Metafizik

WWW.ASTROSET.COM

 

Düşünceler

Bilinçaltının Ruhla Bağlantısı Vardır

  Bilinçaltı mekanizması pekçok işlevi olan bir mekanizmadır ve düşüncelerden çok etkilenir. Düşüncelerle beslenir. Tabii ki, bunun bir ucu da ruha bağlıdır. Bilinçaltının, bedenin canlı kalabilmesi için ruhla bir bağlantısı vardır. Yani ruh dediğimiz bir ana kaynak var onun bir ucu da Yüce Rabb’in ana planına bağlı, bunu böyle bir huni gibi düşünün lütfen. Geniş kısmı yukarıda, orası Yüce Rabb Sistemi diyelim, aşağıya doğru daralarak iner. En daraldığı yerde de ruh varlığı var. Bu süzüle süzüle inenbir mekanizma gibi düşünün. En yukarıdaki ucu yüce Rabb’e bağlıdır. Yüce Rabb’e bağlı olmayan ne ruh varlığı olabilir, ne de yaradılmış herhangi bir şey olabilir. Herşey Yüce Rabb’e bağlıdır. Ancak tabii o çok büyük bir sistem olduğu için onu öyle anlamak mümkün değil, aşağıya inen damlacıklar halinde bizler oluşuruz. Bizler dediğimiz şey, ışık bedenlerimiz, ruhlarımız. Bu ruhlarımız bir bedene bağlanır. Ve bu bağlandığı bedenin sistemi bilinçaltı sistemidir. Windows-7 gibi. Bilinçaltı sistemiyle bu mekanizma hastalıklarıyla olsun, düşüncelerin ürettiği çıktılarla olsun,  bu şekilde çalışır.

  Bilinçaltının önemli işlevlerinden biri hastalık yaratmak ya da iyileştirmektir. Bilinçaltı ikna olmadan iyileşilmesi mümkün değildir. Bilinçaltı sizin suratınızda bir sivilcenin durmasına karar verirse, bunun bir maksadı, bir işlevi, bir sebebi varsa, o işlev gereği o orada altı ay duruverir. Taa ki, işlevini kaybettiğine ikna olduğunda o sivilcenin oluşturulmasından vazgeçer ve onu durdurur.

Kader ve Karma

  Peygamberlerimizin hayatlarının, özel, seçilmiş varlıklar olmalarına rağmen, bizim dayanamayacağımız ağırlıktaki  zorluklarla geçtiğini biliyoruz. Seçilmiş varlıklar oldukları için bir karma olayının da sözkonusu olamaz. Acaba sebebi, bizim en üstün halimizin onların en kaba hali olmasından mıdır ki, en küçük bir bedeli bile ağır olarak yaşamışlar. Kimselerin dayanamayacakları ıstıraplara dayanmışlar…

  Şimdi bu konuyu şöyle açalım, bu varlıklar, örnek varlıklardır. Çok özel, çok yetiştirilmiş, sizlerin deyimiyle, yüce varlıklardır, gerçekten. Birtakım özel psişik yetenekleri vardır. Çok büyük medyomlardır. Şifa yetenekleri vardır. Durugörüleri veya duruişiti gibi yetenekleri yüksek düzeydedir. Onlara dünyalı, dünya gezegeninin insanı demek mümkün değildir. Onlar özel enkarnasyonlardır. Adeta başka bir gezegenden, uzaydan ışınlanırcasına, aşağıya ışınlanmış bu vazifeye talip olmuş, kapasitesi de bu vazife dahilinde onay görmüş, Yüce Vazifeli, Yüce Gönüllü kişilerdir. Bu çok büyük bir vazifedir. Bütün insanlığa bir kitap indirmek, bütün insanlığı peşinden sürükleyecek şekilde, büyük vazifelere  talip olmak, takdir edersiniz ki, her babayiğidin harcı olmasa gerek. Bu varlıklar çok büyük inisiyasyonlardan geçmiş, çok özel enkarnasyon varlıklarıdır. Dünya gezegeninin normal bir insanıyla yan yana durmaları bile pek mümkün değildir. Uzun süre  gözünüze baksalar, adeta alev alırsınız. Bütün enerjilerini size yükleyerek size baksalar, emin olunuz ki, o an için bilincinizi yitirirsiniz, baygınlık geçiriyor gibi hissedersiniz hatta hafif sendeleyip bulunduğunuz kanapeye düşersiniz. O enerjiyi taşıyamazsınız. O yüzden bu varlıkların birincil derecedeki yakınları hep özel enkarnasyondur yani onları taşıyabilecek varlıklar yanlarına mutlaka konmuştur. Destekçileri, enerji olarak ona temas edebilecek, ona değebilecek varlıklar da etraflarına konmuştur. Bu kadar özel eğitimli, bu kadar yüce gönüllü, vazife varlığı olarak buraya gelmiş varlıklardır.

  Sizin ıstırap diye tarif ettiğiniz aşağıya gelip de çok büyük sıkıntılar çektiler dediğiniz şeyler kendileri için sıkıntı değildir. Onlar bir takım örnek mizansen yaşamlar yaşamışlardır. Buraya gelmeden önce bir plan yapılmıştır. Hz. İsa’nın bir misyonu vardır. O misyon dahilinde çarmıha gerilmesi, insanlığa böyle bir imaj bırakması, böyle bir ders öğretmesi gerekmektedir. Hz. Muhammed’e baktığınızda başka olaylar var. Hz. Musa’ya baktığınızda oradan oraya göçler halinde dolandığını görürsünüz. Bunlar hepsi mizansendir. İnsanlığa sembolik anlatımlardır. Sembolik derslerdir. Kendileri herhangi bir ıstırapla karşılaşmamışlardır, herhangi bir ıstırapla meşgul olmamışlardır. Bir ıstırap çekmemişlerdir çünkü onlar bunların çok üzerinde çok yüce varlıklardır. Buraya bir mizansen ortaya koymak için geldiklerini bildiklerinden, bunun bir vazife olduğunu bildiklerinden, büyük bir sevinç, büyük bir coşku içinde vazifelerini yapmışlardır. Bunun içinde hiç mi sıkılmamışlardır? Bu da ne zor vazife, bugün de çok sıkıldık, bitse de gitsek şuradan dememişler midir? Demişlerdir. Niye demesinler? Zorlandıkları, sıkıldıkları, vazifeyi yapalım da şuradan bir an önce gidelim dedikleri anlar olmuştur. Aşağıda bir beşeri bedenin içine girilmektedir, bu beden insana herşeyi söyletir ama bu onların, gerçek anlamda bir sıkıntı çektiklerini, ıstırap çektiklerini, ıstıraptan ders çıkarttıklarını, onlardan bir şey öğrendikleri anlamına gelmez. Bir tiyatro oyuncusunun baş oyuncusu gibi buraya gelmişler, oyunu sahneye koymuşlar, oyunun sahnesi olmuşlar, oyuncusu olmuşlar, yazarı olmuşlar, senaristi olmuşlar, oyunu burada sergilemişler, çekip gitmişler, öyle bakınız. Hiçbir surette, ne bir ıstırap, ne bir sıkıntı kendileri çekmemişlerdir. İnsanık için mizanseni sergileyip, vakit geldiğinde de çantalarını alıp asıl vazife yerlerine dönmüşler ve çalışmalarına devam etmişlerdir. Bu sürecin takdir edersiniz ki, karmik bir süreç olması söz konusu bile olamaz, çok özel bir misyondur, çok özel bir vazife vardır ortada, çok yüce varlıkların talip oldukları yüce vazifelerden söz etmek daha anlamlı olacaktır.

Psikoloji ve Bilinçaltı

  Bilinçaltı konuşmadan düşünceleri konuşmak pek mümkün değil.  Düşüncelerle bilinçaltını ayırmak mümkün değil. O yüzden de zaten tüm çalışmalarımızda psikolojinin, bilinçaltını çözümleme sisteminin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalışıyoruz. Standart psikoloji değil bahsettiğimiz ama olaya daha alternatif yaklaşımlarla bakmak lazım. Standart gezegen psikolojisi, akademisyen psikolojisi, akademik psikoloji  şu andaki insan topluulğu için ne kadar yeterli, bir daha düşünmek lazım. Bugün sevgili profesörlerin ellerinde tuttukları psikoloji bilim dalı, gerçek psikolojinin giriş kitabı olabilir. Psikoloji bu kadar kısır, bu kadar zavallı ele alınmamalı. Ruhtan bağımsız ele alınan bir psikoloji, tekamülden, karmadan bağımsız en önemlisi tekamülden bağımsız ele alınan bir psikolojinin, bu kadar materyalist bir psikolojinin kime ne faydası olabilir. Doğduk, haz peşindeyiz, haz arıyor bünye, hazları bulamıyor efendim çatışıyor, çatışınca gidiyor hasta oluyor,deli oluyor, bin çeşit hastalık var, açınız kitapları  göreceksiniz,türediler. Sürekli de çağa uygun türüyorlar. Çeşit çeşit postmodern aman da o hastalık, bu hastalıktır gidiyor. Çay bardağının kenarında sarı sim var hastalığı şeklinde bir hastalık türüyor, ona fobim var ona alerjim var, çay bardağının sapındaki sarı simi görme alerjisi… tadında bir boyuta gelme aşamasında bu iş, bu da psikolojinin ne derecede dejenere olmaya başladığının, ne derece materyalist ne derece para kazanma maksatlı kapital düzenin esiri olduğunu göstermekte. Yani insanın her davranışı bir hastalık oldu kardeşim. Gözünü iki kere kırpıyorsan kırpma hastalığı, bilmem kaç kere kıprmıyorsan kırpmama hastalığı noktasında böyle çeşit çeşit rahatsızlıklar türetiliyor sürekli, bu bağlamda, psikolojinin bugün geldiği nokta içler acısıdır. Ancak biz istiyoruz ki, değerli ve kıymetli psikoloji çalışmaları yapılsın. Araştırmalar yapılsın. Arkadaşlar bunları sizler de kendi üzerinizde yapabilirsiniz. İlla ki ben psikolog değilim ki, neyin araştırmasını yapacağım? Diye düşünmeyin. Herkes kendisinin psikoloğu olabilir. Herkes kendi üzerinden birşeyleri çözümlemeye çalışabilir, öğrenmeye çalışabilir. Bu yüzden, kendinizle ilgili psikolojik araştırmalarınıza asla ara vermeyin, mesleğinizin bir önemi yok bu noktada. Ortalıkta ne çok psikoloji okumuş, üzerine master yapmış insanlar var, inanın psikolojinin P sinden anlamıyorlar. Kitaplarda ne yazıyorsa onları ezberlemişler, bu ezberlere uygun şekilde, şunu yapıyorsa şudur, bunu yapıyorsa bu hastalık vardır şeklinde birşeyler söylüyorlar.

  İstiyoruz ki, güzel çalışmalar yapılsın, deneylerle kıymetli çalışmalar yapılsın, psikoloji ve tekamül arasında ihtiyaç duyulan gerekli bağ kurulsun. Ruh ve psikoloji arasında sadece psikoloji beyinden ve beyin kimyasından oluşan bir sistem değil, ruhu da ilgilendiren bir bütünsel yaklaşım içinde ele alınsın arzu ediyoruz.

Düşüncenin Önemi

  Zihin düşüncenin yaratıcısıdır diyoruz.Çünkü düşünceyi yaratabilmek için bir zemine ihtiyacımız var, nerede yaratacağız onu zihinde… Zihin düşüncenin oluştuğu mekan ortamdır.

  Düşünce bireyin hem duygusundan hem davranışından daha yüksek ve üstün bir güçtür çünkü her ikisini de yönetir ve yönlendirir. Duyguyu yöneten ve yönlendiren  düşüncedir, davranışı da yöneten ve yönlendiren düşüncedir. Her davranışınızın arkasında bir düşünce vardır. Bir düşünün kendinize sorun. Şu an biri kalkar gider camı açar, ona deriz ki, neden kalktın da camı açtın ne düşündün? O der ki, sıcak olduğunu düşündüm. Der ki, kendimi kötü hissediyorum, sorarız ne düşünüyorsunda da kendini kötü hissediyorsun o da, der ki, evliliğimin kötü gittiğini düşünüyorum bu yüzden üzüntülüyüm. Her davranışın yöneticisi ve yönlendiricisi düşüncedir. Düşünceden bağımsız bir duygu ya da davranış meydana gelemez.

  Aynı zamanda bizim düşüncemiz olduğu gibi, insanlığın genel düşüncesi diye genel bir auradan da söz edebiliriz. Bu auralarda milletleri, aileleri meydana getirir. Benzer düşüncede olduğumuz için bir milletizdir. Bu düşüncede olmayanlar başka yerlerde yaşarlar, kendilerine daha yakın düşüncelere giderler. Bizim bireysel düşüncelerimiz olduğu gibi bu düşünceleri başkalarıyla birleştirip, daha bütünsel olarak düşünce şuuruna ulaştığımız noktalar da vardır. Örneğin; Şu an siz düşünce birliği içindeki bir grupsunuz. Bu düşünce birliği sizi bir arada tutuyor tıpkı milletinizi tuttuğu gibi. Tıpkı beyaz A 4 kağıt sevenler derneği gibi. Efendim onları bir arada tutan şeyde o kağıdı sevme düşüncesidir. Bu düşünceler aynı şekilde çoğul daha büyük hale gelebilir o zaman daha global etkilere yol açacaktır yani grubun büyümesi ölçüsünde de daha global etkilere yol açacaktır.

  Düşünce, duygu akışlarını belirlediği gibi aynı zamanda fizik bedendeki tüm hareketleri hatta refleksleri bile yönlendirip hareketlendirilir. Her hastalığın ardında düşünceler vardır o elle tutamadığımız soyut şeyler, somut birer rahatsızlık olarak bedenden dışarı çıkar, tabii bu noktada, o somutluğu da tartışmak gerekir. Örneğin dizim ağrıyor, ne ölçüde somut acaba? Diziniz gerçekten ağrıyor mu? Ağrıdığını mı hissediyorsunuz? Bir ağrı varlığımı yaratıyorsunuz? Bakın sebebi bulunamayan pekçok psikosomatik rahatsızlık var. Adam diyor ki, şu sol bileğimde tarifi imkansız bir ağrı var kıpırdatamıyorum, elli tane doktora götürüyorsunuz, çekmediğiniz film, emar, röntgen kalmıyor, ne sinir sıkışıklığı, ne damarlarda bilmem ne, ne romatizma, ne kireçlenme… hiçbir şey yok. Sapasağlam, herkesten kan değerleri vücut değerleri sapasağlam ama orada bir ağrı var. Hiç durmayan bitmeyen bir ağrı var. Şimdi bu ağrı var mı yok mu? Artık soyut bir kavramdan söz ediyoruz. Bu ağrı orada görece var, adama göre var, belki de yok… Bilinçaltı orada bir ağrı hissi, oluşmasını emrediyor bedene ve beden bir hastalık dahi olmaksızın oradaki bu ağrıyı yaratabiliyor. Bedende ağrı yaratmak kadar kolay iş yok, bilinçaltının çocuk oyuncağı işi bu. Anında  uyuşmalar, iğne batma hisleri kaşıntılar, bulantılar, ay bacağımın şurasına bir ağrı girdi, hıı damar damar üstüne binmiştir geçer o… Yani bakınız bilinçaltının ağrı üretmek kadar kolay bir vazifesi daha yok. Örneğin: bir toplantıdasınız, bir seminerdesiniz, sizi alır bir kaşıntı. “Şöyle sırtımın ortası kaşınıyor, sandalyeye şöyle hıtır hıtır sürecem, kaşınacam ama insan içinde yapamıyorum yoksa aslında ben bu konferansı dinliycem, kaşıntı beni alıkoyuyor.” Yahu bırakın bu işi, ya sıkıldınız, ya kafanız birşeye takıldı ya yapmak istediğiniz başka bir şey vardı ama bilinçaltınızın orada olmak istemediği kesin. Gerçekten istese öyle mi olur.

  Şimdi düşünün, genç kızımızı ele alalım örnek olarak. Sevdiği genç bir hafta gelmedi bunun da migreni tuttu başını sardı sardı oturuyor ya, sonra adam telefon etti benimle evlenir misin diyor. Bizim kızın tabii gözler parladı, kafasındaki bantını attı, sirkeler filan her bir şey gitti, kızda bir ışıltı bir ışıltı renk geldi, kan geldi can geldi yüzüne… Allahaşkına onun orada sırtı kaşınır mı mesela…Mümkünatı yok, demek ki bilinçaltının sırt kaşınması da dahil olmak üzere, herşey için bir gerekçesi bir sebebi var.

  İsa’nın en önemli sözlerinden bir tanesi, bir ifadesi “Düşüncelerinizden de sorumlusunuz” ifadesidir. İsa buna çok dikkat çekmiştir. Daha ince enerjilerle birşeyler öğretmek konusunda vazifelidir kendisi, bu yüzden düşünce konusuna girmiştir çünkü düşünce konusu her dakika girilecek bir konu değildir. Daha kaba realitelerde düşünce konusuna girmeyiz. Deriz ki: “sen şimdi iki yumurta çaldın, karşılığında git iki lirayı bir fakire ver. Dört yumurta çaldın, dört lira ver o zaman… gibi….

  Daha kaba şeylerde bahsediyoruz, İsa sevgiyi anlatmak gibi daha ince şeylerden söz etmek için geldiğinden düşünce konusuna çok önem vermiştir. İsa’nın düşüncelerinizden  sorumlusunuz sözü çok önemlidir. Bundan 2000 yıl önce de bundan söz etmiştir ki, insanlık inşallah şimdilerde belki o noktaya gelecektir. İslamda da bu niyetle ifade edilir. Niyet düşünceye bağlıdır. Niyetiniz düşüncenizdir. Senin niyetin nedir bu konuda dediğimiz zaman düşüncen nedir ne yapmak istiyorsun diye sorarız. İslamda da niyetin ne kadar önemli olduğunu bilirsiniz. Niyet ediyorum şu namazı kılmaya, niyet ediyorum şunu yapmaya gibi . Aslında farkettirilmek istenen nokta düşüncedir.  Yani İslamda da düşüncenin önemine dikkat çekilmiştir çünkü düşünceden bağımsız bir şey olamaz, size daha önceki çalışmalarda da söyledik,sadece yaptığınız eylemlerin karmalarından sorumlu değilsiniz, düşüncelerinizin karmalarından da artık sorumlusunuz dedik. Yani niyetlerinizden, İsa’nın ifade ettiği gibi düşüncelerinizden de sorumlusunuz, onlarda sizin önünüze karmik sonuçlar olarak gelecektir.

  Şimdi şöyle bir noktaya değinelim: Bir birey var ve bu bireyin düşünceleri var. Düşüncelerinin ne olduğunu bilmiyoruz şu anda. Düşünceleri olumlu olabilir, olumsuz olabilir. Hepsi karışık olabilir. Bu düşünceler bireyin etrafında adeta bir manyetik alan yaratır. Manyetik alana benzeyen bir güç  alanı, bir enerji alanı, düşüncelerinizden oluşan size ait eneri alanınız diyelim ama bu aynı zamanda manyetik de bir alandır. Yani öyle sadece enerjik deyip geçmeyelim, manyetik etkisi olanda bir alandır. Bunun bir önemi var. Şimdi kendinizi zihninizde düşünün tam odanın ortasında duruyorsunuz. Başka bir gözle bakınca, daha durugörürün göreceği şekilde bakıldığında bedeninizin etrafında çeşitli katmanlar vardır. Bu katmanlardan bir tanesini de sizin düşünce alanınız, düşünce manyetik alanınız olarak ele alalım ve zihnimizde canlandıralım lütfen, sanki ortada bir birey var ve sanki bir fanus gibi de üzerinde bir kapak varmış gibi bir alan var. Bu alan iletken bir alan, içeri bir şey girmiyor, çıkmıyor değil son derece iletken, içeriye de yeni enerjilerin alınabildiği, dışarıya da enerjilerin çıkartılabildiği, geçişkenliği olan bir alan yani… Bu önemli… sürekli bu alanın içine yeni enerjiler alınıyor, bir kısım yeni enerjiler dışarı veriliyor, tekrar alınıyor, tekrar veriliyor. Her bir insanla yeni alışverişinizde ona bir kısım yeni eneji veriyorsunuz, siz de ondan yeni bir kısım enerji alıyorsunuz. Yaşadığnız her bir olayda bir enerji alıyorsunuz, bir enerji veriyorsunuz. Bu geçişken, iletken bir alandır. Bu düşünce alanınız manyetik bir alandır, alışverişe müsaittir. Alışverişe müsait olunması zatan sorumluluğun başladığı yerdir.

Düşüncenin sorumluluğu nerede başlıyor?

  Düşüncenin sorumluluğu nerede başlıyor diye soracak iseniz, biliniz ki, o nokta alışverişin başladığı noktadır.

  Size sorarlar: “Kendine ve Gezegene Ne Veriyorsun?” Bakınız size demin ne dedik? Bireysel bir düşünceniz var ama ardından bir grup düşünceniz var. Bir de millet düşünceniz var, birde daha global gezegen düşünceniz var. Siz  şimdi  bu geçişken, iletken manyetik olan fanusun tam ortasında dururken hem bu gezegenden hem karşınızdaki bireyden, hem bir olaydan birşeyler alıyorsunuz ama aynı  şekilde de veriyorsunuz. Bu yüzden sorumluluğun başladığı yer bu alışverişin başladığı yerdir. Karşınızdakine ne veriyorsunuz? Daha da önemlisi gezegene ne yayıyorsunuz? Grubunuza ne yayıyorsunuz?  Bunlar önemli sorulardır. Sadece  üsk kattaki Fatma komşuya ne yaydığınız değil, buradaki grubunuza, eşinize, çocuğunuza ne yaydığınız, milletinize ne yaydığnız ve gezegeninize ne yaydığınız önemlidir.

  Sizler bu düşünce akımlarını sürekli olarak, gezegeninize yaydığınızı, milletinize yaydığınızı unutmayın, grubunuza yaydığınızı unutmayın.  Bu durumdan fazlasıyla sorumlusunuz. Sizin grubunuza yayabileceğiniz en ufak bir bütünsel aurayı, grubun aurasını bozabilecek enerji, sizin sorumluluğunuz altında olur. Siz sadece kendinizi değil aynı anda orada bulunan 5-6 kişiyi daha etkiliyor ve onun dengesini bozuyor olursunuz.

  Grupla ilgili daha önce konuştuğumuz bir konuydu biliyorsunuz grupla ilgili daha önceki çalışmalarda söylemiştik. Tekrar altını çizmek istedik. Düşüncelerin neden bu kadar önemli olduğunun altını çizmek istedik. “Ben evimde sarımsak doğruyordum, o sırada, bir takım şeyler düşündüm, yahu ne alakası var bizim grupla? Sarımsağı doğrarken evde olumsuz şeyler düşündüm de, ne alakası var? … Çok alakası var, çok alakası var. Bakın siz kendi aranızda bütünleşik bir alan yarattınız, siz kendi rızanız ve iradenizle görünmeyen iplerle bir bağ kurdunuz.Yanyanasınız, değilsiniz, farketmez.

  Grubunuzla ilgili bu konuda, şöyle söyleyelim: bir grup oluşturdunuz sinerji yaratıyorsunuz burada. Grup dediğimiz alanı şu siyah nokta olarak çizelim. Siyah değil tabii rengi. Bu noktada bütünleşik bir alanınız var. Yarattığınız alanın temsili olarak düşünelim. Burada bunun etrafında 6 tane arkadaşımız var. Daire şeklinde duruyorlar. Bu bireyler evde bulundukları alanları olsun. Evde işler yapıyorlar. Çalışma alanından uzaktalar, çalışma gün ve saatinde değiller, bambaşka bir alandalar. Somuttaki görüntü bu ancak bizim düşünce dediğimiz psikolojinin yetersiz kaldığı, görünmeyen bağları kuramıyor göremiyor o yüzden de çöpe atılmalı dediğimiz bu görünmeyen bağlar var. Bizim görünmeyen bağlarımız, örümceğin ipliğini düşünelim. Onun ağı vardır. İnceciktir, o incecik ağı düşünelim. Sizin bildiğiniz bilmediğiniz, hatırladığınız, hatırlamadığınız zamanlarda incecik bir bağınız vardır bu alana 7/24 ama diğerlerinin de var.

  Şimdi bu altı birey, sizin şu anda görmediğiniz ama hepinizin ortaya doğru adeta göğsünüzden enerjinizin orta yerinden, incecik bir örümcek ağının inceliğinde ve zarifliğinde, ortadaki merkez güce kurulmuş bağlarınız var. Bu alanlar hep adeta bir aşağı yukarı bir ileri geri şeklinde geçişken, ana merkezden birşeyleri alıyorsunuz, topluyorsunuz ama hiç vermiyorsunuz, toplar toplar birikir, patlarsınız. Bu mümkün değil. Bir şey geliyorsa bir şey de gidiyordur, burada bir geçişkenlik, iletkenlik mevcut ise geliyordur da gidiyordur da. Ana merkezden ilk aldığınız şeyi, tertemiz bir enerji olarak düşünelim, aldınız, beslendiniz, çalışma gününde değilsiniz, evdesiniz. Bilinçli yapmıyorsunuz, ihtiyaç duyduğunuz anlarda, bilinçaltının ruhla birleşik taraflarından biridir bu, ana merkezden güzel bir enerji çekiyorsunuz. Bu bir düşünce olabilir ya da size düşünce gibi yansıyabilir. Dersiniz ki, çalışmada şöyle bir söz söylenmişti aklınıza gelir, ohh içinize iyi gelir. Örneğin bir sıkıntılı andır aklınıza gelir dediler ki çalışmada dersiniz: “Rabb’ine güven, Rabb’inin izni olmadan yaprak kıpırdamaz. Ohh içiniz ferahladı. Bu  güzel bir enerji çekmektir, çekersiniz sıkıntı yok, iletkenlik  var dedik. Ama sonra kendi kendinize kaldığınızda yarattığınız olumsuz düşünceler, enerjiler ( bu gruptan biri ile ilgili olmayabilir, ille de bu gruptan biri olması gerekmez) memleket meselesi olabilir, yani çocuğun, kocanın meselesi olabilir. Her türlü umutsuz, her türlü olumsuz, her türlü olumlu enerjiyi aşağıya çekecek, sizi kötü birhale getirecek duygu ve düşüne dünyası buraya iletilmeye başlar. Sizin ortak güç merkenize attığınız birtane attınız negatif top, o da attı, bu attı, bu bir tane daha attı, giderek toplar geliyor ve içindeki negatif artıyor. Ne yapacağız peki?  Bu durumda burayı nasıl temiz tutacağız yani buradan sürekli bir şeyler atmaya başladığında bir süre sonra ne olur biliyor musunuz? Kendinize çekecek bir şey bulamamaya başlarsınız. Çekmeye başladığınızda attıklarınızdan bir olta gelir, onu çekersiniz. Bu sizin 10 gün önce attığınız bir şey de olabilir. Bunu on gün önce düşünce alanına bir olumsuz fikir olarak atmışsınızdır. Bu düşünce herşey olabilir. “Erkekler çok kötü kardeşim dediniz, attınz, yarın öbürgün biraz rahatlamaya ihtiyacım var şu alandan bir şey çekeyim dediğiniz anda oltanız kendi düşüncenize gelir. Kendi olumsuzluğunuzu aynen geri almazsınız, tıpkı karmada olduğu gibi, aynı fikir, erkekler çok kötü kardeşim diye geri gelmez. Ama bir iç sıkıntısı gelir çünkü siz ortak alanı iç sıkıntısı ile doldurdunuz. Bir şey çekmek istediğinizde oltanız bir iç sıkıntısına takılacak, daha önce atılmışlardan bir tanesini içinize çekeceksiniz, bu yüzden, kim ki bu grubun içine bundan atar (hepiniz atıyorsunuz bu arada) o, o düşünceden sorumludur çünkü, yarın öbürgün buraya attığı şu A sıkıntısını, şu arkadaşı, buradan bir şey çekseydim dediğinde ve oltasını attığında, tak diye o atılan şeyi yakalayacak ve aaa içime bir sıkıntı geldi diyecektir. Nereden geldi, işte arkadaşın attı buraya oradan geldi. Ona da nereden gitti e sen geçen gün şunu atmıştın o da ona gitti.

  Düşünce sistemi böyle enteresan bir mekanizmadır, nereye ne attığımıza çok dikkat etmemiz gerek, zannettiğimiz kadar basit bir mesele değil. İsa’nın söylediği gibi inşallah gezegen bir gün bunu anlayacak. Düşüncelerinizden o kadar sorumlusunuz ki, şu anda bunu tahayyül etmeniz mümkün değil.

  Sözüme inanınız!. Düşüncelerinizden ne kadar sorumlu olduğunuzu tahayyül edemiyorsunuz. Sadece bir düşüncenin sonucunda yaratıldınız sizler. Yüce Rabb’iniz sizi düşüncenin sonunda varetti. Düşündüğünüz herşey yaratılma mekanizmasına sahiptir gücünüz kadar. Rabb’inizin  kudreti öyle yücedir ki, o düşününce olur. “Ol deyince olur.”  Ama sizinde kendinize göre bir gücünüz, kudretiniz vardır. Sizin de yaratabileceğiniz küçük küçük de olsa olaylar vardır. Yarattıklarınız sizin hayatınızda sıkıntı yaratır ama, düşüncelerinizle kendinize çektiğiniz olaylar, sizin hayatınızda sıkıntı yaratır.

  Bakın sürekli alınan ve verilen enerjilerden söz ettik. Demek ki, dışarıya verdiğiniz enerjiler karşılığında enerji alacağınızı düşünürsek bunlar sizin ayağınıza takılan engeller olabilir. Olumsuz enerjiler, olumsuz düşünceler veriyorsanız dışarıya, sizin de alacağınız bu olacaktır. Ne verirseniz onu alırsınız, ne ekerseniz onu biçersiniz. Bu konu bu yüzden çok önemlidir.

  Düşüncenin ilk aşamada, kozmik işlevini yerine getirmenizi beklemiyoruz. Düşünerek, içinizden birinizin gezegeni kurtarması efendim, herhangi bir vazife yapma suretiyle herşeyi değiştirmesi mümkün değildir. Ancak sizler ve sizin gibiler, bir araya geldikçe ve sizler oluştukça gezegen değişecektir. Şu anda hiçbirinizin kozmik değişimler yapabilmesi mümkün değildir.

Kozmik Düşünce Okyanusu

  Kozmik düşünce okyanusu bilgisi, çok kıymetli bir bilgidir. O kozmik düşünce okyanusunun minicik bir parçacığını oluşturmaktadır sizin gayeniz çünkü siz bir düşünce okyanusu içindesiniz insanlık olarak bu okyanusun çok değerli, çok kıymetli parçalarından birisiniz.

  Siz olmasaydınız birşeyler eksik olurdu. Eğer bu böyle değil idiyse, Rabb’iniz sizi yaratmazdı evvela bu yüzden çok değerlisiniz. Sokakta gördüğünüz o tinerci çocuk olmasaydı birşeyler eksik olurdu, bu yüzden Rabb onu yarattı, gördüğünüz her şeyin mevcudiyetinin bir sebebi var ve o olmasaydı bir şeyler eksik olurdu. Bu yüzden çok değerli ve bu yüzden kıymetli. Yüce düşüncenin en büyük özelliği ol dediğinde olmasıdır. Düşünce bu kadar önemlidir. Sizler belki bugün hala İsa’nın söylediği, düşüncelerinizden sorumlusunuz ifadesinin anlamını kavramaya çalışıyorsunuz, İslamiyetteki niyetin anlamını öğrenmek, deneyimlemek istiyorsunuz ancak düşünce ile ilgili çok yukarıdaki aşamalara çıkıldığında ol dediğinde koskoca evreni yaratabilecek bir düşünce gücünden söz ediyoruz.

  Düşünce adeta herşeyin başı ve sonudur. Ve sizin de bu düşünce okyanusunun bir parçacığı olduğunuz;  kıymetli, değerli ve önemli bir parçacığı olduğunuzu düşündüğünüzde, bu kozmik okyanusun içine neler verdiğinizin, neler bıraktığınızın ne kadar önemli olduğunu, düşünmeye davet ediyorum sizleri…

  Bizim dünya insanının meydana getirdiği bütünsel düşünce alanı, düşünce aurası diyelim, bu bir alan tek bir alan, dünya insanlığının alanı. Tabii ki içinde tek tek milletler olarak alanlar da var. Bir de bunu hiyerarşik bir şekilde daha yukarıya çıkarırsak, daha yukarından bakarsak insan alanı diye bir şey de var. İnsandan başka varlıklar da var, insan varlığının düşünce alanı, aşağı indikçe şu milletin alanı, şu ailenin alanı gibi çeşitli alanlar ortaya çıkar. Düşünce alanları farklı farklı nitelikte mevcuttur.

  Dünya insanlığı düşünce alanı, düşünce okyanusu, bütün insanları ilgilendiren bir düşünce ağından söz edersek, diğer varlıklarla kendi alanımızı birleştirip, bu ağa bir şeyler verip kattığımızı, aldığımızı görürüz. Sadece gruba değil, bütün insanlığa bunu modelleyebilirsiniz. Siz insanlığın bütünsel şuuruna ne atıyorsanız yarın öbürgün o alandan birşeyler çekmek istediğinizde oradan birşeyler çekeceksiniz. Bu bilinçteki insanlar için sadece kendiniz için bile iyi şeyler atmakta fayda var. Herkes oradan bir şey çekiyor, ne atıyorsak manyetik alan neticesinde attığımıza yakın bir şey çekiyoruz.

Şunu bir düşünce alanı kabul edelim. Bu da dünya insanlığının alanı olsun, aşağıda insanlar var bu da tepemizde bir bulut gibi bir düşünce alanı olsun. Bir insan var şu buluta bir düşünce attı, buradaki B kategorisinde C, D kategorisi olsun, milyon tane kategori var burada. Çeşit çeşit kategori var. Şimdi A en karanlık düşünce olsun. Pisliğin dibi filan bir skala var burada şöyle gidiyor. Şurası en sıkı en koyu düşünceler, yavaş yavaş aralıklar açılıyor degrade şekilde, daha huzurlu, daha feraha doğru gidiyor. A da en karanlık en koyu B daha açık C biraz daha açık D ve E de artık sevgi, huzur, barış, toplumsal barış gibi bir kategori olsun. Başka bir birey var, bu alandan düşünce çekecek. Şimdi genel düşünce alanından bağımsız yaşamak mümkün değil. Tıpkı grubunuzun aurasına bağlı olduğunuz gibi, genel insanlığında aurasına bağlısınız, bu bağı kesemezsiniz, keserseniz artık yaşamıyorsunuz demektir. Sistem böyle çalışıyor. Neden böyle çalışıyor? Tekamül yolculuğundayız ya, tek başımıza tekamül edemiyoruz biz insanlık olarak tekamül ediyoruz, vazife diye bir kavram var, vazife nedir? Sizden başkasına ötekine vazife diye bir şey vardır. Her insan bir diğerine, bir gezegene, hayvana yaprağa çiçeğe vazife yapmakla sorumlu. Buradan ayrı yaşarsak genel tekamülün dışında kalırız. Bunlar böyle tekamül ederler, siz burada böyle sap gibi durursunuz. Dersiniz ki, bir grup vardı, tekamül ediyorlardı, birşeyler yapıyorlardı, ben niye yalnız kaldım ki olur, bu yüzden bağın kalması gerekir ki, grup halinde ortak bir alan içinde gidilebilsin.

  Şimdi manyetik alan kısmına önem vermek istiyoruz. Bir şahıs burada yaşadığı için alanla bağlantısı var tabii ki, ne dedik koyu tarafa da gider, açık tarafa gider, ne dedik akışkanlık var, şahsımız burada skalanın şu noktasında, o da buraya bir düşünce atacak, yani elinde değil, atayım diye atmıyor, düşününce atıyor. Evde kendine soğan doğruyor, düşünüyor, düşünüyor ya, o düşünceler nereye gidiyor? Yok olmuyor, birleşik alana gidiyor. Bu alana attığı düşünce koyu bir düşünce olsun, tam şuraya denk gelsin, koyuca, şimdi alışveriş var, gidiş geliş var. Bu adamın daha açıktan bir şey çekmesi mümkün değil yani karanlığa atıp da, beyazı çekmek, bu nasıl bir adalet demez misiniz?  Adam burayı doldursun doldursun, doldursun ama sonra aa içime huzurlar akıyor, güzellikler akıyor desin, diyemezsiniz derler ki, “kardeşim senin için güzelliklerle doluyorsa, sen niye insanların içini pisliklerle dolduruyorsun.” O yüzden bu sistem böyle çalışmaz. Sen bunu atıyorsan kardeşim, sen burada bir dağarcık oluşturuyorsan içi siyah nokta nokta, elin mahkum bir şey çekmek istediğinde bunun içinden çekeceksin. Ne atıyorsan onu çekeceksin, daha iyisini mi çekmek istiyorsun, o zaman hedefini değiştir, sen de buraya at. Buradaki torbacığın içinden çekmeye başla, alışverişin daha pozitif olanla olsun. Yetmiyor mu? Daha fazla çaba sarfet daha iyisine gel, daha iyi şeyler at, daha iyisini çek. Bu en pozitif alan nedir biliyor musunuz? Cennet… (çizelgedeki karanlık alan için) burası nedir biliyor musunuz cehennem…

  Cenneti cehennemde başka yerde aramayın cennet ve cehennem olarak adlandırdığınız şey birleşik düşünce alanına kattığınız şeylerden yeniden geri besleme yapılması suretiyle, cehennemler içinde yanma duygusuna sahip olmanızdır. Ama buraya  attığınız olumlu şeyler sonucunda buraya geldiğinizde burnunuza gelen sümbül kokuları ise sizin cennetinizdir. Şimdi nasıl diyebiliriz ki, bu birey özgür iradeden tamamen bağımsız?  Bu noktada özgür irade var mı? Var… Buraya atarsan bunu çekersin, şuraya atarsan şunu çekersin. Çalış, çabala, uğraş, kendini değiştir, düşünce sistemini yeniden yapılandır. Bu olumsuzluktan cehennemden kurtul kendi cennetini yarat.

Mor Çiçekleri Ruhunda Gör ! Mor Çiçekli Yollarda Yürü…

  Gezegenin düşünce sistemine ne attığınız bu kadar önemlidir. Evrende ilahi bir terazi ilahi bir adalet var, mümkün mü burayı kirleten adamın sonra o güzel yerlerden beslenmesi. Diğerlerinin ne suçu var bu noktada, bu haksızlığa izin verilmez. Ne ekerseniz, onu biçersiniz. Cenneti arıyorsanız kendi içinizden, kendi zihninizden kendi düşüncenizden ayrı bir yerde değil o cennet. Cennet dediğiniz alanda bir düşüncedir, düşünceyle yaratılabilir. Bu yüzden düşüncelerin sadece bireysel önemini anlamaya çalışmak bile önemli. Sadece kendiniz için, önce kendiniz için anlayın. Bir şeyi kendiniz için anlamazsanız arkadaşınız, eşiniz, dostunuz için de anlamazsınız buradaki birleşik, bütünleşik alan içinde anlayamazsınız, öyle bir şey yoktur. Bu birey bir şey önce kendi anlayacak. Buradaki alışverişten sonuçlar çıkacak, yapacak yapacak, gelecek gidecek, gelecek gidecek hayatlara, sonunda birgün diyecek ki, “yahu kardeşim niye böyle yanıp duruyorum, niye böyle karanlıklar içindeyim niye aydınlıkta değilim “ diyecek v e bir uyanış başlayacak. Bir yana kayacak, sonra bir yana, bir yana derken, birgün gerçekten sümbül kokusunu almaya başlayacak. Bütün mor çiçekleri ruhunda görür olacak. Ruhundaki bütün o güzellikleri, evrenin güzelliklerini, gezegenin güzelliklerini güzel enerjileri kullanmaya başlayacak çünkü ama o vakte kadar bu manyetik alan çalışacaktır. Hani bu yeni kitaplarınız var ya, secret gibi, diyor ya, çekim gücü çekim yasası, çok yanlış yorumlanıyor o bilgiler ama biz külliyen yanlıştır diyemeyiz, tabanında bir yerlerde doğru yanları var ama dejenere edilmiş kısımları da var. Bir çekim yasası var tabii, kendinize uygun olanı çekebilirsiniz. Eş olarak, iş olarak, çocuk olarak vs. Kendinize, enerjinize, frekansınıza uygun olmayan hiçbir şeyi çekemezsiniz zaten izin verilmez.İlahi Adalate, İlahi Teraziye aykırı bir durum söz konusu olur.

  Bizim düşünce akışlarımız, sonsuz düşünce okyanusu ile birleşme özelliğine sahiptir. İnsanlığın kozmik düşünce okyanusu tabii, bizim attıklarımız oraya gidiyor. Bütün değişimler, başkalaşmalar, farklılaşmalar, gezegende dönüşüm-değişim adına yaşadığınız ne varsa, burada biriken enerji vasıtası ile olur. Orada birikmiş enerjilerin de, buradaki değişimlerde bir etkisi var. Örneğin şu aydınlık alanı ele almayalım, bir karanlık alan, bir yuvarlak daha, bir daire daha çizelim. Burası karanlık alan olsun adeta cehennem olarak tarif ettiğimiz karanlık alan, şu karanlık alandan beslenme yapmak zorunda olan insanlar var, kötülemiyoruz bunları, beslenme yapacakları yeri belirtiyoruz. Karanlık alandan çekiyorlar karanlık alana veriyorlar, onlar daha ileri daha temiz alanlara gidemiyorlar ama bu karanlık alan, onu kapsayan daha büyük bir kare alana bağlı. Burası hareketli bir alan bir stabilite içinde değil, yaşamın içinde bir hareket var, bu alanda % 70 doluluk gerekiyorsa, bazı çağlarda bu yükselir. Ortaçağ gibi daha karanlık çağlarda insanlar buraları daha fazla doldurabilirler, bir dolma haddi var, o dolma haddi aştığı zaman bir kat daha medyana gelir. Burası da değişmek, dönüşmek zorundadır. Örneğin hapishaneler çok dolduğunda taşıyamaz artık kapasitesinin üstüne çıkar. Ne yaparlar? Bir kısmını boşaltırlar. Burada da (çizelgede çizilmiş)  değişim patlaması meydana gelir. Helak gibi düşünmeyin, bir miktar insanın dönüşmesi gerekir. Orası çok kalabalıklaştı, taşımıyor, bir yana geçmeliyiz şeklinde bir dönüşüme tabi olur. Ayrıca yenilerini almalıyız. Hep aynı insanlarla mı olacak? Yaradılış sonsuzdur. Bir kısım insan çizelgenin şu kısmından çıkacak, bir ileri geçecek, ilk aşamaya da daha aşağıdan başkaları gelecek. Bunun olması içinde orada bir değişim-dönüşüm patlaması meydana gelir. Bu patlamalar kırılma noktalarıdır.  Bazen bireysel olur, kişinin kendisiyle ilgili bir patlama olur, o bir yan kulvara geçer. Bazen de kitlesel patlamalar olur, kitleler halinde bir yan kulvara geçilir. Bir anlayış terkedilir ve bir anlayışa geçilir. Bir kulvardan çıkıp diğer bir kulvara geçmek bir anlayışın terk edilerek, yeni bir anlayışa geçmekle mümkündür.

  Bir realitenin terk edilerek yeni bir realiteye geçilmesi demektir. Bunun olabilmesi için adeta bir düdüklü tencere gibi kaynayıp, kaynayıp sonunda patlaması gerekir ki, sıçrayış gerçekleşsin ve yeni realiteye geçilsin. Geçebilenler geçer geçemeyenler kalır. Hatta o kadar gezegensel olur ki, dünya gezegeninin çeşitli zamanlarda yaşamış olduğu kıyametler gibidir.Kitlenin tamamı bir geçiş yapar. Realite değişikliği diyoruz biz buna, realite sıçraması, anlayış değişikliği gerekli olur. Bunun olması için karenin içindeki o küçük siyah enerji evreninin dolması adeta patlaması ve bir dönüşüme yol açması gerekir. Bu siyah noktaya gönderilen olumsuz düşünceler, noktayı doldurur, doldurur, patlatır. Evrende herşeyin bir işlevi vardır. Olumsuz düşünce bile bir işe yarıyor, bir dönüşüm yaratıyor. Bir sıçrama ile yeni bir realiteye geçmeye neden oluyor.

  En zor olan şeylerden biri, düşüncelerin rastgele kullanılması, şuursuz bir zihin ile ne düşündüğünü bilmeden rastgele düşünceler saçmanın sıkıntısını grup şemasında ifade etmeye çalıştık.B u grup şemasındaki bir bireyi ele aldığımız zaman gruba,  rastgele düşünce atıyor, atıyor dediğimizde, şunu unutmayalım ki, bir arkadaşımız, gruptan bir şey çekmek istediğinde az önceki arkadaşın attığı şeyi yakalıyor ve kendine çekiyor. Şimdi sen kendi olumsuzunu buraya attında, onun ne suçu vardı bak o da o olumsuzu çekti yani birbirinizin temiz ve güzel bir alandan beslenmesini istiyorsanız, önce kendiniz alana temiz düşünceler göndermelisiniz. Eğer bu altı kişi, ben grubumun alanında temiz temiz beslenmek istiyorum, burada arınmak istiyorum, burada güzel çalışmalar yapmak istiyorum, bilimsel çalışmalar yapmak istiyorum, vazifeler yapmak istiyorum diyorlarsa altı kişinin de sorumluluğu bu grup alanına temiz temiz paketler atmaktır.

  Zihninizden sizin hiçbir müdaheleniz olmadan kontrolsüz, kayıtsız, düşünce, fikir, bağlamlar dizisi otomatik bir şekilde geçer. Eğer şu an ben ne düşünüyorum diye odaklanmazsanız farkında olmazsınız. Bu yaradılıştır, normal bir şeydir ama sonsuz sınırsız fikir, düşünce, kavramsallaştırma, toplumsal yargılar, bütün bunlar otomatik şekilde zihninizden geçiyor ve siz bunların farkında değilsiniz, bu yüzden düşüncelerin rastgele kullanılması sıkıntılı bir durum çünkü ortak alanın, gezegenin  ortak alanının içine sürekli bir takım otomatik fikirler, düşünceler serisi gönderiyorsunuz. Bu anlamdaki sorumluluğu farketmekte çok büyük fayda var. Farkında olmadığınız düşünceler bile sakıncalı ise bir de bizzat odaklanarak, ürettiğiniz düşünceler var ki, o çok daha kuvvetli bir enerji alanı tabii… Kendiliğinden geçen düşüncelerin bile duygu olarak ve fiziksel beden üzerinde, duygu bedeni üzerinde bir takım etkileri vardır, bir takım çıktıları vardır. Bu düşünceler atomlara, parçacıklara, hücrelere girer ve onlar üzerinde değişimler yapar çünkü düşüncenin bir titreşimi vardır. Ve bu titreşimle tüm hücreler, tüm parçacıklar üzerinde bir etkileşim yaratır. Hatta düşünce kuvvetli bir düşünce ise kuvvetli etkiler yaratır. Düşüncenin özelliğine göre elimizde ahenkli ya da ahenksiz enerjiler olur. Ortaya da bunu yayarız. Düşüncelerimiz rastgele değil, ahenkli ve olumlu, üzerinde çalışılmış düşünceler ise bizlerde gayet ahenkli, olumlu ve uyumlu düşünceler yayarız çevremize ve bedenimize. Kendi bedenimizi de düşüncelerimizle hasta ettiğimizi bir ön kabul olarak ele alırsak, bu bir gerçeklik ki, ahenksiz düşünce yapılarımız bedenimizi de hasta ediyor. Tıpkı gezegenin birleşik insan düşünce alanını etkilediği gibi, kelebek etkisi gibi düşünebilirsiniz bunu.

Olumsuz bir düşünce yarattık, farkettik, temizlemek için tam tersini ve olumlusunu düşünmek yeterli midir?

  Kızgınlık ve öfke enerjisi güçlü bir enerjidir kolayda toparlanabilen bir enerji değildir, egoyla bağlantılı olduğu için yani kızgınlığın ve öfkenin tamamen ortadan kalkabilmesi için bireyin öncelikle tüm egosal hesaplaşmalarını tamamlaması gerekir. Tamamlamadığı noktada çok doğal bir sonuç olarak kızgınlıklar, öfkeler, öfke patlamaları meydana gelecek ki, gezegeninizde bu mevcut insanlık zaten bunun içinde gelişiyor. O yüzden kızgınlık ve öfke çok doğal, yaşanması ve yaşanarak öğrenilmesi gereken duygular. Bu noktada şu önemli: Birisine, Ahmet efendiye kızdınız insanlık hali size bir laf etti, yok borcunu ödemedi, bir şey oldu kızdınız. Bu bilgilerden sonra dediniz ki “ ben ne yaptım, şimdi bu adama kızarak bir düşünce, bir enerji üretiyorum, bu adama bunu gönderiyorum, e bunu bu adama göndermekle kalmıyorum ki, insanlığın bütünleşik düşünce alanına da gönderiyorum. Ben insanlığın bütünleşik, düşünce alanına kızgınlık gönderirsem, birgün çekim yasasına göre o alandan da alacağım da kızgınlık olacak” diye farkettiniz. Bu durumda ilk yapacağınız şey, ben bir tövbe edeyim de bu durumdan kurtulayım olacak, bu da normal çünkü insan öncelikli olarak kendini oradan kurtarmak isteyecek, düşünce alanına attığı şeyi farkedince aynı şeyi çekmek istemediği için, “hay Allah ben ne yaptım” diyerek düzeltmek isteyecek eğer bu şekilde düşünerek düzeltme yaparsanız faydalı olmaz çünkü burada bir pazarlık söz konusu, bu sistem çalışmaz. İstediğiniz gibi oraya atıp, ama sonra çok pişman oldum, cumaya gittim namaz kıldım, kurban kestim diyenler var ya sorarlar yine mi kabul etmedin? Yok etmedik denir. Pazarlık sistemi çalışmaz. Ama gerçek bir bilgi olarak ruhen, vicdanen bir sıkıntı yaşayıp, “ah ben ne ettim, nasıl ettim, bu kafam çalışmadı, Rabb’im ben ettim, sen etme, sen yücesin, sen affedensin, sen bağışlayansın, ben kulum, bu hataya kul olduğum için düştüm ama şimdi hatamı anladım, bundan sonra buna düşmemem için bana yardım et, bana yol göster, beni yanından ayırma, aynı hataya düşmemek içn niyetim var, niyetimi salim bir şekilde ortaya koydum, bana yardım et bu niyetimi uygulamamda, bana yol göster, ne olursun beni affet, beni bağışla” dediğinizde, bu çok güzel, iyi niyetin ortaya konduğu bir duadır ve sizin üzerinizdeki yükün hafiflemesi adına sizde, bir anlayış bir idrak yaratır ise faydalıdır.

  Sorunun cevabı şudur: Eğer bu tövbeyi söylediğiniz sırada bir anlayış, bir idrak söz konusu ise zaten kendi değişir. Sistem böyle çalışır. Örneğin: Bir şahıs var, şu siyaha insanımız düşündü düşündü bir siyah paket attı, gelişmeye yatkın bir varlık, düşünüyor, çalışıyor, kendi üzerinde uğraşıyor. Kozmik bir sezişle, hatasını farkediyor ve bunu düzeltmek istiyor ve bu konuda bir idrak, bir aydınlanma içinde, bunu bir daha böyle yapmacaktır, en azından bu boyutta yapmayacak, bu bir anda kesilmez, bir sonrakini şu kadar yapacak, daha sonra daha az yapacak,  derken derken, büyükten küçüğe doğru bitecek. Bir anda kesmek mümkün değil. Ama bu her küçük boya geçiş, bir realite sıçramasıdır. İşte bu sıçramanın, anlayışın ve idrakin gerçekleştiği yerde birey, bunu bırakırsa, bu adeta kendiliğinden temizlenir. O yapılan şeyin yok edilebilmesi için gerçek bir idrak ve anlayış olması lazım. Yok edilmesi için ekstra bir imajinasyon çalışması gibi birşeye gerek yok. Gerçekten bir anlayış ve idrak yok ise, o realite sıçraması gerçekleşmedi ise, yapacak çok da bir şey yok, istediğiniz imajinasyonu yapın, kendinizi rahatlatmak istiyorsanız, cumaya gittim, namazı kıldım demek gibi imajinasyon çalışması yaptım efendim, diyecekseniz, buyrun hodri meydan, rahatlatabiliyorsanız kendinizi, rahatlatın. Ama bu bir gerçeklik değil. Az önce bu düşünce alana bir kara taş attınız ya şimdi toplamak için imaj gönderiyorsunuz, taş ortada, etrafta  olumlu ağaç imajı,  bir olumlu ağaç imajı daha,  bir olumlu dağ imajı, biraz daha olumlu imaj, çok güzel oldu. ( tahtaya çiziyor) Olumlu imajlar alana yakışıyor fakat karataşı değiştirmiyor, demek ki, olumlu imajın her dakika bize böyle de bir faydası yok.

  Az önce karanlık alandan söz ederken bu alana bilinçli olarak gönderim olduğu ve bunun da patlamalara neden olduğu söylendi. Bu alandaki insanlar, bu hayat planına negatife hizmet etmek için mi geliyorlar?

  İnsanlar doğuyor buraya yuvarlağın bir yanında dünyanın giriş kapısı var, diğer yanda çıkış kapısı var. Arası da sizin tekamülünüz. 300 hayat-800 hayat farketmez. Giriş kapısından okula giriyoruz, çıkış kapısından mezun olup çıkıyoruz. Doğal olarak ilk kısımlar daha ilkel, otomatik yaşayış dediğimiz, kabileler vs. Buradan çıkanlar da, belirli bir entelektüel seviyenin oluştuğu, düşüncenin önemi, gezegeni kurtarmak, insanlara yardım etmek gibi vazife realitesinin başladığı yerdende okuldan çıkıyorlar. Demek ki, bir karanlıktan aydınlığa doğru yolculuk var. Gezegeninizdeki ölüm doğum istatistikleri gibi bir kapıdan hergün birileri giriyor, diğer kapıdan hergün birileri çıkıyor. Mezun olarak çıkanlar, yeni bir okula gidiyorlar. Bu gelenler nereden geliyor bir yanda başka bir dünya var, oradan çıktı, buraya geldi.  En karanlıktan girecek, en aydınlıktan çıkacak, diğer okulda ne yapacak? Orada da aynı şeyi yapacak… Bir sonrakinde de böyle bir sonrakinde de böyle, siklus bu şekilde devam ediyor. Şu ilk aşama bizim en karanlık aşamamız olduğuna göre belki  700-800 hayat geçirecek karanlık alanda, karanlıkta zaman geçirmek kolay değil, oralardan çıkmak kolay değil.Şimdi bu skalanın içinde küçük küçük küçük ilerleyecek, sonra orta aşamaya küçük küçük, sonra üçüncü çıkış aşamasına küçük küçük ve çıkacak.

  Demek ki, bu ilk karanlık bölüme doğmaya devam edenler, henüz o gezegenin otomatik yaşayışında, o gezegenin karanlık çağlarında olan yere doğmak zorunda ve o madde ile o karanlık içinde kendi tekamülünü  oluşturmak zorunda olan kişilerdir. Onları alıp buradan buraya sokamazsınız, ateşlerde yanar gibi yanar. Ne olduğunu anlayamaz, onlar buraya doğmaya mecburdurlar. Realiteleri ancak burayı karşılamaktadır. Biraz daha kaba, biraz daha yoğun, biraz daha maddesel, biraz daha materyalist, daha can yakıcı, ıstırapların da daha fiziksel boyutta olduğu bir realitedir. Son realitelerde, ıstıraplar fiziksel boyutta değil, ruhsal boyuttadır. Kalpten, gönülden gelen sıkıntılar, zihin sıkıntıları vardır. Ama şunu karıştırmayın şu karanlık alanın bir de idareci mekanizması var. İdarecileri özel kişilerdir. Özel enkarnasyondur, karanlık alanın yöneticisidir. Karanlığın içindeki olayları ve karanlıktaki bireyleri, kavgaları, olayları yöneten yönetici mekanizmadakiler çok özel kişilerdir, onunda bir yönetici kadrosu, onun da bir yönetici kadrosu vardır. Onların hepsi eşittir. Birisi karanlığı yönetiyor, diğeri çok aydınlığı gibi ayrım yoktur. Onların hepsi aynı güç, aynı kuvvet, aynı kudrettedir, onlarda bir üstlerindeki başka mekanizmaya bağlıdırlar. Karanlığı yöneten mekanizma ile çıkışa yönelenlerin yönettiği mekanizma aynı değerdedir.

  Soru : Kendime yakıştıramadığım bir düşüncem olduğunu fark ettiğimde, tam da verdiğiniz örnekteki gibi ,hemen iyi şeyler düşünmeye çalışır, başaramazsam da Allah'ın sıfatlarını tekrar ederdim, geçene kadar. Ama şimdi doğru olmadığını anlıyorum. Bunun yerine bugünkü dersimizi aklıma getirip, böyle düşünmekle neler yapmış olduğumu, tekrar gözden geçirerek, yaptığımın şuuruna varmalıyım, af dilemeleyim, bunun duygusunu yaşamalıyım diye düşündüm.

  Yanıt: Çok faydalı olur, çok güzel bir noktaya temas ettiğiniz için teşekkür ediyoruz, gerçekten arkadaşlarımız açısından da aydınlatıcı bir yol oldu bu, yöntem oldu.

  Şeklin ortasındaki kara taşı, kuşlarla, martılarla, çiçeklerle, uğur böcekleriyle süslemek yerine bu karataşı grubun ortasına düşünce yoluyla attığınızda, şu mekanizmayı düşünürseniz idrakiniz ve anlayışınız çok daha kuvvetlenir ve realite sıçrayışı yaparak olumluya doğru bir daha yana atlarsınız. Oysa bunu yapıp etrafını süslemeye devam ederseniz zaman kaybedersiniz. Dürüst olun, dürüstlükten güzel şey yok. Demek ki, enerji işleri karışık işler, birbirimize dolaşıp dolanabiliyoruz, benim grubun ortak alanına attığımı, diğeri, diğerininkini ben ya da öteki çekebiliyor. Birinin yaptığını öbüründen sorumlu tutuyor, ötekinin yaptığını diğerinden sorumlu tutuyor. Kaotik bir sistem işliyor. Bunu hatırladığınız vakit, idrakinizin artması, anlayışınızın güçlenmesi ve realite sıçrayışınızın hızlanması çok daha kolay, çok daha çabuk, çok daha temiz olacaktır. Süslemek yerine gerçekle yüzleşin, ne yaptığınızın, sistemi nasıl çalıştırdığınızı fark edin.  Ve bunu çalıştırmamanın yöntemleri üzerinde çalışın, teşekkür ediyoruz şu anki hissedişinizi, öngörünüzü bizimle paylaştığınız için herkese çok faydalı olacak bir bilgi paylaşımı oldu.

  Soru: Olumsuzu düşüncelerimizle oluşturduğumuz  bir manyetik alan  ile toplumuzda kabul görmüş nazar ilişkisi var mı?

  Yanıt: Nazardan korunmak için oluşturduğumuz korunma alanı dışında başka ne gibi korunma yöntemleri vardır? Diye soracak olursak, yanıt olarak şunları söylemek mümkün: Her enerji birbirinin karşıtı değildir. Bir yuvarlak çizelim ve diyelim ki, A insanı işte bu da B insanı. A insanı yine görece B insanına göre daha karanlık ve koyu enerjiler kullanan biri olsun yani frekansları farklı. Biri şu karanlık gruptan biri olsun, bu B insanı da daha aydınlık alandan biri olsun. Çekim yasası diye birşeyden söz ettik. Siz ne iseniz, kendinize de onu çekersiniz değil mi?  Daha olumlu B insanının, daha karanlık A insanını kendine çekebilmesi mümkün değil, burada bir mantık da yok. Arada hayatlar var, o insanı kendinize nasıl çekeceksiniz ki ? Siz diyelim iyice süptilleşmiş enerji bedenlerle uğraşıyorsunuz, bir diğeri neredeyse bir kabile insanı ilkelliğinde karşılaşmaları mümkün değildir. Fakat şunu unutmayalım ki, burası dünya bu insanla siz, herhangi bir ortamda, odada, binada, sokakta,takside, tiyatroda, sinemada her yerde bir araya gelebilirsiniz. Bu kadar kalabalık bir şehirde yürüdüğünüzde, birkaç tanesi yanınızdan geçiyordur zaten… Bu onu hayatınıza aldığınız anlamına gelmez, bir asansörde çıkmak bile, şurada bir alan yaratır. Sadece yan yana gelmek bile bir aura yaratır, auraların değmesine neden olur.

  Nazar dediğiniz şey toplum içinde, olumsuz enerjinin size yönlenmesidir, nazar diye bir şey vardır. Nazardan korunmak için nazar boncuğu ile korunmak da aslında bir ölçüde doğrudur. Şu anlamda, korunma düşünceye dayanıyor. Nazar boncuğuna toplumunuz, milletiniz tarafından yüklenmiş bir güç var artık, tabii korur sizi, nasıl korumasın? Güç yüklemişsiniz ona, nazar boncuğu diye bir şey var, o nazar boncuğu bizi nazardan korur diye biriniz değil bir toplumun, bir milletin tamamı, bir birleşik alanın tamamı ona bir güç ve kuvvet yüklediği zaman o taş parçasının bir kuvveti ister istemez oluyor. Ayrıca kişinin kendi inancı da önemli. Bu nazar boncuğunu takarsam bu beni herşeyden korur, diye onu üzerinize taktığınızda bir koruma kalkanı gibi koymuş oluyorsunuz. Işınlı bir bilezik gibi etrafınıza ışık yayar. “Bak uzak dur benden, ben nazar boncuğu taktım” der adeta. Çünkü bir güç yüklüyorsunuz ona, bu yüzden de işe yarıyor.

  Siz B kişisi iseniz A yı hayatınıza çekmek şeklinde değil ama karşılaşma tarzında bir araya gelebilirsiniz ve o an birtakım, tesirler, nazarlar, sıkıntılar, buhranlar her türlü şeyi de alabilirsiniz, ne dedik alanlar iletken… Gidiş de var, geliş de var. Sizden ona iyi şeyler gittiği gibi ondan size gelenler iyi şeyler olmayabilir.

  Hep söylediğimiz gibi , sabahları kalktığınızda kendinizi bir fanus gibi bir koruma alanı içine almanız, üzerinize şeffaf ve size gelen olumlu tesirleri  engellemeyecek  sadece  size gelen zararlı bir takım enerjilerden korunmak niyetiyle dua ederek oluşturulmuş bir alanla etrafınızı kapatabilirsiniz. Enerji anlamında böyle bir çalışma yapmanızın mutlaka faydası olur. Karmik anlamda yaşanacaksa ona kimse engel olamaz ama kendinizi bu tarz bir yöntemle olumsuz geldiğini hissettiğinizde kapanın. Karşınızda biri oturuyor, negatif olduğunu hissettiniz, ayaklarınızı kollarınızı kapatın, ne verin ne alın, buna hakkınız var. Vermek istemiyorsanız vermezsiniz, göz teması kurmayın, gözlerinin içine bakmayın. Bedeninizi mümkün olduğunca uzak tutun ve kapanın, bedeniniz yakınlaştıkça auların da birbirine yaklaştığını ve içiçe geçtiğini unutmayın. Bedeni kapatmak, bedeni fiziken uzaklaştırmak, gözlerinin içine bakmamak, o anda hemen korunaklı bir alanla örtmek faydalı olacaktır.

Ergün Arıkdal’ın Kendini Tanıma, Pozitif Yaşam, Tekamül adlı eserleri  kaynak olarak alınmıştır.
Sorularınız için: editor@astroset.com

Yayına Hazırlayan: ASTROSET METAFİZİK ARAŞTIRMA GRUBU
Yayın Tarihi:14 Mart 2018 

<<  ÖNCEKİ BÖLÜM

 SONRAKİ BÖLÜM >>

 

© Astroset 2003-2018