Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

Farkındalık ve Şuurlanma

   Farkındalık bir anlamda, şuurlanmanın iki ucu açık halidir. Her farkındalik hali insan ruhunda bir büyük bir sevince ve aşkınlık duygusuna neden olur. Yani, gözlemin ya da deneyimin, alt ve üst merkezlerle birlikte yaşanması, yüzeysel bir bilginin idesiyle bağlantısının kurulması, yüzeysel bir bilgi ile derin bir bilginin aynı anda algılanmasıdır. İşte olayların eprövleşerek gelmesi yani, ıstıraplı eprövlerin gelmesi böylece önlenebilir, hiç değilse şiddetleri azaltılabilir. Çünkü, her epröv idrak edilmesi gereken bir bilgi / tesir taşır. Esas olan ve olayın eprövleşerek gelmesini önleyen de  bu bilgiyi,  tesiriyle birlikte almak; yani, bilgiyi idrak etmek, anlamak ve şuurlanmaktır. Olaylar silsilesinden başka bir şey olmayan yaşam içinde herhangi bir vesileyle aldığımız bilginin, idrake dönüşümünü şöylece formüle edebiliriz:

Olay(epröv)à haletà idrak (bilgi)

  Şuurlanma çabası olarak da adlandırılan bu durum, sonsuz / soyut idraklerin, somuta dönüştürülmesidir. Yani bir eprövle karşılaşıldığı zaman, onun haletini yaşama süreci içinde, daha eskiden edinilen idraklerden birinin ya da birkaçının devreye girmesi ve bu ortak anlayış ile olaya yanıt ve tepki verilmesidir. Birey bunu başlatabildiği oranda, mantalindeki bir idrakin yani o konuyu veya o sorunu anlama halinin somuta dönüşmesini yani Sadıklar Plan’ının da deyimiyle “Fikrin Fiile Dönüşümünü” de gerçekleştirmiş olur.

  Yaşamdaki dikey ve yatay etkiler
  Esasen, her somuta indirgenebilen idrak, bir cehd ürünüdür ki, işte bu da ‘idraklenme cehdi’nden başka bir şey değildir. Ayrıca, böyle bir cehdin sergilenmesinin ve bunda başarının getireceği başka bir yarar da, bireyi, yeni cehd zeminlerine yöneltmesidir. Burada, ‘idrakin somuta dönüştürülmesi’nden de mantaldeki bilginin kullanılabilir hale getirilmesini kastediyoruz. Ayrıca, yaşam boyunca yani bir ömür boyunca bize özgü / özel eprövlerin genel amacı da budur: Bizdeki bilgiyi açığa çıkarmak...

(Yatay tesirler: Olay-Kaza-Felaket  Dikey Tesirler: Vahy-Sezgi-İlham)

  Başarı; biraz, mantal (zihinsel) durumumuz ve mantal içeriğimizle de ilgilidir: Şöyle ki, mantalimiz bu duruma hazır ise; yani, gerekli tanzim ve düzenleme zamanında yapılmış ise, bir anlayış halinin zihinden, bedensel bene inmesi zor olmaz. Yani, eprövün kabalaşmasına olayın sınav haline gelmesine gerek kalmaz. Çünkü, biliyoruz ki, Herkese gelmez bela, erbab-ı istidad arar...” Bu atalar sözündeki, “erbab-ı istidat’dan kasıt, mantal yetkinlik ve mantal içeriğin / konstrüksiyonun uygun olup olmamasıdır. Bu nedenle; mantali yani zihnimizi ve zihin sağlığımızı tanzim edilmiş halde tutmak ve bunun eğitimlerini almak önemlidir. Böyle bir mantal, eprövün kabalık derecesini azaltır. Bu yapılmadığı taktirde; hele astralimiz de kirli, biraz ‘kabuklarımız’ da bolca ise, ıstıraplı eprövlerle karşılaşmak kaçınılmaz olur. Daha doğrusu, birey; eprövü acılı / ıstıraplı olarak algılar. Bu durum, içsel gelişim konusunda atalet içinde bulunan bir kimseye şuurda uyandırıcı tesirin kabalaşarak yaklaşmasıdır. Bu tür tesiri birey, kendi ataletinden dolayı kendisi çekmiştir ama; hiç kuşkusuz bu, onun hayrınadır uyanması, ‘silkelenmesi’ ve kendine gelmesi için gereklidir de... 

  Ama aslolan, hiç kuşkusuz, itilerek kakılarak ikide birde silkelene silkelene yürüyenler olmaktan kurtulmaktır, kaba tesirlere müstahak olmadan gelişmektir. İtilerek kakılarak yani, ikide birde silkelenerek gitmek, “başkalarının sahipliğinde” (yani otomatik / yarı şuurlu) halde yürümektir. İşte esas olan ve makbul olan; otonom şekilde kendi kendine yeterli hale gelerek, “sahipsizlik” anlayışı ile “sahipli” olarak yürümektir. Burada, Haluk Berkmen’in de sık sık ifade ettiği gibi bir “Hem Hem” mantığı vardır. “sahipsizlik” anlayışı ve düzeyine varmak,”otonom yaşar hale gelmek” gelmek ve bir bakıma, içinde bulunduğu realitede ‘kıyam etmek’ şuurda uyanmak demektir.  Başka türlü ifadesiyle ‘sahipsizlik’; bireyin, kendi özgür iradesiyle, kendi ayakları üzerinde doğrularak ve ikide birde kaba tesirlere maruz kalmadan yürüyebilmesidir. Buna İlahi İrade Yasaları nezdinde kendi kendine sahip olması da denir. Kendinin efendisi olan bir insan da evren yasalarını ve onların işleyişini hisseder hale geldiğinden aynı zamanda sahiplidir çünkü hiyerarşiyi bilir ve saygılıdır.

  Bu durum, daha değişik ifadesiyle, olabildiğince, yataydan gelen tesirlerle beslenmeyecek hale gelmek, dikeyde durmaktır. Bunun için de, yaşam olgusu içinde, eprövden epröve girip çıkarak, idraklenme cehdi ile şuurlanmak  için daha çok, dikeyden gelen tesirlerle beslenir, bu süptil tesirlerle yürür hale gelmektir. Zaten, ‘başarılı bir yaşam’dan anladığımız da budur. Çünkü, bu duruma gelmiş birey, tesirlere karşı duyarlıdır; yaşam içinde yataydan aldığı bir tesire, yeni idrakiyle dikeyden tepki vermeyi sanki alışkanlık haline getirmiştir. Bu şekilde, yataydan gelen bir tesirin mantaldeki benzeriyle karşılaştırılmasına ‘idrakli esneklik’ denir. Eprövlere yaşam sınavlarına ‘idrakli bir esneklik’le tepki vermek, elbette ki erdemli insanlara özgü bir tutumdur. Bu tutum aynı zamanda, şuurlanma yani bilinçlenme cehdi içinde ve gerçek ihtiyaçlar yönünde sergilenen bir tutum ve uygulamadır. Bu tip doğru eylemlerde bulunan insanlar gezegende yaşayan ve doğru karar almak isteyen binlerce onbinlerce insana mantal düzeyden yani süptil enerjiler düzleminden yardım etmiş olurlar.

  Böyle bir uygulama sayesinde birey, daha önceki idraklerini, bir üst idrake yükseltmek şansını da kolay kolay kaçırmaz. Hangi tekamül düzeyinde olursak olalım, esasen; eprövlere girip çıkmamızın bir amacı da daha önceki idraklerimizi, bir üst idrake yükseltmektir ve artık herhalde anlaşılmıştır ki, böyle bir becerikli ve başarılı bir tutum ile, olayların eprövleşerek üzerimize gelmesini de önlemiş oluruz. Karşılaştığımız bir yaşam sınavının içerdiği bilgiyi, tesiriyle birlikte alabilmişsek / alabilirsek, onun yani, olayın eprövleşmesine gerek kalmaz. Amaç, epröv geçirmek değildir, amaç yaşam da değildir; amaç, bilgi uygulaması yaparak şuurlanmaktır. Yani, yaşamak değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.

  İşte, sadece yaşamak değil de, ‘nasıl yaşadığımız’ bizim için ön plana çıkarsa; idrakli hareket etmek, idrakli cehd sergilemek bizim yaşam tarzımız olur. ‘İdrakli hareket’ten kastımız, soyut / sonsuz idraklerin somuta indirgenmesidir, demiştik yazımızın akışı içinde bir yerlerde. İdrakleri somuta indirgediğimiz zaman da, sadece idrakli cehd sergileme şansını / fırsatını yakalamakla kalmayız; epröv, idrak ve cehdin; birlikte çalışmalarına da olanak sağlamış oluruz.

  Sınav-Çaba-Cehit
 
Epröv, idrak ve cehdin kombine çalışmalarının başka bir yararı da, tesirin formel hale gelmesini kolaylaştırmaktır. Çünkü, tesirin formel hale gelmesi yani davranışlarımıza ve yaşamımıza yansıması, epröv, idrak ve cehd üçlüsünün birlikte / kombine çalışmalarıyla olanaklıdır. Böyle bir içsel çalışma ile insanın şuurluluğu ve farkındalığı artar. Tesirin, davranışlarmıza ve yaşammıza yansımasının yani kullanılır hale gelmesinin bir önceki aşaması; o tesirin, zihinde form oluşturmasıdır yani, anlam ve vizyon kazanmasıdır. Kısacası, epröv geldiği zaman; epröv + idrak + cehd mekanizmasnı çalıştırarak o olaydan şuurluğu artmış bir şekilde kazançlı ve bilgili çıkabiliriz. Olaylara bakış açımızı bu şekilde değiştirdiğimizde ise her sınav kendimizi aşmak için bir tür aşkınlık ve derinlik operasyonu olur ve bize sevinç verir. Her insan gelişmeyi ve zenginleşmeyi çok sever ama asıl zenginlik ruhta genişlemek ve zenginleşmektir. Bunun anlaşılması için de belli bir olgunluğa ihtiyaç vardır.

  Her belli başlı yaşam sınavında bunu başarabilirsek; aynı tesir, değişik koşullar içinde bize yansıdığı zamanlarda bile, farklı haletler ve deneyimler dolayısıyla, yeni yeni kazanımlar yaşayabiliriz.

  Böyle bir yaşam; içsel mutluluk ve coşku, yasalara uygun tutum ve zaman enerjisine uyumlu davranışlar içinde bulunmaktır ki, bu da; içsel gelişim yönünde ilerlemekten başka bir şey değildir. İşte, yaşamın yürüdükçe dikleşen yokuşları boyunca böyle bir gidiş tutturabilirsek, adına maya illüzyonu adı verilen dünya cazibe alanlardından da daha az etkilenir hale geliriz. İllüzyona karşı böyle bir güç kazanmakla; yargılamaktan, hüküm vermekten, beşeri beklentilere girmekten ve nefsani koşullandırmalardan kurtulma şansını yakalayabiliriz. Ancak bu şekilde, illüzyon yanlgısını azaltmak olanaklı hale gelir. Bu, içsel gelişim açısından büyük kazançtır; beşeri zaaflarımızdan birisi olan ayırımcılık kusurundan da bizi kurtarır:

Ben ve benim dışımdakiler”,

Biz ve bizden olmayanlar”,

"iş yaşamında ve bireyler arasında ayırım",

"yönetimde çalışanlar arasında ayırımcılık",

"bireyleri; dış görünüşlerine göre, toplumsal statülerine göre ayırım",

"maddesel birikimlere göre ayırım" vb.

  Tüm bunlar, takdir edersiniz ki; kendini bilmezliğin, kendini birşey sanmanın, maddeleşmişliğin, beden tarafından yönetiliyor olmanın, kısacası illüzyonel yaşamın dünya beşerine özgü belirtileridir.

  Böyle bir birey, bu şaşkınlık (teşevvüş) içinde; elbetteki, zaman enerjisinin hele şu bitiş günlerinin zaman enerjisinin değişime zorlayıcı etkisini / baskısını ‘ıstırap’ olarak algılayacaktır. Zaten devre sonu ayıklanması da böyle bir proses ile oluşuyor. Tüm inisiyatik ve dinsel öğretilere, uyarılara, anımsatmalara ve inceli / kabalı eprövlere rağmen, zamanında ve makul bir süre içinde idraklenme cehdini gösterememiş, kendini, nefsinin zulmünden kurtaramamış bireyin kendi kendini elemesi / elimine etmesi, hatta devre dışı bırakmasıdır. Başka türlü ifadesiyle; her türlü uyarıya, tembihata, dikkat çekmeye ve ibretlik olaylara rağmen, değişime uyum sağlayamamak, ‘ayıklanma’ nın kaçınılmaz nedenidir.

  Daha genel anlamda ‘ayıklanma’  aslında, içinde blunulan zaman-mekan kesitinde, orada tezahür etmenin amacına uygun vasfa girememişliğin bir göstergesidir, ‘ayıklanma’. İçinde bulunduğu realitede, yeterli safiyete ve sadeliğe ulaşamamış olan bireyin, zaman enerjisinin değişime zorlayıcı etkisini ıstırap olarak algılaması doğaldır. Devre sonunun şuurda uyandırıcı yani pozitifleştirici etkisine karşı gerekli esnekliği ve safiyeti kazanamamışsak, değişimi / kıyamı ıstıraplı olarak yaşamamız kaçınılmazdır.

  Oysa ki; beşeri ve nefsani koşullandırmalara değilde, zaman enerjisine ve vicdann sesine yani vicdani koşullandırmalara uyum sağlama gücünü kazanmış bir kimse için durum çok farklıdır. Kısacası, birey; şuur alanındaki kiri / pası / tortuyu ve dirençlerini yani, simgesel anlamda ‘kabuklarını’ azaltmadıkça, olayları ve hatta, yaşamı ıstırap olarak algılamaktan kurtulamıyor.

  Az önce sözünü ettiğimiz, ‘zaman enerjisine uyum’ konusu anahtar niteliği taşıyan önemli bir konudur. Çünkü, genel dünya yaşamının gidişatını da yönlendiren, zaman enerjisidir. Devrenin şu bitiş günlerinde, deneyimlediğimiz ama uyumlanmakta zorlandığımız zaman enerjisi; aslında, devrenin Rabb’inin zamanıdır. Herşeyin sahibi olduğu gibi, zamanın sahibi de O’dur. İçinde bulunduğumuz zamanlar, bitiş ve yeniye başlangıç günlerinin zamanı olduğı için de, Rabb’e ait olduğunu bildiğimiz zamanın titreşiminin / tesirliliğinin yükselmesi doğaldır. Bu durumda bize düşen de, ‘yaşam’ adını verdiğimiz bu eprövler silsilesi içinde bu tesirliliğe uyum sağlamaktan yani, kendi titreşimimizi O’nunkine uyumlandırmaktan başka birşey değildir. Esasen yaşamanın / yaşamın hedefi de budur. Bir devre boyunca, enkarnasyonlardan yenilenerek doğuşlardan amaç, içinde bulunulan devreyi bitirip, bir üst devreye titreşim düzeyine, varoluş kesitine yükselmek ya da sıçramaktır.

<< Önceki Bölüm

Kaynakça: M.T.İ.A çalışmaları-Salı konferansları
Mukadderat ve İcabat-Bedri Ruhselman- Ruh ve Madde Yayınları-1980
Sadıklar Planı Tebliğleri

Yayın Tarihi: 27.Temmuz.2010

 

© Astroset 2004-2010