Metafor / Kuantum Evren

www.astroset.com

Kültürel Küreselleşme

Doç. Dr. Haluk BERKMEN

  Kültürel Küreselleşmenin Maddi-Manevi Artı ve Eksileri
  Bu yazı dizisindeki konumuz son zamanlarda sürekli konuşulan küreselleşme ve özellikle kültürel küreselleşme olacaktır. Küreselleşme kavramı yeni olsa da küreselleşme olgusuna yeni olarak bakmak hatalı bir sonuca ulaşmamızı sağlar. Küreselleşme, bilgi çağında ortaya çıkmış olan doğal bir sonuçtur. Bilgi çağı ise 2. dünya savaşı ile başlamıştır denilebilir. Şu halde küreselleşmenin yaklaşık 60 yıllık bir geçmişi vardır.

  İkinci dünya savaşı haberleşmede, dolayısıyla elektronik teknolojisinde büyük atılımların, yeni buluşların çağı olmuştur. Radar fikrini uygulamak için gerekli ön çalışmaları yapan dahi mühendis Nicola Tesla’dır. Daha 1917 yılında radarın hangi amaçlara yönelik olarak kullanılabileceğini ileri sürmüştür. Sonraları, radar harp aracı olarak 1930’lu yıllarda kullanıma girmiştir. 1939 yılında Almanya tarafından geliştirilen havadaki düşman uçaklarını saptama radarı Freya 125 km menzil içinde oldukça önemli bir bilgi kaynağı olmuştur. Keza telefonun yaygın olarak kıtalar arasında kullanılışı da aynı yıllara denk düşer. Amerika ile Avrupa arasında deniz altından telefon hattı döşenmesi 1927 yılında olmuştur.

  İnsanlar-arası iletişimin hızlanması bir yandan bilgi akışını kolaylaştırırken diğer yandan eksik ve yanlış bilgi akışını da sağlamıştır. Böylece kavramlar ve değerler anlam kaybına uğramış, bilgi sığlaşmıştır. Bilgi akışının hızlanışı ile birlikte dünyada 3 türlü küreselleşme başlamıştır. 

1.   Siyasi küreselleşme. Bu tür küreselleşme özellikle 1990 yılında Berlin duvarının yıkılması ile ortaya çıkan tek kutuplu dünya olgusudur. Halen içinde yaşamakta olduğumuz yıllar tek kutuplu bir dünya görüşünün ABD tarafından tüm dünya ülkelerine siyasi sistem olarak kabul ettirilmek istendiği dönemdir. Bu baskıyı en çok hisseden ülkeler, içinde bulunduğumuz Orta Doğu bölgesi ülkeleridir.

2.   Ekonomik küreselleşme. Siyasi ve ekonomik küreselleşme arasında ayırım yapmak oldukça zordur. Zira, biri diğerine destek olmaktadır. Uluslararası şirketler ve örgütler ekonomik güçlerini genişletmek için sınır tanımamakta ve güçlerini arttırıp çıkarlarını korumak için her türlü aracı kullanmaktadırlar. Bu şirketler için “ticaret ahlakı” diye bir kavram olmadığı gibi, “gücü gücüne yetene” zihniyeti içinde vahşi bir kapitalizm uygulamaktadırlar. Günümüzün ekonomisinde “güçlü güçsüzü piyasadan siler” anlayışı hüküm sürmekte, adeta orman kanunu geçerli olmaktadır.

3.   Kültürel küreselleşme. Bu konu benim üzerinde durmak istediğim konudur. Zira bir kültürün değişimini izlemek ve faydalı etkileri kabul edip zararlı etkilerden korunmak, gidişatın ve güncel şartların farkında olmak demektir. İşte, bu bakımdan farkındalığı arttırmak her aydın kişinin, hem kendine hem de çevresine karşı duyduğu sorumluluğun bir ölçüsü olarak değerlendirilmelidir.

  Kültürel küreselleşmenin ilk farkına varan kişilerin başında Avrupalı düşünürler ve yazarlar gelir. 1933 yılında Arnold Toynbee, Bir Tarih İncelemesi adlı eserinde modern dönemin I. Dünya Savaşıyla sona erdiğini bundan sonraki dönemin Postmodern dönem olduğunu ileri sürerek ilk kez postmodern terimini kullanmıştır. Postmodern dönemin düşünürleri, kültürel küreselleşmeyi önceden görüp doğru ve önemli saptamalarda bulunmuşlardır. Postmodern yaklaşım klasik bilimi ve bilgiyi temelden sorgulamış, ya da başka deyişle epistemolojiye yeni bir tanım getirmeye çalışmıştır. Postmodern eleştirilerin ve sorgulamaların ne olduklarına şöyle bir bakalım.

  18 ve 19. yüzyıllarda gelişen aydınlanma çağı akla duyduğu  sonsuz güven dolayısıyla, bilim aracılığıyla insanların her sorununu çözmeyi vaad etmiş, akıl ve mantık yardımıyla her türlü soruya yanıt getirilebileceği inancını aşılamıştır. Fakat akıl ve mantığı her türlü bilginin şekillendiricisi olarak kabul etmek, bir felsefe değil bir ideoloji olmaktadır. Zira ideoloji, kısıtlayıcı, inanç içeren, tek yönlü bir bakış açısıdır. İşte bu tek yönlü mantığa olan körü-körüne bağlılık kültürel küreselleşmenin en güçlü silahı haline gelmiştir. Bu yaklaşımda nesnellik öne çıkmış ve sezgiler ile içe bakış küçümsenmiş, onların bilimde yer alamayacakları savunulmuş ve dış gözlemle deney esas tutulmuştur.
  2. dünya savaşına kadar süren bu çağa Modern Çağ diyebiliriz. 2. dünya savaşı sonrası ise modern çağın yavaş yavaş gözden düşmeye başladığı dönemi oluşturur. Günümüzde halen bu çelişkili dönemi yaşıyoruz. Bir yanda akıl ve mantığın eseri olan teknolojik gelişmelerin, diğer yanda sezgi ve mistik görüşlerin filizlenip güçlendiği bir çağ. Bu dönem ara bir çağ olarak görülebilir. Yani sağ ve sol beyin yaklaşımlarının barışmadığı bir çağ. Genelde sağ beyin bütünsel sezerek algılar. Sol beyin ise ayırıp parçalara bölerek algılar. Bu bakımdan dil ve matematik yetisi sol beyinde, resim ve müzik yetisi sağ beyindedir.

>> Sonraki Bölüm

Yayın Tarihi: 15.Şubat.2008

 

© Astroset 2004-2010