Metafizik

WWW.ASTROSET.COM

 

Kaderde Özgür İradenin Yeri

  Kader konusunda Özgür İradenin Yeri Nedir? Sınırları nelerdir? Nerelerde başlar, nerelerde biter? diyecek olursak, özgür irade meselesinin, hem bir yasa olmakla birlikte, bir yandan da sınırları olan bir kavram olduğunu görmekteyiz. En azından aşamalar içindeki sınırları da aşama aşama düşünebiliriz. Varlığın tekamül seviyesi yükseldikçe özgür iradeye sahip olma ölçüsü de yükselecektir.Tıpkı küçük bir çocuğu bakkala göndermiyorsanız, ama yirmi yaşına geldiğinde başka şehire bile tek başına gidiyorsa, oy kullanıyor seçimlere katılıyor ise, varlığı da bir bütün olarak böyle değerlendirmek lazım, başlangıç aşamasında varlığın özgür iradesi oldukça sınırlıyken, varlığın gelişkinlik düzeyi arttıkça özgür iradesi de artar. Bununla birlikte bu özgür iradenin özellikle sizin aşamalarınızda tamamen sınırsız olması diye bir durum söz konusu olmaz. Bir varlığın tamamen kendisiyle başbaşa, kendi iradesine bırakılıp her şeyi kendisinin seçmesi pek mümkün değildir çünkü henüz egoyu yenmemiş hiçbir varlığın, kendi hayrına, gerçek hayrına seçimler yapabilmesini beklemek pek zor iştir. Varlığın ancak egodan tamamen sıyrılmış bir noktaya gelmesi gerek ki, tamamen vazife anlayışına , hizmet anlayışına gelmiş olması gerekir ki, onu bazı seçimlerde serbest bırakabilsin, ancak varlık henüz kendi egosuna hizmet, kendi çıkarlarının peşinde hala koşmakta olduğu bir tekamül evresinde ise, bu varlığa yapılabilecek en kötü şey, ona sınırsız bir özgür irade vermektir. Özgür iradenin sınırlanmasının nedeni, varlığı kendinden de korumaktır. Kendisiyle ilgili kendinin verebileceği uygunsuz kararlardan daha çok karma oluşturacak durumlardan onu korumak ve himaye etmek maksatlıdır.

  Geçen çalışmada SEBEP-SONUÇ meselesi şimdi kucağınızda nurtopu gibi durmaktadır dedik. Sizin bir zamanlar bir yerlerde yarattığınız durumlar, karşınıza farklı olaylarla da çıkmış olabilir. Örneğin; diyelim ki, sizin bir bohçanız var , bu bohçanın içinde birikiyorlar, dört parça ettiler, geçmişte oluşturduğunuz birtakım sebepler nedeniyle dört parça olumsuz bir karma yükünüz var. Karma birebir göze göz, dişe diş bir mekanizma değil aksine, yaptığınız o eylemlerin etkileriyle karşılaşmaktır. Siz A eylemini yaparak, birinin cüzdanını çalarak onda nasıl bir etkiye yol açtıysanız onda nasıl bir zarara neden olduysanız, sizin alacağınız şeyde o zararın kendisidir. Sizin cüzdanınızın çalınması, sizde bir etki yaratmayabilir o zaman nerede bunun adaleti diyebilirsiniz. Örneğin siz bir insanın cüzdanını çaldınız, orada diyelim ki, ölmüş karısının tek resmi vardı, o resim onun için öyle değerliydi ki, belki hayatta tutunduğu tek şeydi, cüzdan umurunda değil, ama giden resim belki onu yıktı, onda çok büyük bir hasar oldu, ona büyük bir zarar verdiniz, onu çok üzdünüz ve acıttınız belki de.. Yarın öbürgün sizin cüzdanınız çalındığında, “oh be kardeşim cüzdanım çalındı, gitti hüvviyet, gazetelere ilan ver şimdi, uğraş dur” diye bir cevapsa, sizin yaşamanız gereken bu değildir. Sizin aldığınız etki, diğer adamın cüzdanının çalındığında aldığı etkiye, yaşadığı acıya eşit değildir. Onun hissettiği kedere denk değildir. Bu yüzden aynı denklikte bir olayla karşılaşmanız gerektiği için, olayın içeriği değişir fakat alacağınız etki ve etkinin dozu, biçimi birebir aynıdır.

  Bu nedenle bohçaya dönersek, bohçada var dört parça negatif yük geçmişten gelen. Bu dört parçayı bu hayatınızda tamamlamanız gerekiyor. Bu negatif borcu artık bir sonraki aşamalara taşımamak için artık tamamlanız gerekiyor. Biz ne dedik? O dört parçayı, tek bir yoldan ödemeyiz. Çünkü alacağımız acıyı çeşitli yollardan alabiliriz. Yani almamız gereken, yaşamamız gereken x acısı ise, o acıyı bir boşanma ile de yaşabiliriz, efendim, çok sevilen birinin sizi terketmesiyle de yaşayabilirsiniz. Çok yakın bir arkadaşınızın gitmesinden de alabilirsiniz ama aldığınız temel acı ne? Kayıp-Yoksunluk. Kayıp ve yoksunluğu, arkadaşın gitmesi, eşin gitmesi, sevdiğinizin gitmesi vs. gibi çok çeşitli yollardan alabilirsiniz. Bu yüzden hayat alternatiflerle doludur gibi görünür size. A yolu, B yolu, C yolu varmış gibi görünür, aslında hepsi aynı yere çıkar. Almanız gereken belli dozda, adı konmuş bir acı vardır. Bir sıkıntı vardır. Bir ıstırap vardır. Onu A dan da alırsınız, B den de alırsınız, C den de alırsınız.

  Bazen filmlerde paralel evren gibi konular işleniyor ya, bu tarafa gitseydi böyle olurda da şu tarafa gitseydi şöyle olurdu filan, bu mümkün mü? Bu tarafa gitseydi başına şunlar gelecekti ama onlara gitmediği için aaa mutluluklara gitti. Kardeşim o mutsuzlukları kim ödeyecek, babası mı?  O mutsuzluklar madem ki onun bahtına verilmiş, o mutsuzlukların madem ki sebebi olmuş, kucağına nurtopu gibi sonucunu almış,ben bunları ödeyeceğim diye de imzasını atmış, nasıl o yola gidiyor mutsuz oluyordu? Böyle bir şey mümkün değil, bunlar dejenere bilgilerdir. Almanız gereken bir acı miktarı var ise, bu belirlenmiş ise siz bu bedeli yarattıysanız, bu sebebi yarattıysanız ve bu sonucu alacaksanız, birisiyle evlenip boşanarak da alabilirsiniz, birini çok severek onun sizi terketmesiyle de alabilirsiniz. Bir sevgiliyi sever gibi sevdiğiniz kıymetli dostunuzun buralardan gitmesiyle de alabilirsiniz gibi pekçok yöntem vardır.

  Aradaki küçük nüansların değişmesi gibi olaylara biz kader değişikliği demiyoruz. Yani evlenecekti de, evlenmedi de ciddi bir sevgi selinin olduğu beraberlik yaşadı ve onu kaybetti diyelim. Ya da olabilirdi ki, evlenir de ayrıldı. Bakın bunlar o kadar detayda meseleler ki, bunlar sizin toplumsal bakış açınızla şekillendireceğiniz kavramlar biz meselenin özüne bakıyoruz. Oradaki, o ilişkiden, o yaşantıdan ne aldı? Sonucunda, ihtiyacı olan derse kavuştu mu kavuşmadı mı?  Buradaki değişim kaderin oynaması değildir.Kaderin oynaması nikah olacaktı olmadı, işe girecekti girmedi tarzında değildir. O işe giremez de, öbür işte alması gerekeni alır.

Kader ve Karmada Bilinçaltı etkiler ve psikoloji

  Kaderin değişmesi mümkün değildir, sizin buraya gelmeden önce bazı ana kodlamalarınız vardır. Nedir bunlar? Çocukluk evresi bu hayatta çok önemli, psikolojiyi sakın ola hafife almayın. Sizin elinizdeki psikolojininde suyu çıkmış o ayrı fakat psikoloji denen şey gerçekten önemli bir konudur. Eğer bilinçaltı spiritüel modellemeler ile işlenir ise, ruh ve beden münasebeti, hastalıkların sebebi, psikolojik olarak düşüncenin, insan bedeni üzerindeki etkilerinin bedende birikmeleriyle ortaya çıkan hastalıklar vs.gibi çok önemli kavramlar üzerinde bu kuşak inşallah çalışıyor olacak. Az önce sözünü ettiklerimiz, daha derin bilimsel çalışmalardır bunlar, günümüzdeki psikoloji yetersizdir. Farklı açılımlar da gerekir. Oysa ki, insan psikolojisi, çok derin bir konudur. Spiritüel olarak ele alındığında çok geniş ufukları vardır. Çok büyük yeniliklere gebedir. Buradan olaya baktığınızda, sizin bir hayata geldiğinizde çocukluk evresi oldukça önemli çünkü orada pekçok kalıbı elde ediyoruz. Pek çok normu elde ediyoruz, pekçok  şeyi ilk orada adlandırıyoruz. Örneğin sevilmek nasıl bir şey sevilmemek nasıl bir şey? Sürekli dayak yediğiniz bir ananız babanız varsa, sevilmekle ilgili hiç bilgi edinemeden yetişkin çağlara geliyorsunuz ve sevilmemiş bir çocuğun hırçınlığı içerisinde, o tabiat içinde davranan bir karakter şekillendiriyorsunuz, bir diğeri başka bir karakter şekillendiriyor ve hayat bunun üzerine kuruluyor. Çocukluk devresi çok önemli olduğundan anne babanın bu çocukluk evresini karşılayacak yapıda ve nitelikte olması gerekir.

  Gerek o çocuğa acı çektirmek suretiyle, gerekse sevgi vermek suretiyle çocuğun bu gezegene geldiğinde ihtiyacı ne ise onun karşılanması için… Tabii bu noktada anne-baba seçimi gibi bir seçim var, ama bunu tek anne tek baba gibi de belirtmeyin, belli bir anne şeması var, belirli de bir baba şeması var, o süreçte uygun olan anne-babaya gidilir olarak bakmanızda fayda olur yani A kriterindeki anne, bu gezegende bir tane değildir. A kriterindeki anne bu gezegende, o anda, hamile olmaya hazır, koşulları da müsait vs olmak üzere diyelim ki, on bin tane var- beş bin tane var. Bu demektir o anda o çocuğun, 5000 anne olasılığı var. Peki ama şimdi bizim bir de baba modelimiz var. Bu annenin şöyle şöyle şöyle bir baba ile evlenmesi gerekiyor çünkü çocuk sadece anneden almayacak, babadan da alacak ya, o zaman babayı da yerleştirdiğimizde, beş bin annemiz düşüyor iki bine çünkü diğer üçbinde bizim aradığımız baba modeli yok. Bakıyoruz iki bin tanede, bizim istediğimize yakın anne-baba modeli var. Bunların bir kısmı gebelik için uygun olmayabilir. Hastalık olabilir, koşullar uygun olmayabilir, o ülkede savaş olabilir vs. Savaşa doğmayacak bir çocuksa, bütün bunlar elendikten elendikten elendikten sonra ki, çok kriter var burada biz sadece bir iki örnek vardik. Bir tane anne bir tane baba kalır, bu vazifeye de talip olur. Karşılıklı bunların anlaşması yapılmıştır o anne, o babaya uygun vakit zamanda, gelecek olayların da şekillendirilmesine uygun olacak koşullar dahilinde anne karnına düşülür. Buraya düştüğünüz zaman, efendim nedir? 100 gr merhamet alacağım, 100 gr sevgi alacağım, 600 gram kadar da acı çekeceğim. Eh pekçok şeyde yaptım arkada, dolayısıyla biraz fazla acı çekeceğim bu hayatta gibi bir ana liste ile doğdunuz, bu ana liste tabii ki belli.İşte o 600 gr acıyı nereden çekeceksiniz? Efendim 100 gr sevgiyi kimden alacaksınız ki bunun büyük bir kısmı çocukluk aşamasında ebeveynlerden alınır ama daha sonra da sevilen, eş, arkadaş, dosttan da, çocuğunuzu sevmekle de tamamlayabilirsiniz. Bazı insanlar hayvanlarını da severek bu ihtiyaçlarını doyururlar. Geri kalan 600 gr lık da bir acı paketim var benim, bunu da almam gerekiyor dediğiniz zamanda çok kalıplı olmamak lazım. Bazen küçük değişiklikler olabilir ama sonuç itibariyle de alacağınız 600 gr lık acıyı da değiştiremezsiniz.

  Siz gelmeden önce bir plan yaptıınız. Bir Ahmet efendi vardı da, o Ahmet efendiyle evlenecektiniz de, Ahmet efendiden 600 gr. lık acıyı alacaktınız. Ama burada birşeyler farklı gelişti, bir şeyler oldu da, evlenmediniz de evlenmeden aldınız o acıyı. Bu bir şeyi değiştirmez. O zaman kader değişti, evlenecektim de evlenemedim gibi bir sonuca çıkmaz. 600 gr. lık acıyı aldınızmı aldım, tamam, o zaman senin kader planın tamamiyle gerçekleştirilmiştir denir. Özgür irade ile bunu bağlarsak, varlığın o andaki küçük küçük seçimleri, küçük küçük farklara neden olabilir. Özgür irade ile bir seçim yaptı mı? Yaptı vallahi, nikahlanmadı da, yine aynı evde oturup aynı acıyı yaşadı, sonuç değişmedi. Bu tarz küçük iradeler, bireysel seçimler özgür irade kullanımları tabii ki olabilir. Burada sonucu değiştirmiyorsa müdahele edilmez. Orada özgür irade ile yapılan seçim, sonucu değiştirmiyorsa, yaşam planının dışına çıkmıyorsa, zaten müdahele edilmez.

Varlıklar Yaşam Planlarının Dışına Çıkarlar mı?

  Burada bir başka noktaya da değinelim. Varlıklar yaşam planlarının dışına çıkarlar mı? Çıkarlar… Ama onunla birlikte çalışan rehberi, onun yaşam planının dışına çıkacağını da bilir. Şimdi biz buna şu A planını hazırladık ama yani zaten bunu uygulamayacak ve B planına geçecek. Varlık bazen zor ikna olur. Geçmişten oluşturulan sebepler nedeniyle, yaşamın içindeki acı 600 gr değilde 1600 gr olunca tabii, “aşağıya ineyim de kimselerin çekmediği ıstırapları çekeyim Yarabbi, inşallah” diye inmez. Mümkün mertebe bu işten kaçmaya çalışarak iniyor. Rehberi bu varlığın kaçma ihtimali olduğunu bilir ve ona çoktan bir B planı hazırlanmıştır. Yaşam planının dışına çıkıyor gibi görünmesi dahi, yaşam planının dışına çıkmak değildir çünkü orada onun için hazırlanmış alternatif bir plan vardır. Aslında hepiniz için hazırlanmış bir alternatif plan çoğu zaman bulunmaktadır. Zamanla ilgili bir tasarruftan, hayatların planlanması ile ilgili bir tasarruftan söz ediyoruz. Bu tasarruf içerisinde bireyleri kendi başına bırakıp işte ne istiyorsa yapsın diye aşağı göndermek mümkün değildir. Korkunç bir karmaşa gelişir bu kargaşanın altından kimse kalkamaz, alacak-verecekler karışır. Borçlar birikir, herkes kendi menfaatine hareket ettiği için ortalıkta düzen kalmaz, negatif karmaları ödeyecek durum da ortadan kalkar.

Özgür İrade Vardır

  Özgür irade vardır. Özgür irade varlığın gelişkinliğiyle alakalıdır. Varlık geliştikçe daha kapsamlı bir özgür iradeye sahip olur. Hiç gelişmemiş, yepyeni başlangıçlar içinde olan varlıkların otomatik yaşamlarında bahsettiğimiz noktalarda, bireysel seçim diye bir şey yoktur, geliştikçe kazanılır ancak kazandığınız özgür irade de her ne olursak olsun, sizi ana yaşam planınızdan uzaklaştıracak düzeyde seçimler içermez. Siz yine bir seçim yaparsınız, yolun solundan değil de, sağından gidersiniz. Solundan gitseydiniz, araba altında kalacaktınız, sağından gittiniz diye de kafanıza saksı düşer. Yani sonuç değişmez olması gereken, olması gereken saatte ve zamanda gerçekleşir, böyle küçük oynamalar kader planının değişmesi olarak adlandırılmaz.

Maddeyi Tanımak

Soru: ''Olayları, sebep olduğumuz duygu ve hislerin aynını deneyimlemek için yaşıyoruz. Acaba, şimdiki idrakimizle yapmayacağımız bu duyguları mutlaka yaşamamızın bir amacı da, korku, endişe, sevinç, üzüntü diye nitelendirdiğimiz maddeleri tanımak mıdır?'

  Maddeyi tanımak gerek ki, maddeden vazgeçilsin. Maddeyi tanımadan maddeden vazgeçemez ve maddenin olmadığı yaşam biçimlerine ve formlarına yönelemezsiniz. Örneğin çalışmalarda görürsünüz bazı arkadaşlarımız görücüdür. Işıklı varlıklar, ışıklı enerji alanları gibi görürsünüz, bu alanlarda farkındaysanız madde yoktur, madde tesiri kabalıkla ilgili bir tesirdir. Yani daha kaba bir alandır, gelişmemiş alanlarda madde vardır. Daha gelişmiş alanlarda ise madde yoktur. Bakınız ruhta madde yoktur, bu dünyadaki manasında madde yoktur. Daha farklı bir yapıda ve dokuda, içindeki parçacıkları bambaşka bir maddeden oluşan bir yapıdır o, oysa bu gezegendeki madde ise, katı, gayet kalın, araba gibi, sandalye gibi karşınızda beliren, tutabildiğiniz, onunla hava atabildiğiniz, ihtişamını yaşabildiğiniz maddeler var. Hatta bunlar bir çeşit de zenginlik belirtileri olmak suretiyle, kişiye belli hazlar ve tatminler yaratarak da onun egosuyla ilgili tatminler yaşatmaktadır. Maddeyi tanımanın önemi, maddeden vazgeçebilmek açısından önemli. Fakat maddeden böyle bugünden yarına vazgeçmek, bugün yattım madden vazgeçtim yarın kalktım hepsinden vazgeçtim, bir anda sufi oldum, ermiş miyim? Derviş miyim acaba diye bir aşamaya geçmek mümkün değil.Bu maddenin her türlü aşamasından geçmek, yana yakıla geçmek gerekli ki, bir gün artık maddeye ihtiyacımız olmadığını farkedelim.

  Bizim bu gezegene gelmekte ki, en temel maksadımız, TEKAMÜL dür. Tekamül edebilmek içinde duygulara ihtiyacımız var, hissetmeye ihtiyacımız var, sevinmeye, neşelenmeye, gülmeye, acı çekmeye ihtiyacımız var. Ancak bütün bunları yaşayarak, gelişebiliyoruz çünkü bunlar bizim egomuzla ilgili, egomuzu da besleyen duygular. Örneğin; insana sorarsınız, ne istiyorsun bu hayatta dersiniz? Çok klasik bir cevap vardır. Çok param olsun, zengin olayım, mutlu olayım. Neden? Bu gezegende madde öyle bir yücelik içerisindeki, zengin olmakla mutlu olmak zihinlerde eş koşulmuş durumda. Tamamen eş koşulmuş, ne kadar çok maddeye sahip isem o kadar mutlu olacağım, maddem olmadığı için ben mutsuzum, zenginliklerim yok çünkü. Oysa ki mutlu olabilmenin tek şartı acı çekmektir. Acı çekmeden mutlu olamazsınız, acı çekmeden bir mutluluğun olması gezegeninizde mümkün değil. Acı çekmiyorsanız içinde bulunduğunuz madde ile yaşayacağınız tek şey, giderek yükselen bir ego, giderek şişen bir ego, giderek şımaran bir bünye. Daha fazlasını isteyen, şımaran, “küçük dağları ben yarattım, yok yok küçükleri yarattıysam büyükleri de ben yarattım herhalde, bakayım kendime aynada, büyüklerini de ben yaratmışımdır” diyen bir egodur bu. Madde dediğiniz şey bu dünyada öyle zengin deneyimlere yol açmaktadır ki, madde hazla eşkoşulmuştur. Madde varsa haz var. İnsan bünyesi henüz egonun tesirinden kurtulamadığı için, faydacı yapıdan kurtulamadığı için henüz bir vazife yapmak, hizmet etmek, insana faydalı olmak makamına erişemediğinden almak, hep almak, hep almak duygusu içinde olduğundan tabii ki egosuna hizmet etmek istiyor. O egoyu beslemek istiyor, egoyu beslerken de ne kadar mutlu olursam o kadar iyi gibi bir faydacılık peşinde koşuyor. Mutluluğun yolunun da maddeden geçtiğini düşünüyor. Bu gezenin deneyimleri buna koşullanmış. Burada bir hata var demiyorum. Yüce Rab bunu böyle düzenlemiş, bu hatalı değil ama maddeden vazgeçebilmenin yolu önce onun peşine düşmektir. Önce onun peşine düşerek, onu daha fazla elde etmenin yollarını arayarak, o hazların, o hırsların peşine düşerek ve sonunda birgün bunun nasıl can yaktığını deneyimleyerek, bütün bunlardan vazgeçip, Rabb’e sığınmaktan başka bir yol olmadığını farketmeye götürecek olan tek şeydir. Maddenin peşine düşmenin nihai sonucu aslında birgün Yüce Rabb’e varmak ve ulaşmak olacaktır ama o birgünle başlangıç noktası arasındaki süreyi siz ne bana sorun, ne ben size o süreyi söyleyeyim, gereksiz bir bilgi olmasın tabii…

  Maddeyi tanımak çok önemli, maddeyi tanımak için maddeyi deneyimlemek önemli, sonuna kadar deneyimlemek gerekmektedir. Maddeden kaçarak, madde deneyimlenmez, maddeden kaçarak maddeden vazgeçilmez. Bir konuda bir iştahınız mı var, sonuna kadar yaşayınız. Kendinizi durduramıyor musunuz? Durdurmayın. Sonuna kadar yaşayınız akabindeki olaylar ile zaten kendinizi değiştirmek ihtiyacında olacaksınız. Ama bu değiştirmek arzusu gerçek bir ihtiyaçtan doğacaktır. Sokma akılla şuradan şuraya yürünmez efendim, bu sebeple siz bir konuda çok yüksek bir ihtiyaç duyuyorsanız onu gerçekleştirin bırakın hayat size kendiliğinden onun neticelerini getirsin, neticeler sonunda siz zaten doğal bir istekle ondan vazgeçeceksiniz. Yoksa öteki türlü, “ben şunu yapmayayım, ben bunu yapmayayım” dedikçe kendinizi baskı altına alırsınız, bilinçaltınızı baskılamış olursunuz, içeride biriken bu bilinçaltı ihtiyaçlar yarın öbürgün daha büyük bir patlama olarak ortaya çıkar ve o büyük patlama çok daha büyük zararlar verir. Her ihtiyacın karşılanması ve doyurulması gerekmektedir. Gezegeninizde bu yüzden cinayetler, işkenceler, vahşetler de var, çünkü buna ihtiyaç duyan insanlar da var. Onlar da Yüce Rabb’in sevgili kullarındandır. Onlar da Yüce Rabb’in koruması ve himayesiyle bu işleri yapmaktadırlar. Henüz ihtiyaç noktaları budur. Karşılaştıkları insanlar da kendi ihtiyaç noktalarındadır. Alacak verecek yaşanan bir dava vardır. Siz bundan hazetmeyebilirsiniz, gelişkin bir varlık olarak bu vahşetten haz etmeyebilirsiniz elbette, bundan haz duyunuz denmesi mümkün değildir ama insanları, varlıkları yargılamayınız. Hiçbir olan şey için, gerçekleşen hiçbir şey için hiçbir varlığı yargılamayınız.

 Unutmayınız ki, kendi ihtiyacı neticesinde bir şey yaşıyor ve o ihtiyaca karşılık olan insanla karşılaşıyor ve Yüce Rabb’de buna izin veriyor, bu durumu himaye ediyor. Herkes yaşaması gerekeni yaşar.

 Sizin sorduğunuz soruda da evet maddeyi tanımak için, duygularımızı kullanarak, psikolojimiz aracılığıyla ki, psikoloji alanında çok daha derin çok daha geniş açılımları olan araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu araştırmaların noksanlığı, gezegeninizde mevcuttur. Psikoloji çok derin içerikli bir konudur gerçekten ele alınır ise…Takıntılı, saplantılı birkaç bilim adamının elinde maalesef kendi özgün doğasını kaybetmiştir. Bu yüzden duygular aracılığıyla maddeyi tanırız. Duygular aracılığıyla madde üzerinde deneyimler elde ederiz… Bunun maksadı da o süresini bana sormayacağınız gün vazgeçebimek içindir.

 Maddeden vazgeçebilmek sizin gezegeninizin büyük tekamülü dediğimiz noktadır. Hayatlar boyu gider gelir, gider gelir bu deneyimleri yaşarız.

Karma Sebepler Yasası

  Karma dediğimiz kavram yani diğer Sebepler Yasası mutlaka bir hareketten doğmalıdır. Sebep hareketin kendisidir ve bir sonuç doğurur.Burası bu meselenin en önemli odağı olduğu halde varlıkların kabullenmekte en çok zorlandıkları noktadır o yüzden derler  ki: “Yüce Rabb’im bunu bana neden verdin, ben ne yaptımda sen şimdi beni bu hallere soktun” diyen yakarışların arkasında, kişinin kendi mesuliyetinden kaçıyor olması vardır.

 Ancak bu bireyin doğasıdır. Bunun için varlığı suçlamak mümkün değildir. Gelişmekte olan varlık elbette bir çocuk edasında kaçacaktır. “Bunu sen mi yaptın evladım dediğinizde, yok bunu ben yapmadım amca, şuradan geçen biri yaptı herhalde” diye cevap verir, korkunun da elbetteki bir etkisi vardır ama burada egonun hazza odaklanmış olması ve yaptıklarından sorumlu olmama hali vardır. Ego, Vicdanın sesini mümkün olduğu kadar en derinlere bastırma arzusu duyar çünkü vicdan oradan konuştuğu sürece” bak bu yaptığın yanlıştır, bunu yapmamalısın, bu konuda doğru hareket etmelisin” diye konuştuğu sürece kişi doğru yönlenmek zorunda kalıyor ama doğrular her zaman onun egosuna hizmet etmiyor.

 Çatışma temelden buradan kaynaklanır, bakınız psikolojide çatışmadan söz edildiği zaman şöyle anlatacaktır. “Bir ilkel içgüdülerimiz var, bir de bilinç var, bir de yüksek benliğimiz var. şimdi bu ilkel içgüdülerimiz bizim bilinçaltımızı oluşturan mekanizma yani, der ki benim birtakım temel içgüdülerim var. Bunları karşıla, nedir? Karnım aç, susadım, cinsellik ihtiyacım var, şudur, budur, canım çekti onu da yapayım gibi, şu an kızdım iki tane patlatayım, onu da döveyim, buna da küfür edeyim gibi tamamen vahşi, yabani içgüdülerle dolu bir kısmımız, bir yandan da üst bilinç dedikleri, daha ahlaki, daha etik olan; “Tamam sen şimdi şu Ahmet efendiyi dövmek istiyorsun ama herkesin içinde bu adama saldırırsan, senin hakkında ne düşünürler, topluma uygun değil bu yaptığın ayrıca etik değil, ahlaklı değil gibi uyaran mekanizmadır, bu herkeste bulunur, bir temel içgüdü vardır, bunu cinselik üzerinde çok kullanırlar, cinsel bir güdü aniden oluşur ama yukarıdaki üst bilinç “ olmaz sen evlisin, gerçekleştiremezsin” diye frenler gibi. Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Bu geçerli bir mekanizmadır, gerçekten de bireyin içgüdüleri ve aynı zamanda da üst bilincin toplum tarafından oluşturulmuş bir takım etik değerleri vardır. Birey bunların arasında kalır, çatışma dediğimiz şey de buradan çıkar. İçinde yapmak istediği şeyler var, bir yandan da toplumun koyduğu ve büyürken öğrendiği kurallar, yapmak istediği şeyi durduruyor. Gidip, Ahmet efendiyi dövmek istiyor ama topluma uygun düşmeyeceğini biliyor, kendisi bir yerde genel müdür, birini döverse bu ona yakışmayacak diye dövemiyor bu onun içinde kalıyor, sıkışıyor sıkışıyor, bunun gibi pekçok içgüdü bir araya geliyor, sıkışıyor, sonra bir bakıyorsunuz koskoca genel müdür tırmak yemeye başlamış, gözü seyirmeye başlamış, çeşitli tikleri başlamış niye? İçinde birtakım dürtüler var onları boşaltamıyor.

 Bu psikolojik mekanizma aynı zamanda aslında, neden sebep-sonuç yasasıyla da çok örtüşür. Sizin o ilkel ve durduramadığınız içgüdüler ve bunları gerçekleştirmeniz sebepleri yaratır işte o sebeplerde daha sonra size sonuçları getirir. Sizin psikolojinizden, kendinizden, bünyenizden çok bağımsız şeyler değidir, oluşturduğunuz sebepler. Ancak daha sonra bunları kabullenmek, bu sebepleri ben oluşturdum ve sonuçları da yine ben alacağım kısmında büyük bir çatışma yaşanır. Birey daha hazcı bir yapıya sahip olduğu için bu sebepleri kabul etmek istemez. Sadece hazza odaklanmak yaptığı olumsuz şeylerden de muaf olmak ister. Tıpkı bilinçaltındaki çatışma mekanizmasında olduğu gibi. Temel içgüdülerini karşılamak ve aynı zamanda da bundan muaf olmak ister. Tabii olamayacığını bildiği için gerçekleştirmez arkasından da bir takım nevrotik davranışlar ortaya çıkar.

 Temel odağımız sebebin sonucu oluşturması olmasına rağmen bireyin kabullenmekte en çok zorlandığı durum sebebi bizzat kendisinin oluşturmuş olmasıdır. Bu sebepler, bu eylemler sadece ve sadece varlığın kendi irade ve isteği yönünde harekete geçen şeylerdir yani bireyin kendi iradesi, kendi isteği olmadan o sebebin oluşturulması mümkün değildir. Ancak birey kendi isteği neticesinde harekete geçmiş olmalıdır ki, bu sonuç meydana gelsin. Bu kişinin bir düşüncesi de olabilir, fiziksel bir eylem de olabilir.

 Karmik nedenleri sadece fiziksel olaylar olarak ele almayalım düşünceler de karmik nedenlere sebep olur, yarattığınız düşünce öyle kuvvetli, öyle hedefe yönlenmiş, öyle amaca yönelmiş bir düşüncedir ki, karşınıza bir karmayı getirebilir. Ne kadar kuvvetli bir düşünce olduğu, hedefe ve ne kadar amaca yönlendirilmiş olduğu, ne kadar kilitlenmiş olduğu çok önemlidir.Artı bu kadar kuvvetlenmiş bir düşünce neredeyse fiziksel bir eylem kudretine gelebilmektedir.

 Karmada önemli noktalardan biri, hangi amaçla hangi yöne doğru çaba harcıyoruz oldukça önemli bir soru bunu kendimize sormalıyız. Yani tüm yaşamımızla ilgili hangi amaçla hangi yöne doğru bir çaba içindeyiz biz çünkü her hareketimiz karmik bir sonuç bir yansıma veya yük getirecektir. Bu yüzden bu böyle her sabah kalkınca sorulabilecek, her gece yatarken de sorulabilecek bir soru. Hangi amaçla hangi yöne doğru çaba harcıyorum ben, her hareketimden her davranışımdan sorumluyum. Yaptığım herşey pozitif veya negatif bana bir yansıma ya da yük getirecek. Bunu kendi kendimize hergün tekrarlayabiliriz. Belki de mesuliyet almak konusunda bize yardımcı olacaktar yaptığım her hareketten, her eylemden bizzat kendim sorumluyum.Bunu kendimize zaman zaman tekrarlayalım.

YAPTIĞIM HER HAREKETTEN HER EYLEMDEN BİZZAT KENDİM SORUMLUYUM…VE YAPTIĞIM HER HAREKET BANA KARMİK BİR SONUÇ GETİRECEKTİR…

 İster pozitif ister negatif ister nötr olmak üzere bir karmik sonuç mutlaka olacaktır. Karma negatif de olsa, pozitif de olsa mutlaka bir zaman aralığı içinde oluşur yani bir sabah kalkıp bütün hayatlarımızın karmik birikintisini o sabah iki saat içinde almamız mümkün değildir.Sonuçların bu şekilde gelmesi mümkün değildir çünkü burada başka varlıkların karmaları da bizi etkiler, onların da almaları vermeleri gerekenler vardır. Sizin karmanız bir adam veya kadın tarafından öldürülmekse, o zaman onu öldürecek insana da ihtiyacımız var. Sizin karmalarınızı pozitif ya da negatif çözümlemeniz diğer insanlara da bağlı. Siz de başkalarının karmalarını ödettiren veya gerçekleştiren, pozitif ya da negatif olmak üzere bunu yapan kişisiniz.

 Hepiniz birbirinizin sebebi hepiniz birbirinizin sonucusunuz aslında, siz bir başkasının karmasını ödemesine hizmet ederken, başkası da sizin kendi karmanızı ödemenize veya siz başkasına olumlu pozitif bir karma olurken, bambaşka biri de sizin pozitif karmanız oluyor olacaktır. Bu yüzden karma mutlaka bir zaman aralığı içinde oluşur. Başka varlıkların eylemlerine de bağlıdır. Sebebin ardından hemen sonuç gelmez yani bunu yaptım hemen ardından sonuç aldım diye beklememek lazım, bazen iki hayat sonra da sebeplerimizin karşılığını alırız tabii ki böyle olduğu zamanda doğal olarak bu da nereden çıktı diyoruz. İki hayat önce bir yerde gerçekleştirmiş olduğumuz bir hayatı şu an için bu bilinçle bilmediğimizden diyoruz ki, “ bu da nereden çıktı yarabbim, nereden verdin şimdi bu belayı başıma”. Yahu neden versin kardeşim, Rabb’in işi gücü yokta aşağıdaki kuluna zulm mü edecek, ona herhangi bir bela mı yükleyecek neden yapsın bunu? Nasıl bir beklentisi olabilir ki, bundan? Nasıl bir sonuç elde etmeyi düşünebilir ki, işte şu varlığa, şurada şu miktar eziyet edin bakalım, ne oluyor sonuçları mı deniyor. Laboratuar mı burası, deney mi yapılıyor?  Neden böyle olsun demek ki, biz bugün bir olayla karşılaşıyorsak, hemen o iki elcağzımızı açıp, Rabb’imize bakıp, “Ey Rabb’im nereden verdin bana bu belayı demek yerine önce bir aynaya gideceğiz, kendimize bakacağız ve diyeceğiz ki, “yahu kadın kadın, sen ne ettin de şimdi bu belayı kendine çektin, hay Allah şimdi kimbilir nerede ne yaptık acaba? Belli ki, bir eksiğimiz, bir noksanımız olmuş ki, şu önümüze gelen beladan bir ders çıkarmamız icap etmiş.Ben şimdi yüce Rabb’ime ellerimi açıp, bunu bana nereden verdin diye soracağıma kendime bir dönüp bakayım da eksiğim nerede, noksanım nerede ki bu beladan bir ders öğrenmem icap etmiş”.

Teslimiyet Şarttır

 Bu şekilde düşünmek daha fazla da teslim olmamıza neden olacaktır. Pozitif görünümlü yaptığımız bir eylemin, örneğin gidiyoruz bir yoksula yardım ediyoruz, efendim bir yoksula yardım ediyoruz, kurban da kesiyoruz, etleri de dağıtıyoruz, bir çocuk okutuyoruz vs gibi pekçok şey yapabiliriz. Bunlar pozitif görünümlü eylemlerdir ancak neyin nasıl göründüğü bilinmez gerçekten göründüğü gibi olmayabilir herşey yani eylem pozitif görünebilir ama bunun arkasında yine o bireyin kendi çıkarı olabilir. İşte şunu yaparsam bu günahımdan affedilirim, bunu yaparsam daha yüksek mertebeye çıkarım, Rabb’in gözünde yükselirim, ifendim şöyle bir makam kazanırım, şuradan da iki parsel cennetten bir yer elde ederiz ve orada da beş huri fazla olur mu acaba? Gibi maksatlarla veya vicdanı söndürmek gibi bir maksatla yapılan pozitif eylemler, gerçekten saf ve temiz eylemler değildir,pozitif eylem nedir biliyor musunuz?

 Pozitif Eylem: VAZİFEDİR, VAZİFE…Hiçbir çıkar beklemeden, hiçbir karşılık beklemeden, sadece ve sadece hizmet etmek gerektiğini bimek. Egonuzun hiçbir yerine temas etmeden, hiçbir fayda sağlamadan sadece hizmet etmek için yapılan eylemler pozitif eylemlerdir. Bunun dışındaki eylemler pozitif görünümlü eylemlerdir ikisi arasında çoook büyük nitelik farkları vardır.

İnsan Kendi Kendisinin Aynasıdır Yeter ki Bakmayı Bilsin

 En önemli ilkelerden bir tanesi insanları sevme ilkesidir. Bu ilkeye bağlı olarak bunu daha ilerilerde konuşuyor olacağız şimdilik sadece değiniyoruz. İnsanların birbirini sevme ilkesinin doğal sonucu olarak da insan insana yardım etmek zorundadır. Çünkü insan insanın yardımcısıdır. Bu yüzden bugünkü gün yardım ettiğiniz birisi, sadece vazife maksatlı birine yardım ettiğinizde, biliniz ki, benzer bir durumda sizde, yardım bulacaksınız. Bu çok önemlidir. İnsanı çözmek ve ona yardım etmek gerektiğinin farkına varmak, sonuç olarak sebep sonuçları bizim kendi davranışlarımız yaratır. Davranışlarımızın arkasında da mutlaka psikolojimiz, bilinçaltı sistemlerimiz, çocukluğumuz gibi konular elbette vardır. Bunlar da kaderin bir parçasıdır. Kader olarak o psikolojiye sahip oluruz, kader olarak o beyin kimyasına sahip oluruz kader olarak o çözümlemeleri yapar ve o davranışları geliştiririz bünyemizde ve onlarla da sebeplerimizi sonuçlarımızı yaratırız.

 Her türlü sıkıntımızdan ve mutluluğumuzdan kendimiz sorumluyuz. Tüm sıkıntılarımızı yarattığımız gibi mutluluğumuzu da kendimiz yaratırız. Mutluluğu sağlayan pozitif karmadır yani pozitif eylemlerdir, pozitif görünümlü eylemler zerre kadar mutluluk getirmez sadece gerçek pozitif eylemler mutluluk ve gerçek pozitif karmalar getirir.

 Yaşadığınız tüm sıkıntı halleri ise negatif karmaların sonucudur ve bunların kaynaklarını da dışarıda aramamalıyız. Her iki durumda doğrudan kendimiz aracılığıyla oluşmuştur ve bu sebeple de başka bir kişinin de bize mutluluk ya da mutsuzluk sağlaması negatif karmalarımızdandır ve bunun kaynaklarını dışarıda aramamalıyız. Her iki durumda doğrudan kendimiz aracılığıyla oluşur, başka bir kişinin de bize mutluluk ya da mutsuzlık sağlaması, o kişinin yaptığı vasıtalıktan ibarettir. Yani gerçekte başka bir kişi bize mutluluk ya da mutsuzluk sağlayamaz. Vasıta olabilir. Neyin vasıtası? Karmamızın vasıtası. Ahmet efendi, Leyla h. Hiçbirisi mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun sahibi olamazlar. Sadece o mutluluğu bize taşımakta bir vasıta, o mutsuzluğu bize taşımakta bir vasıta, vazife sahibi bireyler olurlar.

 Bilmeliyiz ki, gelen mutlulukta gelen mutsuzlukta o kişilerden bağımsızdır, sadece bize ait olan bir mutluluğu ya da mutsuzluğu, pozitif veya negatif karmayı, bu bireyler bir aracılık yaparlar bize taşımaktadırlar. Bize yaşamamız gereken deneyimi getirmektedirler.

 Her ruh kendisinden sorumludur. Bu yüzden yaşadığımız her türlü sıkıntı etkisinden de sadece kendimiz sorumluyuz. Hayatta hiçbir şey bizim karşımıza ceza olarak çıkmaz çünkü Yüce Rabb’in cezası, intikamcı bir tavrı asla yoktur. Bu mümkün değildir, bu ancak insanoğlunun aklı olabilir. Cezacılık, cezacı, intikamcı bir tavır ancak insanoğlunun aklına yönelik bir şey olabilir. Yüce Tanrı’nın, Yüce Rabb’in böyle bir yaklaşımı yoktur karşımıza çıkan şeyler birer ceza değil, sebeplerini bizzat kendimizin yarattığı sonuçlar ve deneyimlerdir.

 Bazen çok ağır karmık yüklerin altına gireriz ve bunları atabilmek için de birtakım ağır deneyimler ve zorlanmalar içinde kalabiliriz. Karmik yük ne kadar ağırsa, ağır deneyiminiz ve zorlanmanız da o yönde ağır olacaktır. Ne bir eksik ne bir fazla.Tabii ki bu her sıkıntılı durum bizi değişik eforlara, çabalara yöneltir. Zorlandıkça biz de çabamızın miktarını yükseltiriz, süreforda bulunmaya başlarız ki, asıl fayda da süreforun sarfedildiği noktada başlar, bu gerçek değişimdir. Bu yüzden zorlanmalardan daha hayırlı bir şey düşünmeyiniz çünkü o zorlanmalar sizi çeşitli süreforlara sokmakta ve bunlar da sizi büyük değişimlere götürmektedir. Ruhunuzun bütün kabuklarının kırılmasına neden olur.

Kaderin Meydana Geliş Mekanizması

 İnsan kendi geleceğini kendi doğrultusunda yaratır. Yaşanması gereken bütün deneyimleri seçmek, sınavları bir araya getirmek ve o sınavların çıkmasını, gerektirecek olan sebepleri de yine varlık kendi yaratır. Yani kaderin meydana geliş mekanizması bize dışarıdan zorla yüklenen bir kader değil, her adımıyla varlığımızın kendi seçtiği bir mekanizmadır. Dışarıdan yüklenmez varlığımız tarafından oluşturulur.

 Diyebilirsiniz ki bu ne biçim seçimdir insan durduğu yerde sıkıntıy seçer mi? Tabii ki, bu, bu aklımızla söylenecek bir cümle olacaktır. Ancak görünenin ardındaki görünmeyenle meydana gelmiş seçimler mevcuttur ve bu seçimler bizim varlığımızın gelecekteki durumunu belirler.

 Ve biz, bizim üzerimizdeki bütün karmik yükü atıncaya kadar, tüm o telafileri sağlayıncaya kadar pekçok halet yaşamak zorunda kalırız.Bazen bunu yaşadığımız ilk olayda anlayamayabiliriz, olayın tekrarı gerekir, orada da anlayamazsak, tekrar tekrar, biraz da şiddetlenerek tekrarları karşımıza gelecek, bize pekçok halet yaşatacak ve bu karmik yükü atmamıza yardımcı olacaktır. Hayatta hiçbir şey tesadüfe bırakılmamıştır. Karşımıza fiziki olarak çıkan hiçbir şey tesadüf değildir. Ve sizin zannettiğinizden çok daha derin bir sebep-sonuç bağlantısı vardır. Bu bakımdan insan ne yapıyorsa kendisi yapıyor, ne elde ediyorsa kendisi elde ediyor. Sonuç olarak insan varlığı, cennetini de, cehennemini de, tutsaklığını da özgürlüğünü de, kendi yaratıyor.

 Cenneti de cehennemi de öbür dünyalarda aramayınız. Kutsal kitaplarınız zaman zaman birtakım mecazlar kullanmıştır. Ve bu mecazlarla birtakım konuları betimlemeye, özetlemeye çalışmıştır. Karmik sonuçlarınız sizin cennetinizi de cehenneminizi de yaratmaktadır. Bütün mesele sorumluluk almaktadır. Sorumluluğu almanız, herşeyi çözümlemenizi çok daha hızlandıracak ve kolaylaştıracaktır.

 Dedik ki, '' Karmalarımızı bazen bir kaç hayat sonra da yaşıyabiliriz . Bunun bir sebebi de acaba, yaşarken bu deneyimi anlayacak şuura gelmemizi beklemek midir?'' diye rahatlıkla sorabiliriz.

 Bazen eylemin sonucunu alabileceğiniz koşulların yaratılması da birkaç hayat sürebilir,ortamın oluşturulması,  o kişilerin sizin karşınıza gelmesi vs. Şu çok kabul görmesi gereken bir şeydir ki, birey bir eylemi yaptığı anda zaten o eylemin farkında değil, karşıdakine verdiği zararın da farkında değil o yüzden bazen bire bir hemen karşılık almak, kişinin hiçbir şey anlamamasına neden olabilir. Anlayamıyor zaten yaptığının farkında değil ki, aldığı sonuca nasıl farketsin? Önemli olan tekamül ve yaptığımız yanlışların karşılığını alarak gelişmek ise, bize bu hallerin neden yaşatıldığını anlamadığımız bir dönemde karşımıza çıkmaları hiç de yararlı olmayacaktır…

 Bazen aradan geçen birkaç hayat ve kişinin başka alanlardaki tecrübesi ve tekamülüyle birlikte ancak o dersi alacak noktaya hazır olması gibi durumlar da mevcuttur. Bir eylem gerçekleştirmiş, ama iki hayat boyunca onun karmik sonucunu almaya ve oradan ders çıkarmaya hazır olamamış olabilir. Onu alacağı doğru zaman, doğru yer ve doğru mekanlar beklenir ve gerçekleştirilir. Cevabımız evettir, bazen kişi almaya hazır değildir, beklenir, uygun zaman ve koşullar oluşturulur.

 Biz dünyaya gelmeden önce rehberimizle A planı program olusturuyoruz. Sayet birey bu dunyada planını uygulayamıyorsa rehberi B planının olusturabiliyor.  Diyebiliriz ki, birey bu planı  biliyor mu? Bilmiyor mu?...

 Varlık genellikle bunları bilir, temel mekanizma olarak şöyle söyleyelim, aslında içinde Yüce Rabb’in nefesi olduğu için ve doğrunun sesi her zaman orada mevcut olduğu için, temelde şunu bilir: Bir hata yaptığını, bunun doğru olmadığını ve bunu düzeltmesi gerektiğini, düzeltmesi gerektiğini bilir.Onun çok derin şuuraltında bu B planına dair bilgi vardır. Fakat bu o kadar derin şuuraltındadır ki, onu çıkarmak çok kolay bir şey değil. A planını gerçekleştirmek gerektiğini daha şuurlu bilir. Örneğin;  o kişiyi hipnoza alsanız, A planını daha kolay bulursunuz. Ama B planı, uygulanmadığı takdirde nasıl gelişeceği kısmı, henüz oluşmamış olan olduğu için biraz daha karmaşıktır çünkü A tasarlanmış. Tasarlanmış şey bir yanda olmuş bir şey gibidir. Bu biraz karmaşık bir konu, çok içine girmeyeceğiz ama tasarlanmakla birlikte oluşma koşulları yaratılır. Yani A planı tasarlandığında onun koşulları, mekanı zamanı yaratılır fakat B planı henüz oluşmamış olandır. Biraz daha belirsizliklerle dolu olandır. Kişi B planının tüm inceliklerini değil ama A planının gerçekleşmediği takdirde bir B planının olacağını ve B planı uygulanacağını bilir, belki bütün detayları, incelikleri hakkında bilgi sahibi değildir. Tabii burada biraz gelişkin varlıklardan söz ediyoruz. Çok otomatik varlıkların bu bilgilere sahip olması zaten mümkün değildir. Yani A planını bile farketmeyecektir. Kabileleri düşünelim: Afrikadaki kabileleri, o ilkelliği düşünün, onların plan yapması pek söz konusu değildir. Bu konuları zaman içinde ilerledikçe açarız, mutlaka sorularınızı yöneltmeye devam ediniz. Çünkü herşey birşeyi açıyor.

Ergün Arıkdal’ın Kendini Tanıma, Pozitif Yaşam, Tekamül adlı eserleri  kaynak olarak alınmıştır.
Sorularınız için: editor@astroset.com

Yayına Hazırlayan: ASTROSET METAFİZİK ARAŞTIRMA GRUBU
Yayın Tarihi:20 Şubat 2018 

<<  ÖNCEKİ BÖLÜM

 SONRAKİ BÖLÜM >>

 

© Astroset 2003-2018