Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

 

İMAJİNASYON

Derleyen Selman GERÇEKSEVER

  Yaratılış imajinasyon ile başlar. İmajinasyodan da önce irâde söz konusdur. Bu nedenle, asıl konumuz olan imajinasyona girmeden önce, irâde kavramıyla ilgili bilgilerimizi gözden geçireceğiz. Ancak, irâdeye sâhip olmak canlılığın bir belirtisi, canlılara özgü bir nitelik ve canlılıkla birlikte var olan bir melekedir. Bu nedenle irâde ile imajinasyon arasındaki bağlantıya girmeden önce, can ve canlı sözcüklerinden ne kastedildiğine bakalım:

  Enkarne varlıklarda irâdenin başladığı ruhsal gelişim düzeyi hayvanlık düzeyidir, bitkilerde irâde yoktur. İrâde melekesinin ilk ortaya çıktığı aşama hayvanlık aşamasıdır. İrâde melekesi; hayvanlık aşamasından başlayarak, beşer ve beşer üstü aşamalarda sürüp gider. İrâdenin başladığı gelişim düzeyinin genel gelişim süreci içindeki adı can aşaması'dır. Bu duruma göre, bitkilere enkarne durumda bulunan ruhlar henüz can aşaması'nda değildir.  Varlığın gelişim süreci içinde can aşaması, kat edilip geçilecek bir merhaledir. Beşeriyet mertebesinden sonraki bir gelişim aşamasından sonra, irâde melekesi bizim anlayamayacağımız daha yüksek melekelerin yanında şimdiki önemini yitirecektir. İrâde, canlı varlıkların (hayvan, beşer) bir şeyi istemesidir. O halde canlı olmayan varlıkların (hayvan altı) irâde beyanında bulunmaları düşünülemez.

  Bu arada, irâde ile arzu'nun aynı şeyler olmadığını belirtmekte de yarar vardır: Arzu, bir şeye karşı sâdece eğilimdir ve daha çok, nefs kaynaklıdır. Arzu ile irâde arasında çok fark vardır. Çünkü eğilim gösterilen şeyin, yönünde irâde bildiriminde bulunmak ayrı bir şeydir: Bir şeye eğilim gösterebilirsiniz ama onu istemeyebilirsiniz, irâde bildiriminde bulunmayabilirsiniz. Arzu, belki; irâde aşamasına geçmemiş eğilimdir(temâyül). Bireyde arzu (eğilim, temâyül) var ama bu arzu irâde aşamasına (fiiliyata yönelik bir etkinliğe / eyleme) geçmemiş olabilir. Arzu, irâdeye dönüşmeden, imajinasyon başlamıyor. Arzuda ruhsal bir eğilim yokken, irâdede bilfiil istemeye yönelik bir ruhsal eğilim ve dolayısıyla imajinasyon vardır.

  Yukarıda da belirttiğimiz gibi, imajinasyonun bir önceki aşaması irâdedir ama arzu değildir. Başka türlü bir söylem ile, imajinasyonun sâdece başlaması değil, bitişi de irâde iledir. İmajinasyon irâdesiz olamaz ve irâdesiz süremez. İmajinasyonu yönlendiren ve yöneten  irâdedir. Ancak, ruhun maddeye bağlılığı yüzünden; yani, şuur daralmasından ve kapanmasından(1) dolayı irâde şuura geçmeyebilir. Yani, kendi irâde etkinliğinden haberdar olmayabilir. Dolayısıyla bir enkarene varlık beşerî ve dünyasal / maddesel koşullandırmalara kapılmış, iğvanın kurbanı olmuş(2) ve maddesel değerlerle ne kadar özdeşleşmiş ise, irâdî etkinliklerinden o kadar habersizdir. Hatta hayvanlar irâdeye sâhip olmalarına rağmen,onların kendi irâdelerinden habersiz oluşları bundandır (maddesel esâret altında oluşlarından).

  İleri hayvanlık düzeylerinde ve beşerî aşamada, enkarne varlık maddenin esâretinden kurtulabildiği ölçüde, kendi irâdesini fark eder düzeye gelir. Maddeye bağımlılık, serbest irâdeyle ilgili şuura sâhip olma farkındalığını engeller. Örneğin, varlık spatyumun ilk aşamalarında, irâdeye elbette ki sâhiptir ama bırakıp geldiği bedenli yaşama hâla bağlılığından dolayı bunun (irâdeye sahip olduğunun) farkında değildir. Bundan dolayı da, spatyomun bu ilk aşamasında irâde dışı imajinasyon (kendiliğinden imajinasyon) varlığı bir süre etkisi altında tutar.(3)

  Tüm varlıkların, kendi imajinatif etkinliklerinin tesirliliği altında olduklarını söyleyemeyiz: Kendi imajinatif melekeleri belli bir düzeye gelmemiş varlıklara, imajinasyonda yol kat etmiş olanlar yardım eder. Bir ruh varlığına egemen olan başka bir ruh varlığı; onun maddeleri üzerine, imajinatif etkinliği ile ve bu varlığın irâdesini kullanarak etkili olabilir ki, bu durum genellikle telkin ile ( ya da telkin altında kalmak ile) karıştırılır.  Bunun deneysel örneklerini hipnotik çalışmalarda görürüz(4). Hipnozda, operatörün etkisi altında bulunan süje, operetörün oluşturduğu imajlara, (kendi serbest irâdesiyle) uyar. Burada en önemli koşul; süjenin irâdesinin her noktada, operatörünki ile uyuşma / örtüşme durumunda olmasıdır. Bu uygunluk ve örtüşme için, en uygun deneysel koşullar hipnoz durumunda ortaya çıkar.  Ama bu durum, genellikle, yukarıda da belirttiğimiz gibi, telkin ve kendi kendine telkin şeklinde ifâde edilir. Böyle ifâde edilse bile, telkin içeriğinin de imajinasyona dayandığı ortadadır. Bu arada, hayvanlara telkin yapılamamasının açıklaması da ortadadır: Hayvanlara telkin yapılamaz, çünkü onlar imajinasyon melekesinden yoksundurlar.

  İşte buraya kadar anlatılan esaslardan hareketle, spatyomdaki bir varlık da dünya yaşamında gerçekleştireceği beden ve yaşam şeklini orada (spatyomda) imajinatif etkinliklerde bulunarak saptar. Bu etkinliğin tesirliliği, varlık enkarne olduktan sonra (bedensel ben üzerinde) egemenliğini korur ama enkarne varlık(birey) bunu anımsamaktan (yani, spatyumda kendi oluşturduğu imajinatif maketlere göre, kendi imajinatif maketlerine / kalıplarına göre yaşamakta olduğunu anımsamaktan) acizdir. İrâdemizin bu tesirliliği o kadar kapsamlıdır ve bizler kendi irâdemizden o kadar habersiziz ki, (bu nedenle) böyle bir gerçeğin olduğunu rahatlıkla reddedenlerimizin sayısı az değildir.

İmajinasyon ve İmaj

  Varlığın imajinasyon etkinliğinin kesinlikle ortaya çıkan bir sonucu vardır ki (varlığın haberi olsun olmasın) bu sonuca imaj denir. Bir irâde sonucu ortaya çıkan imajı bulabilmek, onun sâhibini bulmak demektir. Bununla birlikte imajlar, sâhiplerinden başka varlıklardan da kaynaklanır. Bu hal onların, başkaları tarafından benimsenmiş olmalarından ileri gelir. Şu halde, bir imajın gerçek sâhibini bulmak için, onun kimden kaynaklandığını bilmek asla yeterli değildir.

  İmajinasyonda, ruh varlığının kurucu bir etkinliği vardır. İmajlar ise varlığa saprofit(çürükçül) olarak enjekte ve empoze edilmiş de olabilir. Bunun açık-seçik örneklerini sanat eserlerinde görebiliriz: Örneğin, Goethe’ nin Faust’u, Beethoven’in Beşinci senfonisi bu sanatkârların özbenliklerinde sûretlenmiş ve canlanmış birer imajdır. Oysa ki, Faust ile Beşinci Senfoni’ yi ruhlarında istedikleri zaman yeniden ayniyle yaşatabilen (hatta onları başkalarının ruhlarında da yaşatmaya muktedir olan pek çok insan bulunabilir. Ama bunların hiç birisi bu eserlerin sâhibi sayılmaz. Bu durum; bir makineyi imâl eden mühendis ile, onu çalıştıran işçilere benzer.

  Hayvanlarda da durum böyledir. Hayvanların iradeleri vardır ama imajinasyonları yoktur. Bununla beraber; onların bazı işlerine bakarak, hayvanlarda da imajinasyon olduğu zannına kapılabiliriz. Fakat unutmamalıdır ki, bunlar her zaman, kendilerinden yüksek varlıkların hazırlamış oldukları imajlara göre iradelerini kullanırlar. Bir hayvanın kendi iradesiyle imajlar oluşturmak kudreti yoktur. Bundan dolayı da hayvanlar yeni şeyleri, eski bildiklerine eklemek gibi bir beceriye sahip değildir.

  Özellikle ehlileştirilmiş bir hayvanın hareketlerinde belli bir plana uygun ve belli bir hedefe yönelik işler vardır. Bu işler hayvanın iradesiyle olur ama onun iradesini kullanması, sahibinin imajinasyonu doğrultusunda oluşan bir yönlendirmeye bağlıdır. Örneğin, bir yük arabası beygirini alalım: İmajinasyondan mahrum olan bu hayvan; yer, içer, hareket eder, ürer vb. Ama bu etkinliklerin hiç biri hakkında onun kafasında önceden tasarlanmış bir plan yoktur. Bununla birlikte onun birçok hareketlerinde amaçlı bir plana uygun işler de yok değildir: Sahibi tarafından arabaya koşulur ve beygirin çektiği o araba ile amaçlı ve planlı işler yapılır. Bu işler kuşkusuz beygirin irâdesiyle olur; yani, herhangi bir nedenle beygir istemez ise araba yürümez. Ancak beygirin bu iradesini kullanması, sahibinin kırbacının tesiriyle olur. Dolayısıyla, beygire bu hareketi yaptıran etmen dışarıdan (hayvanın sahibinden, arabacıdan) gelmektedir. O halde, zâhiren beygirin eseri gibi görünen iş; gerçekte hayvanın değil, arabacınındır.

  Sonuç olarak diyebiliriz ki, bir işin ya da bir oluşun ortaya çıkmasında tek başına hiçbir tesirliliği olmayan irade, başkalarının imajlarına uyduğu (onlar tarafından yönlendirildiği zaman) o imajların gerçekleşmesinde önemli roller oynar.

İmajinasyon ve Tekâmül

  İmajinasyonun, irâdeyle olduğu kadar, tekâmülle de ilgisi vardır. Bu ilgi, varlığın tekâmülünü hızlandırıcı nitelikli bir ilgidir. Bitkilerde irâde olmadığı için imajinasyon da yoktur. İrâde hayvanlık düzeyinde ortaya çıkıyordu ama onlar kendi iradelerini kullanarak imajinatif etkinliklerde bulunabilecek düzeyde değildirler. Dolayısıyla hayvanlarda irâde vardır (yeni ortaya çıkmıştır) ama bununla imajinasyon yapabilecek durumda değildirler. Yani iradenin mevcut olduğu bir varlıkta mutlaka imajinasyon olması şart değildir. İşte hayvanların bu durumundan dolayı (tekâmül düzeyleri gereği) onlar dış irâdelerin (kendilerininkinden daha güçlü iradelerin) ve bu irâdelerle oluşturulmuş imajların  güdümü altında hareket etmek durumundadırlar.

  Tezâhürat âleminde tüm kudretler ruh melekelerinin ortaya çıkıp gelişmesi oranında kazanılır: İdraklenme cehti şuurlanmayı; irâde  imajinasyonu; imajinasyon yaratıcılığı doğurduğu gibi… Bu esastan hareketle diyebiliriz ki, hayvanlarda kendiliğinden hareketin görülmesi, onlardaki irâde melekesinin gelişimine bağlıdır. Nasıl ki bitkiler hareket melekesinden yoksubdur… İrâde, hayvanlarda hareket becerisini sağlarken; imajinasyon da insandaki kuruculuk, yapıcılık kudretlerini geliştirir ki bu, beşer ile hayvan arasındaki en önemli farktır. Eğer arılar, binlerce yıldan beri, ne kadar özenli bakılırsa bakılsın; yapmakta oldukları peteğin şeklini değiştiremiyorlarsa, bunun nedenini imajinasyon yokluğunda aramak gerek.

  Gelişim olgusu içinde, dünya varlıklarında önce irâde, ondan sonra da imajinasyon melekesinin ortaya çıktığını biliyoruz ama imajinasyonu, hangi yüksek melekenin izleyeceğini henüz bilmiyoruz. Bununla birlikte imajinasyonun, ruhun olgunlaşmasıyla (tekamüle paralel olarak) oraya çıktığı kesin. Ayrıca şunu da gözden ırak tutmamak gerekir ki, ruhun tekâmül yolları çok çeşitlidir. Bu yollardan bazıları; onun imajinasyon melekesini, ötekiler de başka melekelerini ortaya çıkarmaya ve geliştirmeye yönelik araçlar olabilir. Bu nedenle yukarıdaki saptamalar, dünya gelişim ortamı içindir. Her gelişim ortamı varlıkların belirli melekelerini geliştirmelerini sağlayacak donanım ve olanaklara sahiptir. Ayrıca, bir varlıkta majinasyonun bulunması, onun her alanda gelişmiş etmiş olduğunu, tüm melekelerini geliştirmiş olduğu anlamına gelmez.

  Tüm bu açıklamalardan sonra, anlaşılıyor ki, imajinasyonun ruhsal gelişim üzerindeki etkisi büyüktür. İmajinasyon melekesini geliştirdiği oranda varlık, tasavvur hâlinde bulunan düşüncelerini uygulama alanına çıkarır ki; bu da, varlığın tesirliliğini artırarak, gelişimini hızlandırır. Dolayısıyla varlıklar, imajinasyon melekelerini geliştirdikçe, daha gelişmiş (daha süptil) içsel gelişim araçlarına (ve de zaman-mekân koşullarına) sâhip oluyorlar demektir. Öyleyse, ruhun tekâmül ile imajinason melekesi arasında yakın ilişki vardır, bu ilişkinin gelişimi paraleldir ve ayrıca, imajinasyonun tekâmül hızlandırıcı etkisi vardır.

Ruhsal Etkinlikler ve İmajinason

  Bir aksiyonun gerçekleştirilmesinin ilk ve en önemli (olmazsa olmaz) aşaması imajinasyondur. Yani, bizim gelişim ortamımızda, ruhun maddeler üzerindeki tesirliliği ancak imajinasyon ile olur. Başarıyla yapılan bir işte (o işin sâhibi bilsin / bilmesin) kesinlikle imajinatif bir etkinlik sergilenmiştir. Her hangi bir şeyin / işin oraya çıkarılmasında tek başına iradenin doğrudan doğruya hiçbir tesirliliği yoktur. İrâde ancak, imajinasyon melekesinin bir elemanı haline girdiği zaman, o melekeyi sevk ve idare ederek olayların ortaya çıkmasında etkili olur.

  Bazen de öyle olur ki; görünürde hiçbir imajinatif etkinlik yokken, bir kimse tarafından bir eser ortaya konur ve bu kimse bu eser hakkında hiçbir imajinatif etkinlikte bulunmuş olmayabilir. Bu eseri o kimse tarafından ortaya konulmasında kuşkusuz, onun irâdesi rol oynamıştır. Tüm bunlara bakarak, bu eserin imajinasyonsuz bir irâde ile orta çıktığına hüküm vermek doğru olmaz.

  Böyle bir durum iki bakımdan olasıdır: Birisi, imajların doğrudan doğruya ikinci bir şahıs tarafından hazır olarak benimsenmiş ve alınmış olması. Bir kompozitörün bestelediği bir parçayı çalan / söyleyen bir virtiozda olduğu gibi… Burada eser virtiozdan çıkar, onun iradesiyle olur, fakat kompozitörün eseridir. Çünkü o, onun imajıdır. Bir eseri ortaya koyan ile onu vücuda getirenin (yaratanın) aynı kişi olması gerekli olmadığı gibi şart da değildir. “Eğer bir varlığın imajinasyonu dışında gerçekleşmiş bir iş varsa; o, onu yapan ruhun eseri olamaz. Bir işi gerçekleştirmiş olan bir kimse o işin sâhibi sayılabilmesi için, o iş hakkında imajinatif bir etkinlikte bulunmuş olmalıdır.”

  Bir eserin ortaya çıkmasında imajinasyonun tezahür etmemesinin ikinci yolu da; irâdenin şuur alanına geçmemesiyle ilgilidir: Ruhun maddeye gömülmesiyle ortaya çıkan şuur daralması ve kapanması nedeniyle (imajinasyonun ilk aşaması olan) irâde, şuur alanına geçmemiş olabilir. Bu durumda, imajinatif etkinliğinden birey haberdar olmamış olabilir. Örneğin, uyku durumundayken, yapmış olduğu imajinatif etkinliğin uyandıktan sonra, yani maddeye bağlılığını artırdıktan sonra, onun egemenliği altına kalarak iş gören  süjenin bu konudaki imajinsyonundan haberdar olmaması, sırf maddeye bağlanmış olmaktan dolayı şuur alanının daralmasından ileri gelmiş bir durumdur.

  Hayvanlarda da durum çoğu kez böyledir: Hayvan ruhlarının bedenlenmezden önce, az çok imajinatif etkinlikleri vardır. Fakat onların sıkı sıkıya maddeye bağlanmış olmaları, dünyada bu melekelerini karartır. Yani hayvanlar bedenlenmeden önce (“bedensiz” halde) yapmış oldukları imajnatif etkinliklerin, onların bedenli haldeyken ortaya çıkışı iç güdüler (insiyak) şeklinde olmaktadır.

  Demek ki, enkarnasyon nedeniyle (maddeyle olan içiçelikten ve özdeşleşmelerden dolayı) ruhun sâdece melekeleri gölgelenmekle kalmıyor, şuuru da  daralıp kararıyor.(1) Bundan dolayı varlık herhangi bir eylem ya da obje hakkında imajinasyon yaptığının farkında olmasa bile; yine de o imajinasyon etkinliği, eserini göstermektedir.

  Görülüyor ki, eserlerimizin (hatta olduğu gibi tüm fiilleriyle birlikte yaşamımızın) başlangıcı olan imajinasyon, ya bizim kendi irademizin sonucu bir etkinlik olabilir ya da biz bu imajları başka bir varlıktan(hazır olarak almış olabiliriz. Bu iki durumdan birinciye örnek, bir keman konçertosunu kendimiz besteleyip icra etmemiz; ikinciye örnek, bir kompozitörün eserini virtiöz olarak icra etmemiz olabilir.

  Şu halde yaptığımız ya da yapar gibi göründüğümüz eserlerden / eylemlerden hangisinin bize ait olduğunu ve hangisinin başkalarından kaynaklandığını, eğer görünürde kanıt yoksa,  maddesel ortamda bunu belirlemek gerçekten de kolay bir iş değildir. İşte bu yüzden, kendi eserimiz olan birçok işleri başkalarına, ya da başkalarına ait olan birçok işi de kendimize ait gibi düşünür ve birçok olayı da tesadüflerle açıklamaya kalkışırız ki bu durum, bizlerin gelişim düzeyimizin çocukluk aşamasında olduğunun bir belirtisidir.

  Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, sergilediğimiz eylem, aksiyon ve etkinlikler, ya bizim (öz kendimizin) şahsi imajinasyonumuzun ürünü olan eserlerdir ki, o zaman biz bunlara rahatlıkla kendi fiillerimiz diyebiliriz; ya da kendi öz imajinatif  etkinliğimizin dışında olmuş şeylerdir ki, bunlar (gerçek anlamda) bizim eserimiz olamaz. Bu ikinci türe Bedri RUHSELMAN, RUH ve KAİNAT adlı eserinde (cilt 2, sayfa 390) “Ahval ve harekatımız” demektedir. Yani, “hareketlerimiz” ve “hallerimiz, içinde bulunduğumuz durumlar”…

  Bedri RUHSELMAN, bilgilerinden çok yararlandığını (eserlerinin bir çok yerinde) belirttiği Üstad adlı varlığın da belirttiğine göre, tüm ahval ve hareketlerimiz kendimizden başkalarının ve çoğunlukla da rehberlerimizin yönlendirmesidir. Bunlar; yararlı olmak, beklide yaşam planımız için gerekli olmayan bir felaketten, kusurlu uygulamadan kurtarmak ya da iyi bir (yaşam planımız için gerekli bir) yola / yöne yönlendirmek gibi amaçlarla olmak üzere, genellikle bizi seven, himaye eden varlıklar tarafından bizde bir takım içsel itilimler ve benzeri motivasyonlar uyandırarak etkili olmak için gönderilmiş imajinasyon ürünleridir. “İmajlar” olarak da geçen imajinasyon ürünlerinin objektif birer varlık hâlinde değer kazanmaları geçmişte bir çok deneyle sabit olmuş bir gerçektir. (bkz. kaynak eser, sayfalar 371 ve 373) Ancak, bunlar bazen de düşük titreşimli kaynaklardan gelip, beşeri zaaflarımıza yönelik, sıkıntılı epröv aracı olan imajlar da olabilmektedir (örneğin, obsesyon vak’aları…)

Bilim, Sanat ve İmajinasyon

  İmajinasyonun; buraya kadar anlatmaya çalıştığımız, temeldeki işlevselliğinden dolayı, en küçük sanatlardan, büyük bilimsel araştırmalara kadar tüm işlerdeki etkisi yadsınamaz. İmajinasyonsuz bilim olamaz. Beşerin bilgisini artıran tüm keşifler ancak imajinatif etkinlikle ortaya çıkmıştır. İlmin laboratuarları, teorileri, araştırmaları (kısaca her şey) imajinasyon ile oluşur, imajinasyon ile beslenir ve gelişir. Güzel sanatlarda, imajinasyonun oynadığı önemli rollerden söz etmeye bile gerek yok. Başka alanlardaki işlerden, eylemlerden daha fazla, sanat eserlerinde imajinasyon kendi varlığını hissettirir.

  Gerek bilimsel ve sanatsal etkinliklerde, gerekse günlük yaşamın herhangi bir kesitinde (her şeyi olduğu gibi) imajinasyonu da iyi ya da kötü niyetlerle kullanmak olasıdır. Moral alanda imajinasyonun iyi ya da kötü yönlerdeki rolü de göz ardı edilecek gibi değildir. İmajinasyon; irâde ile başlayıp, irâde ile bittiğine göre, irâdenin alacağı yöne göre imajinasyon yararlı ya da zararlı bir tesirliliğe sahip olabilir. Sevgi, fazilet, digerkâmlık gibi insâni erdemler ya da kin, intikam, hodkâmlık gibi alçaltıcı duyguların seyri üzerinde imjinasyonun uyarıcı ya da uyuşturucu tesirleri kesinlikle vardır. Ancak, şunu da unutmamak gerekir ki, gerek ilimde, gerekse güzel sanatlarda imajinasyondaki irâdenin tâbi olduğu iyi / kötü duygularla alacağı yöne göre ortaya çıkan / çıkacak eserler; gerek onların sâhipleri için, gerekse toplum için ahlâk bakımından ya yükseltici ya da geriletici, hatta tehlikeli sonuçlar doğuru / doğurmaktadır. Bu durumun toplumda her zaman bir çok örneğini görmek her zaman olasıdır.

  Maddeci zihniyetin temsilcisi ve nefsinin kurbanı bir bilim adamının birini (ya da birilerini) öldürmek için sarfettiği imajinatif etkinliği sonucunda ortaya çıkacak bir eserin, bireyleri mutluluğa ve huzura kavuşturacağına inanmak güçtür. Benzer şekilde, toplumlara (yazılı / sözlü etkinlikleriyle) egoistçe fikirleri ve duyguları yayan bir filozofun zihinlerde yerleşmiş kötü imajları hakkında da aynı şeyi düşünmek gerekir. Hele zamanımızda, sıradan reklamlarda  ve şarkı kliplerinde bile cinselliği işleyen saz, söz ve şekil ürünleri hakkında söylenecek hiçbir söz yoktur. Bunlar elbette ki, sanat şemsiyesi altında toplanabilecek eserler değildir. Kişiyi (ve özellikle de gençlerimizi) alçaltan, kaba ve hayvâni duygulara prim veren , onları besleyen hiçbir şey güzel olamaz. Ete (bedene) ve kaba maddelere yönelik hırsları, açgözlülükleri körükleyen ve bunları doyurmaya çalışan herhangi bir fikir ve duyguda güzellik aramak / bulmak, ancak geri realitelerden doğmuş bir yaklaşımın ürünü olabilir.

  Şu halde, bireyin ve toplumun kurtuluşu, kalıcı huzurun ve koral değerlerin ortaya çıkması uğrunda beslenmiş asil duygularla imajine edilen şeyler; kişiyi iyiliğe, güzelliğe ve içsel gelişime doğru zorunlu olarak yükseltirken; sinsi bir egoizma bataklığının alçak ve nefsâni duygu bataklığına gömülerek imajinasyon melekesi de gelişimin önüne genellikle aşılması çetin uçurumlar ve engeller oluşturur. Durum böyle olduğuna göre, imajinasyon ile yükselmek istiyorsak; onu kullanırken, başımızı yere değil, gökyüzüne çevirmeliyiz. Çünkü o, almış olduğu yöne doğru bizi zorunlu olarak sürükler.

  İmajinasyon o kadar önemli ve etkili bir melekemizdir ki; örneğin, iyice tasavvur edilmiş bir roman, doğada başka varlıklar için reel bir sahne olabilir. Onu okumuş olan bir kimse özel yöntemlerle şuur altını, şuurun baskısından  kurtulduğu / kurtarıldığı zaman, gerçek bir yaşam sahnesinde yaşıyormuş gibi o romanın tüm ayrıntısında yaşar. Benzer şekilde iyi tasavvur edilmiş bir obje, örneğin; bir bina, bir araç, bir heykel, tasavvur edenin becerisi derecesine göre az çok süptil ve az çok sürekli bir halde doğada var olur.(5)

  Kendiliğinden ya da bilinçli olarak ortaya çıkan düşünce aktarımlarının (telepatilerin), ilhamların ve hatta sonradan olmuş bazı sempati ve antipatilerin teknik açıklamalarına da burada girmekte yarar olabilir. Tasavvur sâhibinin bu işteki kudreti derecesine göre, imajlar (tasavvur ürünleri) yöneldikleri yollardaki canlı / cansız varlıklar üzerinde az ya da çok belirgin etkiler yapabilir. Kuşkusuz bu etkiler iyi olabileceği gibi, kötü de olabilir.

  Bunun gibi, zihinsel kurguların; ruhumuzda objektif birer değer kazanmaları da söz konusudur. Örneğin, hipnoz altında bulunan bir süjeye empoze elden tasavvur ürünleri  ile (telkin ile) bu süje bir çöl manzarası görmesinin ötesinde; kendisini, kumların üzerinde yürüyen develerle, devecilerle ve piramitlerle karşı karşıya bulunan, çölün ortasındaki bir insan şeklinde duyar. Onun o andaki durumu ile, çölün gerçekten ortasında olduğu zamanki durumu arasında hiçbir fark yoktur. Hatta rüyalarda da hal böyledir: Gündüz zihinde, şuurlu / şuursuz olarak yerleşmiş olan bir imaj; yarı maddesel uyaranların da etkisiyle, bazen olduğu gibi, bazen de sembolik sahneler içinde canlanır. Kişi bunları; kendisinin ya da başkalarının imajinasyon ürünü olduğunu düşünmeden, bir gerçeklik olarak kabul eder ve bunlarla hâletler deneyimler. Spatyumda da imajinasyon ortamında yaşanan haller ve hâletler bunlardan farklı değildir.(*)

(1)  dar şuur, kapalı şuur: Varlıklar üç şuur türünden biriyle enkarne durumdadırlar: Açık şuur, dar şuur, kapalı şur. Bunlardan “açık” ve “kapalı” şuurlar, planlarını öyle yapmış, yaşam planları bunu gerektiriyor. Ama “dar” şuur, (ataletten / duraganlıktan ve kendinden habersizlikten dolayı) açık şuurun daralmış şekli olmaktadır.

(2)    iğva :  Beşeri varlıklar olarak bizler için her şey iğva aracı durumundadır ama bunları 3 ana grupta toplayabiliriz: İhtiyaçlar, icaplar, gelişim. Bununla birlikte iğvaya kapılmaktan korkmamak gerek; yeter ki, farkında olalım ve “bir elimiz hep  göğe doğru” uzanmış olsun.(Sadıklar Planı Tebliğleri, Celse 64) bizi iğva edeni gerçek sanarak, onunla özdeşleşmeyelim.

(3)    Burada durumdan habersiz olan, bedensel bendir. Ama varlık dezenkarne durumda ise, ruh varlığının spatyumdaki (fizik bedeni yeni terk etmiş olan) astral bedenidir.,

(4)    Örnek için bkz. RUH ve KAİNAT, Bedri Ruhselman (sayfa 38o)

(5)    Tahayyül (imajinasyon): Bir şeyi ruhta suretlendirmek

Tasavvur: Bir şeyi / konuyu zihinde suretlendirmek. Sıradan düşüncelerle de bir şey zihinde tasavvur edilebilir. Tasavvur, imajinasyonun (tahayyülün) yüksek değerlerine sahip değildir.

* Bedri RUHSELMAN’IN “RUH ve KAİNAT” adlı eserinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

 Yayın Tarihi:22 Nisan 2017 

 

© Astroset 2003-2017