Metafor/Kuantum Evren

1- IŞIĞIN DOĞASI

WWW.ASTROSET.COM
Yayın Tarihi: 19.Nisan.2008

  Gerçek yaşamda, tıpkı tüm mitlerin yaratılışı gibi bir doğuş anı, "Tanrı'nın ışığı karanlıktan ayırdığı" bir an ya da fizik terminolojisiyle söylersek, kuantum dalga fonksiyonunun çöküşe uğradığı bir an vardır.

  O kadar bildik, o kadar alışıldık ve tanıdık bir şey gibi görünen ışığın asırlar boyu yapılan tüm araştırmaların ardından, asıl varlığının  halen bir bilmece olduğunu özellikle belirtmekte bu bölümü daha iyi anlamak için yarar vardır yani ışığın ne olduğu hakkında henüz çok kesin tanımlamalar yapılamamaktadır. Kısaca ne işe yaradığını şöyle bir gözden geçirmeye kalkarsak diyebiliriz ki; ışık şekilleri görünür kılar. Işıksız, gören göz dahi görmez olur, madde ile çarpıştığında, renkleri meydana getirir. Renkler ışıktan yapılmıştır. Ve onlar, maddeyi temaslarıyla uyandırdıktan sonra tekrar ona dönerler.

 

  "Renkler", diye yazıyor Johann Wolfgang von Goethe, "onlar ışığın acıları ve eylemleridir." Fakat ışığın yapabildikleri sadece bunlar değildir. Araştırmaların gösterdiklerine göre; doğru ışık bizi iyileştirirken, yeşil ışık bizi hasta eder. Fakat bunu düşünen var mı? Ya da buna uyan kim? Atalarımız ışığa saygı gösterdiler ve taptılar, biz ise analiz ettik, büyüsünü bozduk ve uysallaştırdık; sadece tek bir düğmeye basarak ışığa uygun hale getirdik. Yine de günümüz bilim adamları, ışığın gerçekten ne olduğunu henüz tam bir kesinlik içinde tanımlayamamaktadır. Hakkında söyleyebileceğimiz ancak onun tesirleridir.

 

  Işık şifadır ve ışık besindir. Işık bu gezegen üzerinde kesinlikle tüm yaşamın temel dayanağıdır ve büyük bir olasılıkla tüm evrende de böyledir. Canlı varlıklar sadece ekmek ve yiyecekle beslenmiyor, bunların yanında özellikle ışıktan besleniyorlar. Dünya üzerindeki canlı varlıkların gelişimi için en önemli temel kaynak, bitkilerin fotosentez sayesinde ışıktan elde ettikleri enerjidir. Işığa gereksinim duyanlar sadece bitkiler değildir; aynı şekilde hayvanlar, bakteriler, mantarlar ve elbette insanlar da ona gereksinim duyarlar. Günümüzde bir dizi tıbbi araştırma ve doktorların asırlar boyu edindiği tecrübeler bize kesinlikle göstermiştir ki, güneş ışığının yokluğu birçok fiziksel ve ruhsal hastalıklara neden olmaktadır.

  Işık enerjidir, ışık bilgi aktarır. Buradan, insanlar ile birlikte tek hücreliler de faydalanır. Hücreler, daha doğrusu büyük bir ihtimalle tüm canlı varlıklar, sadece kimyasal iletici elementlerle veya hormon ve benzerleriyle değil, "biyofotonlar" ya da "aşırı düşük hücre ışıması" denilen ışık vasıtasıyla iletişim sağlarlar. En azından sağlıklı oldukları sürece.

  Örneğin kanser hücreleri, bu iletişim umudundan vazgeçmişlerdir ve tıpkı insanlarda da olduğu gibi tek ilgileri, etrafını hiç umursamadan, sınırsız bir biçimde çoğalmak olur. Aşırı ışık diğer faktörlerle birleştiğinde kansere yol açar. Fakat doğru kullanıldığında iyileştirebilir. Güneşin şifa verici tesirleri antik çağın hekimleri tarafından bilinmekteydi ve 19. yüzyılın son dönemlerinden beri renk terapisinin çeşitli yöntemleri çağımızda da tanınmaya başlandı. Kanser tümörleri bile özel yöntemlerle uygulanan ışığın şifa verici gücüne karşı koyamamakta. Şifa veren elleriyle birçok hastaya yardım edebilen insanlar, büyük bir olasılıkla bunu, ellerinden akan ışığın yardımıyla gerçekleştirebilmişlerdir.

Işık, özellikle renkli ışık, insanın ruh haline ve onun hücre değişimine, hormon salgılarına, algı yetilerine, kısacası onun hal ve sağlığına tesir etmektedir.

 

  Işık iyileştiricidir, ışık hayati bir önem teşkil eder; fakat aslında nedir bu ışık ?

  Ansiklopedik bilgilere göre; "Işık" dendiğinde anlaşılması gereken, devasa elektromanyetik dalgalar tayfının gözle görülebilir en küçük bölümünün dalga boyu alanı 400 ile 800 nanometre (metrenin milyarda biri) olmaktadır. 800 nanometrenin üstünde kızıl ötesi (IR) ve 400 nanometrenin altında ise ultraviyole (VV) ışınları bulunmakta, burada“ışık"tan olduğu kadar "ışınım"dan da söz edilmektedir.

 

  ÇEŞİTLİ AÇILARDAN IŞIK

  Konuyla ilgili bilgilere göz atıldığında ışığın genelde üç yönde işlendiğini görmekteyiz: fizik, biyoloji ve metafizik. Fiziğin ve biyolojinin bakış açısı "dış ışığa" denk düşer; elektromanyetik dalga olarak ışık ya da enerji veya enformasyon taşıyıcı. Metafizik görüşün araştırdığı ise "içsel ışık"; bununla kastedilen mistiklerin duyumsadığı ışık (aydınlanma) deneyimleri ve ışık fenomenleri ile birlikte tıbbi olarak ölmüş ve yeniden hayata döndürülen insanların yaşadıklarıdır.

  Işığın tüm bu türleri, her biri kendi yöntemiyle iyileştirici tesirler taşırlar. Atalarımıza göre ışık daha çok metafizik bir olguydu, unsurdu. Tanrısal bir nitelik taşıyordu; güneş ve ay; gün ve gecenin büyük fenerleri ile birlikte gökteki yıldızlara ve gezegenlere de tanrı olarak tapınıldı. Bu tapınmanın temelinde yatan anlayışı, en güzel bir biçimde ölümünden az bir süre önce Goethe'nin Akkermann'a söylediklerinde yeniden bulmaktayız

  "Eğer bana sorarlarsa, doğamdan mıdır güneşe tapmam, öyleyse defalarca söylüyorum: Elbette! Çünkü yüce olanın zuhurudur o, hem de en kudretlisi, biz dünya çocuklarının algısına sunulan. Ben ondaki ışığa ve Tanrı'nın yaratıcı gücüne tapıyorum, sadece onun sayesinde yaşar, oluşturur ve var oluruz; bitkiler ve hayvanlar ile birlikte. "

 

  IŞIĞIN GERÇEK VARLIĞI: BİR BİLMECE

  Eski Sümerler ve Babilliler de güneşe tapardı. Keltler ve Germenler de güneşe bir Tanrı olarak saygı gösterirdi, aynı şekilde İnkalar ve binlerce insanı kesip, onların titreyen kalplerini güneşe kurban eden Aztekler de. İnançlarına göre bu, güneş gücünün sürekliliğini sağlamaktaydı. Bu örf, muhakkak büyük bir yanlış anlamanın eseri ve ruhsal bir tebligatın yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü; anlamamız gerekenin, kalplerimizi güneşe adamamızı öneren bir mantal öğütten ibaret olduğunu düşünebilirsek, asıl yoruma ve manaya işte o zaman ulaşmış oluruz.

  Mısırlılarda güneş; Tanrı Ra'nın varlığında, İlahlar Panteonunun en üst noktasında yerini almaktaydı, onun bakışı ışığı yaratırdı M.Ö. 13. yüzyıldan kalan papirüslerde bu bilgiler var. Mısırlı hekimler büyük bir ihtimalle, ışığın ve renklerin iyileştirici gücünü bilmekteydiler.

  Yunanlılarda bu bilgi iyice belgelenmiştir. Onlar Güneş tanrıları Helios için bir şehir adadılar, "renk terapisi" uygulanan tapınaklarıyla Ünlü olan Heliopolis'i Orada ışığın anlamı; tedavi ve dinsel bütünselliğini henüz korumaktaydı. Işık, tanrı'nın vasfı ve aracıydı, sıkça da onunla özdeş görülürdü:

  "Tanrı ışıktır ve onda zerre kadar zulmet mevcut değildir..." Havari Yuhanna'nın ilk mektubunda böyle denmektedir. Ve ardından: "Kim ki kardeşlerini sever, o ışıktadır, çünkü Tanrı sevgidir ve kim ki sevgide barınır, o Tanrıda ve Tanrı ondadır."

 

  Işık, Sevgi ve Tanrı; "Bir"dirler. Bu bize bir Hint kavramı olan "Sattwa"yı hatırlatıyor; o, tanrısal özün vasfına ve aynı zamanda ışığa, ruhsallığa ve bunlardaki merhamet, sevgi dolu ilkeye işaret etmektedir.

  Günümüzde ise ışık bu ruhsal anlamını neredeyse tamamen kaybetmiştir. Ve bugün çoğu insan için düğmeye basıldığında ortaya çıkan bir şeydir. Işık artık özel bir şey değil, sadece bir çeşit elektromanyetik dalgadır. Nasıl ortaya çıktıkları ve nelerden oluştukları fizik kitaplarında yazılıdır. Oysa ışığın gerçek varlığı halen bir bilmecedir ve atalarımızın, ışığı Tanrı'nın bir vasfı olarak görmeleri; bugünün doğa bilimcilerinin ve yeni fizikçilerinin öne sürdüğü "dalga/parçacık düalizmi" anlayışından daha tuhaf değildir.

2- Esir Hipotezi  

3- Foton İletişimi

 

© Astroset 2004-2010