Parapsikoloji / Spiritüalizm

WWW.ASTROSET.COM

PSİŞİK DÜZLEMİN TEHLİKELERİ

J. H. Connelly
Çeviren: Işık UÇKUN
http://www.theosociety.org
Yayın Tarihi: 19.Mart.2009

  Teozofinin yeniden canlandırdığı Kadim Bilgeliğin Üstatları, çok eski zamanlardan beri, bizlere, bu sınırsız evrende Tanrı olmayan hiçbir şeyin, İlahi Varlığın bir parçası olmayan hiçbir atomun olmadığını öğrettiler. Bir kaya, insan bedeni, insanın ölümsüz bedeni ve insan üzerine ışığını yansıtan gezegen, hepsinin kendi özlerinde tezahür ettiğini anlattılar. Bu öğretilere göre, dünyaları vareden işleyiş bir tekamül süreciydi.
  Başlangıçta hiçbirşey yoktu ve sadece her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, her zaman, her yerde olan, "Bilinmeyen Ruh" vardı; her şeyin kaynağı ve kapsayanı, Olan vardı. O’nun isteğiyle Ruh ve Madde ayrıştı; madde tezahür etti ve giderek artan yoğunluğuyla en alt düzlemde yoluna devam etti. Bu, bizim dünyamızın ve diğerlerinin en yoğun madde formudur. Bu inişte, madde doğal güçlerin ya da varoluş kanunlarının kontrolüne tabi oldu, bu kanunlar değişmezdi ve doğayı olduğu gibi tüm gezegenleri de etkiliyordu. Bugün de, o formları var ettikleri çizgide, formların korunmasında ve dönüşmesinde hala işlerliklerini sürdürmeye devam ediyorlar. Bu evrimsel etkiler sonunda zamanın yoğunluğu içinde maddeyi yeniden ruhta çözülme noktasına getirecek.

  Belirli metaller ve taşlar maddenin en alt derecedeki ya da yoğun formlarını temsil ederler. Bunların içinde moleküller (kümelenmiş atomlar) en çabuk etkilenenleridir. Saf hidrojen gazı belki de maddenin bilim tarafından kabul edilen en yüksek ya da en ince tezahürüdür. Bu uç noktalarda moleküler yoğunluğun derecesi sınırsızdır ve moleküller o kadar yakındır ki hiçbir yerde keşfedilebilen bir boşluk ya da aralık bulunamaz, ayırıcı çizgiler yoktur.

  Gazlar, sıvılar ve katılarla ilgili sınıflandırma değişken maddenin geçici koşullarını basitçe açıklar. Isı, katıyı sıvıya dönüştürür, sıvıyı da gaza. Maddi elementlerin nitelikleri moleküler bir düzene ve temel olarak moleküllerin atomsal olarak yapılanmalarına bağımlıdır. Ayrıca en başarılı fizikçiler, doğa fenomeninin imajinatif olduğunu söylemekte ve araştırma yöntemlerinin sınırlılığına rağmen, bulgularının, en çok büyüleyici ve en az görünür olan karakterinin tüm realiteleri kapsadığını ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar.
  Dolayısıyla bizlere, çelikte, elmasta ve camda bile atomların ilişki içinde olduğunu ama bunların her birinin bir akaşik (*esiri) zarfla örtüldüğünü ve bu zarfta durmak bilmez, çabukluğu algılanamayan titreşimlerin olduğunu söylemektedirler. Algılanabilen maddenin her bir molekülüne nüfuz eden ve onu kuşatan bu akaşa yine de öyle saftır ki bilim onun varlığını varsayabildiği ve etkilerinin farkına varabildiği halde onu kontrol edememekte veya yasalarını öğrenememektedir.

  Akaşa keşfedilmemiş olsa bile, bilim adamlarının çalışma yeteneğinin sınırlarının her şeyin sınırı olduğunu düşünmek mantıklı mıdır? Ya maddenin incelmesinde süregelen derecelenmenin birden bitip ötesinde sadece mutlak bir boşluğun başladığını ve hatta Tanrı’nın diğer tarafta çok uzaklarda bunduğunu düşünmek ne derece mantıklı olabilir? Böyle bir düşünceye zeki zihinler tarafından bir zamanlar inanıldıysa bile akaşanın varlığının kanıtlandığı bir ortamda akaşanın ya da esirin keşfiyle birlikte hala böyle düşünülmeye devam edilebilir miydi?

  Maddenin akaşik hali modern batı biliminin maddi yöntemleriyle yapılan araştırmalarına meydan okurken, doğulu filozoflar bunun üzerine derinlemesine çalışmışlar ve bu çalışmalarda şuurun bağlantılı ve olağandışı halleriyle ilgili çok daha kesin bilgiler edinmişlerdir. Doğulu filozoflar bunu atomların düzlemi olarak bilir ve kabul eder. İçinde potansiyel olarak bulunan yasalar belli bir dereceye kadar bizim materyal düzlemimize benzemektedir ve atomik koşullardaki varyasyonları moleküler düzeyde bildiklerimiz gibi sınırsızdır. Bu yasaların güçleri ise daha etkilidir, bunun nedeni de yönettikleri maddenin inceliğidir ve bu düzlemde büyük ihtimalle bir tekamül (evrimleşme) yolunda olup, ilerleyiş kaderinin nihayetinde cismani bir varoluş bulunan şuurlu varlıklar yaşamaktadır. Bizce, bugünün insanlarının milyonlarca yıl önce varoluşun bu aşamasından geçtiğini kabulde, veya en azından bunu söylemekte ters bir tutum yoktur.

  Bu okült konularla ilişkili bazı öğretilerin muazzam felsefe sistemlerinin çok kısa bir özeti olarak diyebiliriz ki; katı olan astralin, psişik düzlem ise akaşik olanın tezahürlerinden biridir.
  Bazı kişiler, düşünme konusunda kökü derinlere uzanan bir hoşnutsuzluk hissetmekte ve hayalet hikayeleri hakkında teozofların icat ettiği imajinatif bir tür koyun ağılına kapatılmışlığın dışında astral düzlemin olmadığını iddia etmekte hatta bu düşünceyi komik bulmaktadırlar. Diğerleriyse, bu konuda daha ciddi ve olasılıkla da manevi eğilimi olanlar ve kendi mizaçlarına uygun olarak meleklerle, şeytanlarla veya ölülerin ruhlarıyla kişileştirdikleri görünmeyen dünyaya ilişkin belirsiz kavramları düşünmekle vakit geçirmektedir. Her ikisi de yanlıştır.

  Astral düzlem maddi düzlem kadar gerçektir. Bu düzlemin fenomenleri de kendine has birtakım yasalara tabidir ama bu yasalar yoğun formların gerçekliğindeki yasalardan farklıdır, bunun da nedeni, maddesinin incelik derecesinin çok daha yüksek olması ve bunun sonucunda da etkilere çabuk yanıt vermesi, dolayısıyla değişkenliğinin (akışkanlığının) olmasıdır. Bu maddenin atomları arasında titreşim farkları ve değişkenliği olan şekilleri ile yoğunluk farkları bulunmaktadır. Tıpkı bildiğimiz maddi düzlem gibi, şuurun olası tüm derece ve halleri de varlıklarla doludur ve bu varlıklar da ait oldukları düzlemin maddesinden oluşan formlara bürünmüşlerdir; tıpkı bizlerin de fiziksel olarak hayvanların, ağacın ve kayanın benzer unsurlarından meydana gelmiş olduğumuz gibi.

  Maddi ve astral düzlemler arasında belirlenmiş kesin bir hattın varolduğunu düşünmek bir hatadır. Görsel gözlemlerine kapılıp giden hayalci bir kişinin büyük ihtimalle bu gözlemlerine dayanarak ürettiği imajlar tamamen hayal ürünüdür çünkü o imajlar kişinin görme kapasitesine bağlıdır. Herhangi bir aracı kullanmadan bakan bir göz görüntüyü tek bir noktaya çekecektir. Mikroskopsa, onu astral bölgenin kenarında çok daha uzağa koyacaktır. Bakteri, bir düzleme ait olduğu kadar diğerine de ait olacaktır. Eğitimsiz bir psişik şuurluluk da soyut dünyanın sınırlarını ve koşullarını idrak etmekte güvenilmez bir rehberdir; çünkü o da görücünün kapasitesine bağlıdır ve onun algılayışı çok geniş farklılıklardaki koşullara uyumlu olabileceği gibi kör veya hayalci olabilir, diğer varlıklara çok fazla yakın olabilir, hatta onlarla karışması bile mümkün olabilir.

  Bir gloksinya çiçeğinin çanında veya bir orkidenin taç yaprağında, bazen rengin saf beyazdan koyu kırmızının karanlık gölgesine ya da mora doğru sürekli derinleştiğini görürüz ve bu değişim öyle ince gerçekleşir ki mikroskopla bile ayırt edilemez. Bu, tıpkı saf ruhun yoğun maddenin en düşük seviyelerine inişine benzetilebilir. Daha geniş bir anlayışla, astral düzlemin yarı maddi olduğu söylenebilir, burası esiri maddenin en düşük seviyesidir ve onun üzerinde de psişik düzlem yeralır, bunun da ötesinde burada bahsetmeye gerek olmayan ince ortamlar bulunmaktadır. Ama, gerçekte, bu incelmiş madde alemlerinde, belirtilen düzlemler ve alt düzlemler birbirleriyle uyumlanabilmek için karışır ve karşılıklı olarak birbirlerine bağımlıdır. Ayrıca her biri alt ve üst düzlemlerindeki, incelik olarak kendisine yakın olan titreşimlere duyarlıdır. Bu, alt düzlemlerde bile böyledir. Örneğin, bir düşünce psişik düzlemde bazı titreşimler yayar ve bu da astralde diğerlerine karışır ve bu diğer düşüncelere etki ederek onların değişmelerine neden olur, ya da onları yönlendirir, ta ki eylemin kaba (yoğun) organları tarafından kabul edilebilene kadar. Benzer şekilde bir duygu yoğun madde tarafından sinirler vasıtasıyla algılanmaz; onu kuşatan astral atomlar tarafından algılanır ve bu atomlar vasıtasıyla yüksek bir titreşim düzeyinden mantal veya psişik atomlara aktarılır ve orada düşünce prensibi tarafından farkedilir hale gelir ve hatta titreşimleri daha yüksek, spiritüel olanı mantal düzleme aktaracak bir doğaya da sahip olabilir. Bu dönüştürücü olmadan; yani zihin ile maddi organlar arasında hareket eden astral prensip olmadan kişinin eliyle bir şeyi tutması bile, Jüpiteri yörüngesinden fırlatmaktan daha kolay olmayacaktır.

  Varlığının astral ve mantal prensipleri arasında uyumlu bir karşılıklı eylem olmasaydı insan akılsız olurdu. Bir prensibin anormal bir şekilde uyarılması zihin ve beden sağlığı için gerekli olan eylemlerin uyumunu bozacaktır ve bu da psişik düzlemin maceracıları için en büyük tehlikedir. Bu gerçekleştiğinde doğru değerlendirme ve doğru idrak etme güçlerinin ötesindeki bir madde türüne mahsus titreşimlerin etkisine maruz kalırlar. Anormal bir biçimde uyarılan şuurlarında son derece parlak etkiler belirir ve kalkışılan zihinsel asilimilasyon sayesinde, bağlanma ve aktarma zincirinin düşünce organı olan beyne yanıt verişindeki yetersizlik nedeniyle yanlış anlayışlarla saparak ölçülerin ötesinde bir bozulmaya uğrayabilirler. Geçici yanılmalar ve bu etki devam ettiği taktirde bunların getirdiği delirme hali kanıtlanamayan sonuçlardır.

  Gözden kaçırmak, hatta hafife almak için fazla gerçek olan bir diğer tehlike de, o düzlemde karşılaşılabilinecek zararlı varlıklardır. Bedeni olmayan varlıkların zararının da olmadığı düşünülmemelidir. Astral düzlemde yaşayan çok sayıdaki varlık yalnızca kollektif şuura sahip olup orada ya da maddi planda bir güç olarak tezahür ederken; tekamül (gelişmişlik, evrim) düzeyi şuurlu bir bireyselliğe ulaşmış olan başkaları da vardır ve bunların da düşmanca olabilen ya da olmayabilen belirli bir zeka düzeyleri vardır. Bunların arasında gelişim aşamasında olan ve biz maddi düzlemde yaşayanların hakkında hiçbirşey bilmediği bazı güçleri etkili bir biçimde kullanabilen çok sayıda varlık vardır ve astral planın bu etkileri, bağlantıya geçen insanlardan kaynaklanan irade gücü tarafından harekete geçirildikçe, bu güçler bilinçsizce ve körlük halinde kullanılmış olur.

  İnsanların büyük çoğunluğunun astral planı hissetmeye dair belli bir derecede zorlanmadan bir kavrayış elde edebilecekleri birkaç yöntem vardır ve yaygın olarak bu görüntülerin önemi büyütülmekte, kişiler bunu hem uykuda hem de uyanıkken şuursuzca gerçekleştirmekte, psişik olarak şekillendirmektedirler. Tüm kendi kendine uyarılarak gerçekleştirilen trans hallerinde bu sonuç ortaya çıkar ve birçok zaman hipnoz halindeki kişi istem dışı olarak hipnotizörün yeterince dikkat etmemesi sonucunda bu şuur haline geçer ya da tehlikeli araştırmalar sürecinde maksatlı olarak bilinçdışına geçme ile birlikte büyüleyici denecek kadar gizemli olan daha derin trans hallerine geçiş yapar. Derin trans halleri özellikle tehlikelidir çünkü süje sadece farklı bir düzlemin tehlikelerine maruz kalmaz (başka bir varlık araya girmeye kalkışabilir), aynı zamanda da operatörünün yönlendirmelerinin yaratabileceği ilave bir riske de girer ki bu da sözkonusu koşullarda “kargayı kılavuz edinmek” anlamına gelecektir.

  İnsanların şu anda içinde bulunduğu trans hali ve alınan bilgilerin pek çoğu maddi düzlemin üzerindeki düzlemlerden gelen titreşimlerden kaynaklanmaktadır yani astral plan kökenlidirler ve bu tip bağlantılarda göze çarpan bir artışın olduğunu söyleyebiliriz. Dahilik ve delilik de bunun etkilerinin benzer tezahürleridir diyebiliriz. Ama şüphesiz ki, psişik algılamayı ifade eden altıncı hissin insanlığın ortak özelliği olacağı bir zamana da giderek yaklaşıyoruz. Bu ortak özellik tam olarak açığa çıkmadan önce insan ırkı tüm prensiplerine ait titreşimlerine büyük bir ivme kazandırmalı ve maddenin atomik hallerine ait anlayışlarında doğru algılama kapasitesini artırmalıdır. İlerleyişimizi bazen bekletebiliriz ama bu ancak büyük riskler sözkonusu olduğunda yapılmalıdır.

Çevirenin Notu:

Esiri Madde: Aether, Ether, Esir

Duyularla algılanmayan, atmosferin ötesindeki uzayı dolduran süptil madde. Maddenin bildiğimiz katı, sıvı, ve gaz hallerine oranla yoğunluğu daha az, vibrasyonel hızı daha yüksek, daha akışkan, daha ince, algılanamaz hallerini nitelemede kullanılan bir sıfattır. Eski Yunanlılar’a göre, içinde yoğun kürenin bulunduğu maddenin özü. Bütün evreni ve atomlar arasını da dolduran, tartılamayan cevher. (Metapsişik Terimler Sözlüğü- Ruh ve Madde Yayınları- S:61)

Akaşik Kayıtlar (akashic records): Evrende meydana gelen her olayın, her hareketin yok olmadığını, hepsinin izlerini bıraktığını ve kaydolduğunu ileri süren teozoflarca kullanılan bir terimdir. Terim Hint teozofisindeki “evrendeki tüm uzayı kapsayan temel esîrî cevher” olarak tanımlanan “akaşa” sözcüğünden Batılı teozoflar tarafından türetilmiştir. Bu görüşe göre, nasıl evrende hiçbir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok olmazsa, hiçbir hareket ve olay da yok olmayıp akaşa denilen süptil cevhere kaydolur.

Budizm’de akaşa, bu kayıtlanma olayının kapsamıyla ilgili olarak iki türde ele alınır:

  • 1- Kişisel akaşa: Kişinin duyguları, algıları, zihinsel oluşumları, bilinç hareketleri, fiziksel biçimi vs. ile ilgili bireysel akaşa.
  • 2- Maddi her şey ile ilgili olan sınırsız akaşa.

Batı teozofisine göre akaşa ya da akaşik kayıtlar her düşüncenin, her eylemin, her sesin, her ışığın vibrasyonlarının kaydolduğu, özetle, fiziksel alemden yansıyan tüm tesirlerin seri ve dakik bir biçimde yoğunluklarına göre sınıflanıp kaydolduğu sınırsız ve ebedi bir arşivdir. Batı teozofisinin kurucusu olan ve akaşa sözcüğünü Batı’ya aktaran H.P. Blavatsky’ye göre “kişisel akaşik kayıtlar”ın yanısıra, her gezegenin “gezegensel akaşik kayıtlar”ı mevcuttur ki, Rudolf Steiner ve Edgar Cayce gibi ünlü medyumların Dünya tarihinin bilinmeyen geçmişiyle (Atlantis, yedi kök soy vs.) ilgili olarak aktardıkları bilgileri, bu “gezegensel akaşik kayıtlar”la irtibata geçerek aktardıkları ileri sürülür. Kimileri Kur'an’daki Levh-i Mahfuz kavramını akaşa kavramıyla ilişkili olarak yorumlarlar. (Vikipedi-özgür ansiklopedi)

Beşinci Unsur (Akaşa) : Batı Okültizmi’nde de, Teozofi’de de beşinci unsur esir (ether) anlamında ele alınmıştır. Hindu tradisyonlarında esir anlamında ele alınan beşinci unsura akaşa denir. Hindu tasvirlerinde akaşa ruhun siyah yumurtası svmbolüyle, ateş eşkenar üçgenle, hava mavi daireyle, su gümüş hilalle ve toprak sarı kareyle simgelenir. Tradisyonlarda, genellikle dört unsur içinden ateş, ruhu; hava ve su süptil planları; toprak fiziksel ortamı simgeler. (Semboller Ansiklopedisi- RM Yayınları-S: 69)

İlk Madde: Batı okültizminde matera prima adıyla belirtilen “ilk madde” tradisyonlarda genellikle madde kainatının yaratılan ilk hali olarak betimlenir. Kimi simyacılar ilk madde ile beşinci unsuru (quinta essentia) aynı şey kabul etmişlerdir. Beşinci unsur Aristo tarafından dört unsurun ötesindeki süptil maddeyi, yani esiri ifade etmek üzere ortaya atılan bir kavramdır. Egzoterik (dış) simyada tüm maddi hallerin oluştuğu ilk madde cevherine felsefe taşı da denilmiştir.(Semboller Ansiklopedisi-RM Yayınları- S:168)

 

© Astroset 2004-2010