Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

TEKAMÜL

Bedri RUHSELMAN
Ruh ve Kainat Cilt-2

  Konuya girmeden önce, fikirlerimizin daha açık olabilmesi için “kemal” ve “tekâmül” diye kullandığımız sözcüklerin, anladığımız anlamlarındaki karşılıkları üzerinde biraz durmak isteriz. Bizce bu şimdiye kadar görebildiğimiz kaynaklarda doyurucu bir şekilde açıklanmamış çok önemli bir konudur.

 Kemal” nedir? Her düşünüş şekline göre bunun ayrı bir tanımı yapılabilir. Fakat ruh varlıklarının evrenlerdeki yerlerini olabildiğince ve kapsamlı ilişkiler içinde belirlediğimiz oranda “kemal”in anlamını geniş bir ölçüde kavramak olanağını elde etmiş oluruz. Çeşitli kaynaklardan toplanmış bilgilere dayanarak edinmiş olduğumuz kanata göre, biz; ruhun hayatının maddesel evrende başlamadığından eminiz. Bu bakımdan da ruhların yaratılışı ve başlangıcı bizim duygu ve düşünce alanımızın tamamen dışında kalır. Ruhta gizli tüm melekeler ancak kendilerine uygun zemin buldukça ortaya çıkarlar. Bu sonsuz sayıdaki ruhsal melekelerin ortaya çıkıp gelişmesine elverişli sonsuz tezahür zemini vardır. Bu alanlar evren içinde evrenlerdir ki biz bunlardan ancak bir tanesini yarım yamalak anlayabiliyoruz ve buna madde evreni diyoruz.

  İçinde bulunduğumuz halde, madde evreni hakkındaki bilgimizin ne kadar noksan olduğunu da biliyoruz. O kadar ki, içinde bulunduğumuz maddesel evrenin kapsamı içinde elbette sınırlı olması gereken ruhsal hayatımızı bile sınırsız kabul etmekten kendimizi alamadık. Oysa ki bu evrenlerden daha tükenmez, daha kapsamlı ruhun melekelerinin ortaya çıkmasına zemin olacak başka evrenler içinde bizim bu evrenimiz, sonsuza oranla bir hiç durumunda kalır.

  Ruhlar, kendilerini Yaradan’a yükseltecek, yani O’nun yasalarıyla kendi varlıklarını bir kılıp, her alanda onlarla işleyebilecek duruma kendilerini aday kılan ve yönlendiren melekelerini geliştirmek zorundadırlar. İşte “kemal” dediğimiz şey, bu zorunluluğun gerçekleşmesidir. Bu nasıl olur? Bunun nasıl olabileceğini düşünmezden önce, İlahi İrade Yasaları’nın kapsamının derecelenmesini düşünmek gerekir:

  Madde evreninde “doğmuş” olan bir ruh, ondan önce daha birçok evrenlerden geçmiş bulunuyor. Nasıl ki sonsuz gördüğümüz evrenimizi tamamladıktan sonra, o, başka evrenlerde de sonsuzluk içinde doğup yaşamayı sürdürecektir. Ruhun ebedi hayatı hakkındaki sezişlerimiz bize bu kanaati veriyor. Bunlar hangi evrenlerdir? Kim bilir! Şimdilik bize bunların ne adları, ne de şekilleri gereklidir. Çünkü madde evrenimiz henüz bize daha çok zamanlar barınak olmayı sürdürecek ve bize zaman kavramımızla ölçülemeyecek bir sonsuzluk içinde sayısız gelişim aşamaları hazırlayacaktır. Görülüyor ki ruhların bu evrendeki kemal derecelerini; ne önceki evrenlerdeki ve ne de gelecek evrenlerdeki durumlarıyla karşılaştırmak olası ve gereklidir.

  “Ruhun kemali” deyince; aklımıza, onun melekelerinin maddesel evrenlerdeki melekelerinden ancak kavrayabildiğimiz kadarına ait kısımlarının ortaya çıkmış / görünen tarafları gelir. Ruhun bu evrenden önceki ve sonraki hayatı hakkında hiçbir bilgimiz ve tahminimiz de olmadığı için, ruhların oralardaki durumlarını “kemal” nicelik ve niteliğiyle oranlayamayız. Bu konuda üstad diyor ki;

  “Ruhun maddelere bağlanmazdan önceki hayatında daha kâmil (olgun) durumda olup olmadığını soruyorsunuz. Bu sıfatlara gereklilik olmadığını söylemiştim. Daha önce de belirttiğim gibi ruhun maddelere bağlanması, görgüsünü arttırmak için tekamül aşamasına katlanmasıdır.” 

  Bu açıklamadan iyice anlıyoruz ki, tekâmül gidişi de bir araçtır ve asıl amaç, ruhun görgüsünü artırmasıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için ruhlar değişik tekâmül aşamalarını tamamlamak üzere maddesel evrenlere girerler ve elbette ki buraya ilk girdikleri zaman, maddenin değişik şekilleri karşısında tamamıyla görgüsüz ve deneyimsiz durumdadırlar. Bu maddesel formları doğa yasalarına göre kullanabilecek durumda değildirler. Çünkü bu işler için gerekli olan melekeler henüz ortaya çıkmamıştır.

  İşte söz konusu melekelerin gelişmesine yarayacak şekilde, maddesel ortamda uygulamalar yaparak kudret sahibi olmak için, ruhlar geçici olarak daha yoğun maddesel ortamlara bağlanırlar. Ruh varlığı için bu “bağlılık” bir esarettir. Çünkü ruhun birçok melekelerini kararttığından (bu durum) onun serbestliğine engeldir. Fakat geçici olan bu esaret, kuşkusuz, daha geniş bir ruh serbestliği kazanmak için bir araç olacaktır. Şu halde ruhlar, görgüsüzlükleri oranında maddelere bağlanmak zorundadırlar ki, bu da o oranda onların serbestliğini ortadan kaldırır.

  Öte yandan, ruhların bu yoğun maddelere esir bir durumda bulunmaları, kendilerinde; o maddelerin tabi bulundukları İlahi İrade Yasaları’na uygun olarak bir takım eğilim ve tutkuların doğmasına neden olur. Demek ki, maddesel eğilim ve tutkular genellikle zannedildiği gibi, esasen ruhun bünyesinde var olan bir eksiklik değil, maddesel bağlantıdan doğma, kendiliğinden olmayıp sonradan olan bir sonuç ve aynı zamanda da tekâmül amacına yönelik bir araçtır. Bu noktayı gözden kaçırmamak, tekamül konusunda da bizi birçok hatalı yollara sapmaktan kurtarır. Tüm bu gerçeklere göre ruhların “geri” eğilimlerden kurtulması, maddelere ve maddesel olaylara esir olmayıp, onlara egemen girebilmeleri ile baş başa girer ve bu da onların tekamül amaçlarına bağlı bir sonuç olur. Üstad’ı aşağıdaki söylemi bu fikrimizi destekler durumdadır.    

  “Ruh tüm maddesel etkinliklerini yerine getirmek ve bu etkinlikleri sayesinde tekâmülünü sağlayabilmek için maddesel ortamlarda bir süreç geçirir. Ruhun maddeye çekilmesini azaltıcı çareler, onun; maddesel bağlantını iradesiyle azaltabilmesi, yani takâmül edebilmesi için gerekli olan araçlardır.” 

  Bu sözlerin anlamı şudur: Ruhun tekâmül ettirecek araçlar, onun maddesel bağlarının çözülmesini beraberinde getiren maddesel etkinliğidir. Ruh, bu etkinliği göstermek için maddeye bağlanır. 

  Kısaca, tekâmül fikri; bugünkü anlayışımıza göre, ruhun maddesel evrelerdeki durumu ile ilgilidir. Maddeyi ve maddeyle ilgili tüm kavramları ortadan kaldırınca; ruhun, doğrudan doğruya kendi varlığı gibi, tekâmül fikri de ortadan kalkmış olur.

  İçinde bulunduğumuz maddesel evrende hiçbir şeyi madde düşüncesinden ayıramazsınız. O kadar ki, en “maddesel olmayan” olarak tasavvur ettiğimiz saf ruhsal haller bile ancak maddesel kavramlarla idrak edilebilir. En saf ve en ilahi bir sevgi bile, asla unutulmasın ki, maddesel kavramla yaşayabilir. Bizi, maddeden ve maddesel bir kavramdan soyutlanmış bir ruhu sevemeyiz. Çünkü o bizim için bir yokluktur ve yoklu sevilemez. En saf sevdiğimiz şey, ruhun, hiçbir zaman değerlendiremediğimiz kendisi değildir; onun, çeşit çeşit maddeler arasındaki etkinliklerinin ortaya çıkışıdır. Biz bu gerçeği, hiçbir okulun hatırı için görmemezlikten gelemeyiz. Yalnız şunu takdir ederiz ki, ruh varlığının etkinliklerine zemin olan maddeler ne kadar seyyal (ince, latif, titreşimi yüksek) bir hal almış ise, onlara karşı gösterdiğimiz sevgi de o kadar yüksek bir karakter alır ve ilahileşir. “Maddesel olmayan” olarak kabul etmemize en uygun görünen sevgi hakkındaki bu düşüncemizi öteki duygularımı hakkında da belki daha kolaylıkla uygulayabiliriz.

  Görülüyor ki, bizim bugünkü “yükseklik” derecemiz, ancak kendi evrenimizdeki görgü ve deneyimlerle elde edilmiş bir kazançtır ve tekâmülün halen geçerli olan klasik anlamı bu bakımdan genişletmek gerekir. Maddesel evrenlerde deneyimler geçirmekte olan ruhlar için, maddesel iletişim ve etkileşimden, maddesel bilgi ve görgüden ayrı bir “kemal” düşünülemez. Durum böyle olunca, bu evrenin dışındaki varlıklar hakkında bizim ulaşabildiğimiz en yüksek anlamdaki “kemal” (olgunluk) kavramının bile, asıl gerçekten ne kadar uzak kalacağını kabul etmekte gecikmeyiz. Çünkü bu kavram ancak ruhların madde evrenleriyle olan ilişkileri bakımından söz konusu olabilir.

  Sık sık yinelediğimiz gibi, ruhun;  “kötü” ve “geri” eğilimlerden kurtulması, maddesel tutkulardan arınması, olgunluğun nedeni değil, sonucudur, amacı değil, aracıdır. Aslında ruhun, “olgunlaşmak” sözcüğüyle ifade olunan yüksek amacına ulaşması, maddeler arasında baş gösteren “kötü” niteliklerden kurtularak “güzel” nitelikleri kazanmasıyla beraber yürür. Fakat bu “güzel nitelikler”i kazanmak, maddesel esaretten kurtulmanın; daha doğrusu, maddelere egemen olmanın olmazsa olmaz bir sonucudur.

  Her zaman söylendiği gibi, aslında ve yaratılış olarak “kötü” değildir. Bir “ilahi alev” de doğrudan doğruya “kötülük”ün bulunabileceğini düşünemeyiz. Bunun içindir ki, gerek filozoflar, gerek birçok ruhçuluk konusunun üstadı “kötülük”ün ancak madde ile bağlantıdan ileri geldiğini kabul etmiştir. Maddesel bağlantılar ruhları “geriletir”. Fakat bu anlamdaki “gerileme” , ruhların maddesel evrenlere inmekteki amaçları olan tekâmülün tam tersi gibi kabul edilmemelidir. Çünkü bu anlamdaki “gerileyiş”, “olgunluk” un tersi / zıddı değil, ama ona yardım eden bir tekâmül sürecidir. O halde, maddesel ortamlarda “geri” durumlar içinde yuvarlanan ruhları bu bakımdan çirkin görme değil, ululamak gerekir. Çünkü onlar bu halleriyle tekâmül yoluna girmiş bulunmaktadırlar. Hatasız ve günahsız, hakikatlere ulaşmak ve “yükselmek” olası değildir.

Tekâmülün Amacı

  O halde ruhların maddesel evrenlere inmelerinde, bizi en çok doyurucu ve ruh bilgisindeki bilimsel kanaatlerimize uygun gelici içerikte bir amacın söz konusu edilmesine gereksinim vardır. Bu amaç nedir? Tekâmül fikri ancak, ruhun maddelerle olan ilişkisi bakımından değer kazanır demiştik. Şu halde, ruhun tekâmülündeki “maddesel” kavramı ne olabilir?

  Buraya kadar ortaya koyduklarımızdan çıkan anlama göre, biz tekâmül olgusunu, ruhun maddelerden ve maddesel evrenlerden ilgisini keserek, maddesel oranları ebediyen terk etmesi şeklinde kabul etmiyoruz. Tam tersine tekâmül; ruhun bu evrende egemen olacak bir duruma geçmesi ve bu şekilde etkinliğinin, yani maddeler üzerindeki egemenliğinin ebedileşmesi demek oluyor. Henüz maddesel esaretin egemenliği altında bulunan ruhlar için bu amacın gerçekleşmiş olması söz konusu olamaz.

  Ruhların maddeye bağlanmaları, bizim demek istediğimiz anlamda bir ilişki kurmuş olmaları demek değildir. Bu anlamdaki ilişki esasen, ruhların madde evrenlerine inmelerindeki amacı oluşturur. Yani bizim düşündüğümüz anlamdaki ilişkide, ruhun madde üzerindeki egemenliği fikri zaten vardır. Fakat ruhların böyle ideal bir gelişim düzeyine çıkabilmeleri, için her şeyden önce, evrenlerin içinde, onun elemanları arasında yoğrulmaları ve bazen pasif, bazen de görece aktif roller alarak birçok deneyimler geçirerek İlahi İrade Yasaları kapsamında evrenlere egemen bir duruma girmesini öğrenmeleri gerekir. İşte görgü ve deneyim devresi dediğimiz bu devre ruhun maddelere bağlı ve esir olarak kalması durumuna uyar.

  Bu devrede, doğal olarak, ruhlarda ver olan yüksek melekeler kararacak ve maddesel tutsaklıkla ruhların maddesel gerekliliklere uygun bir takım maddesel eğilimleri ve ihtirasları elele yürüyecektir. Bundan dolayı, maddesel evrenin değişik dünyalarında ruhlarda görülen “geri” durumlar, onların madde ile bağlantılarının zorunlu bir sonucudur. Onların bu bağlardan kurtulmaları da maddelere karşı egemen durumlara girmelerinin; yani İlahi İrade Yasaları gereğince evrenlerde etkili roller almalarının bir sonucu olacaktır.

  Fakat bir kez daha yineliyoruz: Maddesel bağları çözmek ya da tutsaklıktan kurtulmak, maddelerle olan ilişkileri kesmek değildir. Aksine, bu durum, daha önceleri ruhun tutsaklığıyla sonuçlanan bağların çözülmesiyle; onların yerine maddeler üzerindeki ruhsal tesirliliğin oluşması, ruh ile maddesel evren arasındaki gerçek ve ideal ilişkilerin ebedileşmesini ifade eder. Pek doğaldır ki evrenler boyunca, etkin ve egemen bir rol oynayabilecek yetkiyi kazanmış bir ruh varlığı bu devasa etkinliğiyle ilgili tüm yüksek melekelerini geliştirmiş bulunacaktır.

  Görülüyor ki, “tekamülün amacı” konusundaki bizim davamız, ruh varlığının etkinlik olanakları üzerinde toplanmaktadır. Çünkü bildiğimize göre ruhun iyiyi  kötüyü, eğriyi / doğruyu ayırt edici özelliği olan tesirlilik kudreti evrenlerdeki en yüksek derecesini bu etkinlik alanında gösterir. Fakat şurasını da unutmamak gerek: Sözünü ettiğimiz etkinlik, ruhsal tesirliliğin İlahi İrade Yasaları’na uyumunun zorunlu bir sonucudur.      

>> SONRAKİ BÖLÜM

 

© Astroset 2003-2013