki durum vardır: Bunlardan birincisi bir beşeri zaafın ortaya çıkışıdır, evrenimizde ki İlahi İrade Yasaları’na uygun bir vicdanın hoş görülmeyeceği bencilce zevklerin doyurulmasına yönelik bir harekettir. İkincisi ise binlerce vatandaşın; sağlık, selâmet ve mutluluğunu sağlamaya yönelik, vicdanı hoşnut eden bir iştir. İşte şekil olarak aynı olduğu halde, vicdan; çocuğun hareketini kınarken, belediye başkanınınkini alkışlar. Nasıl ki, “ C ” büyür, yetişkin bir adam/kadın olur. Eğer o, eğitim ve terbiye ile gelişmiş düşünce ve cehit sergilemeden mahrum kalır ve o, zayıf kişiliğiyle eski temposunda yürüyüp giderse, küçüklüğünde yaptığı kötü işlerini tüm hızıyla sürdürür. Fakat her yaşın kendine özgü bir realitesi olduğunu daha önce söylemiştik. Bundan dolayı, ne sineklerin ıstıraplı vızıltıları; ne de köpek yavrularının acı feryatları ve yalvarışları onun, kötü ve kanserleşmiş zevklerini doyurabilir. Bu korkunç zevklerin doyurulması için daha büyük cinayetlerin yapılmasının gereği ortaya çıkar. Böylece, en yüksek derecesini bulmuş sadistçe duygular ancak çevredeki bireylere eziyet etmekle, hatta bazen de kan dökmekle sâkinleşebilir. Bu durum, birçok ıstıraplı deneyimler geçtikten sonra, yakıcı ışıklarını o kimsenin içinde yaymaya başlayacak olan vicdanın, kendisini toparlayabileceği ana kadar sürüp gidecektir.

  Bu şekilde vicdanı, yeterli derecede belirginleşmiş bir kimsenin, yeni bir yaşama tekrar indiği(enkarne olduğu) zaman, tüm eski yaşamlarının olaylarını unutması vicdanın yerine göre, yakıcı ya da ısıtıcı alevlerini söndürmeye asla bir neden olmaz ve sırası geldikçe, birey bu alevlerin kızgın dokunuşlarını algılamaktan kendisini kurtaramaz. Bununla birlikte, bu alevler aynı zamanda, başka kötü eğilimleriyle mücadele ederken, kişinin kullanmak gereğini duyduğu düşünme/akıl etme melekesine kuvvetli bir ışık olur. Onun bu alev ya da ışık altında akıl yürütmek için harcayacağı her irâdi cehit, o anda etkili olmasa bile, vicdanın daha çok ortaya çıkmasına yardımcı olmakta ve bir sonraki yaşamını iyi ve vicdana uygun eğilimlerle hazırlamakta kesinlikle etkili olacaktır.

  Tüm bunlardan anlıyoruz ki, düşünme etkinliğinin sonuçlarını bu zamanın olguları içinde değil, gelecek zamanın olaylarında aramalıdır. Yani fikrin, gelişimindeki tesirliliği; gücünü bilgiden alarak cezadan kaçmak ya da ödüllendirmelere kavuşmak gibi maddesel ve hesaplı çıkarlara dayanarak olmaz. Böyle düşünmek, çok dünyasal ve yüzeysel olur. Onun gerçek rolü, çeşitli yaşam deneyimleriyle biriken izlenimlerin zenginleştiği bir vicdana uymak için gösterilmesi gereken cehde yön vermesinde ve böylece gelecek yaşamın “yüksekliği ”ni sağlamasıdır. Şu halde, dünya deneyimleri içinde bireyin göstermiş olduğu başarılar, bir takım gelip geçici çıkarları gözeten hesaplara değil, ruhun olgunluğuna bağlı kazançlara dayanır.

  Görülüyor ki, düşünmenin gelişimindeki yeri çok büyüktür, fakat onun bu rolü, dayak korkusu ile kabahatten kaçan çocuklarda olduğu gibi; eski kabahatleri ve onların ıstıraplı sonuçlarını anımsayarak ve hesaplayarak hareket etmekte değil, o kabahatlerin ve sonuçlarının az çok olgunlaştırdığı vicdandan çıkan cılız ya da gür seslere göre bireyin yapıp ettiklerini düzene sokmak konusundaki tavrında aramalıdır. Bu nokta iyi anlaşılırsa, yaşamın sarp yollardaki başarı olanakları kolaylıkla sağlanmış olur.

(1) Bkz. RUH ve KÂİNAT-Cilt 3, sayfa 852(Dünya tecrübeleri karşısında saâdet ve felâket mefhumları)

 Yayın Tarihi:09 Ocak 2014 

 

© Astroset 2003-2014