Metafizik / New Age

YAZI DİZİSİ

WWW.ASTROSET.COM

Düşünce ve Duygu Kontrolü - 3

 

  Geçmişten dersler çıkarmak
 
Şimdi siz " Geçmişte yaptığımız hatalardan ders almayacak mıyız?" diyeceksiniz. Biz deneyim yapan varlıklarız. Elbette ki gerektiğinde geçmişe başvuracağız, yarınlar için umut beslemeyelim mi? Umut bizi motive eder, devam etmemizi sağlar. İmajinatif çalışmalar vizyonumuzu genişletirler. Hayallerimiz, umutlarımız olmadan yaşanır mı? Geçmişte yaptığımız hatalardan ders almayalım mı? Zaman zaman geçmişe, zaman zaman da geleceğe yönelik zihinsel etkinliklerimiz elbette ki olacaktır. Burada sorun, hep oralarda kaldığımızdan kaynaklanır.

  Şimdi'nin doyumuna pek fazla ulaşamadığımızdan, belli şeyler istediğimiz gibi olmadığından, sürekli olarak bir direnç halindeyizdir. Sürekli yük taşımakla meşgulüzdür. Hafifliğin ne demek olduğunu bilmediğimizden, yüklenir de yükleniriz... Duygularımız ve zihnimiz olabildiği kadar bilgi, akıl ve vicdan yardımıyla kontrol altına alınmalıdır. İçsel gelişimin gereği olarak uyanık ve duyarlı çabalara sahip olmamız ve bu çabaları sürdürmemiz gerekmektedir. Bu aynı zamanda; değişip, dönüşüp yenileşmenin "yeni çağa aday kişi" olmanında gereği değil midir?

  Şimdiki halde, genel beşeriyet olarak çok benlikli bir yaşamın doğal sonucu olarak; bireylerin aklı, bilgi malzemesinden çok duygu malzemesiyle hükümler oluşturulmaktadır ne yazık ki.. Böylece de akıl kapasitesinin çok altında çalışmaktadır. Duyguyu doğru yaşamak ve doğru düşünebilmek  için idrak ve bilgi gereklidir ki buna da şuurlanma adını veririz. Eğer doğru yaşarsak, olayları da doğru değerlendirebiliriz. Varlığın iki türlü bilgiye ihtiyacı vardır: Birincisi "Ben bilgisi", ikincisi "eşyanın bilgisi" dir. Her iki bilgi de varlığın şuur düzeyini yükselteceğinden, idrakini arttıracağından duygularını ve düşünce kalıplarını tanıması daha kolay olacaktır. Duygular yok edilemez, buna gerek de yoktur ama kişinin kendini (nefsini) duyguları bağlamında eğitmesi gereklidir. Duyguların doğru kullanımı ise esaretimizi yok edeir. Ruhen özgür oluruz, günlük olaylar, eşya, eş, dost, yakınlar bizi artık asla esaretleri altına alamazlar.

  Ben Bilgisi
  "Ben bilgisi" dedik, nedir bu "Ben bilgisi"? Biraz önce zihnimizle özdeşleşmekten kaynaklanan bir "ben duygusu"ndan söz etmiştik. Benlik duygumuzu, beşeri bir yanılgı ve zaaf olarak zihnimizden aldığımızı söylemiştik. Benlik duygusu çok daha derinde ve çok daha gerçek bir yerden alınmalıdır. Biz bu bedenimiz değiliz, biz bu bedenimizin işlevlerinden ibaret değiliz. Beş duyu ile algıladığımız her şey; bu dünyaya aittir, eşyanın bilgisine aittir, maddeye aittir. Biz bir ruh varlığıyız ve bu dünyaya enkarneyiz. Buraya ait olan hiçbir şey varlığımıza, "Asıl benlik bilgimize" mal edilemez. İşte bunun şuurunda olabilirsek ve bu idrakimizi genişletip bunu sürekli kılabilirsek, bize ait sandığımız duyguların illüzyonel dualite alemine ait olduklarını da daha rahat anlayabilir araya gönüllü olarak mesafe koyarız ki, bizi esir almasınlar ve özgürlüğümüz kaybolmasın. Örneğin malına mülküne çok düşkün bir insan o malın, mülkün esareti altına girmiştir ve tüm yaşamına o gözlükle bakmaktadır. Hatta yanına dostluk duyguları ile yaklaşan insanlara karşı bile kuşku içinde yaşamakta, malı-mülkü kaybetmek korkusu yaşamı ona zehir etmektedir.

  Eşya Bilgisi
  Yukarıda, "Eşya bilgisi" demiştik; yani ben sandığım bedenim, onun işlevleri ve beni saran ve çevreleyen madde... Bunları hepsi eşyanın bilgisidir. Maddenin, ruh varlığı üzerindeki etkisinden hep söz ediyoruz. Maddeye egemen olmaktan, onun cazibesinden kurtulmaktan söz ediyoruz. Bunun ne kadar önemli olduğunu sıkça yineliyoruz. Maddeye egemen olabilmek için onu tanımak, onun sadece bir içsel gelişim aracı olduğunu bilmek gerek; bu da "kendini tanıma" uygulamasının bir parçasıdır.İnsanı sık sık geldiği dört yol ağzındaki keskin ayırımlardan kurtaran tek şey de kendini bilme çalışmalarında kendi kendine sorduğu sorulara verdiği dürüst yanıtlardır. 

  Ancak böyle bir titizlikle eğitilmiş zihnimiz, aklımız bir çok şeyin ayrımını çok sağlıklı ve gerçeğe daha yakın yapacaktır. Evrensel şuurla, bireysel şuurumuzun beraber çalışmasından doğan öze ilişkin bilgilerin aktif düşünce alanımıza, zihnimize indirilebilmesi, idrakimizin genişlemesine katkı sağlayacak, "hakikat" yönünde hareket etme şansımızı artıracaktır(5).

  Duygu-Akıl İşbirliği
  Duygu-akıl işbirliği birçok alanda bireye verimli çalışmalar yapma olanağı sağlar. Otomatik zihnin kışkırtmalarıyla  hareket eden kişi duygusal davranır. Bir tesir aldığımızda hemen zihin devreye girer; gerçeği eğip büker, kendine göre nefsani çıkarlar yönünde yorumlar, geçmişimizde o olayla ilgili bulunan kalıpları bulur ve biz ona göre bir duygu yansıtırız. Bu da büyük bir olasılıkla daha önce söylediğim gibi, duygusallık olacaktır. Yani beyin, hipotalamustan yanıt verecektir. Tesir alır ve tahlil etmeden hemen yansıtır. Zihin yaşamakta olan gerçeği yok saydığından, maziye başvurduğundan, gerçek duyguyu da iptal edecektir.

  Zihni algıda değil, duyguyu değerlendirirken kullanmalıyız. Zihni algı sırasında devreye sokarsak, yukarıda da  belirttiğimiz gibi; düşünce kalıpları devreye girip, çağrışımlara neden olurlar. Şimdi ile bağlantımız kopar. Duygusallık dediğimiz hal ortaya çıkar. Nefsani zihnin işi bitmemiştir. Hemen duygusal davranışlarımızı meşrulaştıracak bahaneler üretir. Sağlıklı çalışmayan zihin egonun kölesidir. Ego için 'an' mevcut değildir; onun için önemli olan, geçmiş ve gelecektir. Onu besleyenler 'an'ın dışında olan her şeydir. Zihnimizle özdeşleştiğimiz sürece, ego yaşamımızı yönetir. Bu şekilde yaşamanın inisiayatik ve ezoterik ifadesi "nefsin zulmü altında ve uykuda yaşamak"tır. Nefs, çok güçlü görünmesine rağmen, aslında güvensizdir. İdrakli insanda ise, bir tesir alındığında, tesir analiz edilecek ve o tesire uygun duyguyla ve daha da önemlisi, bilgi ile tepki verilecektir. Burada, dikkat edilirse; zihin, duyguyu değerlendirmede kullanılmaktadır.

  Duygu duygudur, aklileştirmeye gelmez. Akıl ve duygu farklı şeylerdir. Zihni duygunun alanına sokmamak gerek. İdrak edilmiş bilgiyi sokmak dengeyi ve sükuneti sağlayacaktır. Tesiri hızla alırız, ama hüküm verirken Tedriç Yasasına tabi oluruz. Bu durumda hissettiğimiz duygu, gerçek duygu olacaktır; eğer gerçekten kızmamız gereken bir durum meydana gelmişse, bunu ifade edeceğiz. Öfkemizi bastırmayacağız ya da yerine başka bir duygu koymayacağız. Yani üzülmeyeceğiz. Eğer bunu bilerek yapıyorsak, yine de sorun yok. Seçim bizim seçimimizdir. Sorun bunun farkında olmayışımızdan kaynaklanıyor ki bunu nedeni kendini bilmeyişimiz yani uyurgezer durumda oluşumuz. Yeterince uyanık olmadığımızı ve farkındalığımızın yüksek olmadığını bilmiyoruz. Bu da alışılagelmiş duygu kalıplarımızdan biri olduğu için durumun negatifliğinin farkında değiliz. Ortada sorun yoksa, neyin çözümünü arayacağız ki? Böylece tesir gerçek yerini bulana kadar insanın dengesini bozar durur.  Duygusallıkta bu oluyor.

  Duygusallık ve Özdeşleşme
  Sıkıntılarımızın çoğu duygularımızın kontrolsuzluğundan kaynaklanır. Özdeşleşmeler de enerjisini bu başıboş duygulardan alır. Özellikle gençler arasında bu fazladır. Buna bağlı olarak da onların duygusal karmaşaları fazladır. Kendilerini yalnız hissederler, aile fertleriyle aralarındaki ilişki zayıflamıştır. Bu yalnızlık duygusundan kaçma adına erdemlerle bağdaşmayacak tutumlar içine girebilirler. İlkel bireylere özgü saldırganlık ve şiddet örneklerini medyada sık sık görüyoruz...

  Özellikle bu gençler kendi aralarında ve duygusallıklarına göre gruplaşırlar. İdolleri vardır; yani özdeşleştikleri "put"ları... Takım hayranlığı, sanatçı hayranlığı gibi. Dinsel öğretilerde bunun adı putperestliktir. Muhammed Peygamber'in Kabede putları kırarak sergilediği eylem, aslında; özdeşleşmelerin, içimizdeki putların, putperestliklerin kırılmasının simgesidir. Biz de objektif bir şekilde kendimizi gözlemlemeli ve putlarımızı kırmalıyız. Muhammed Peygamber, bildiğimiz savaşları bitirdikten sonra, veciz bir ifadeyle durumu, mealen şöyle belirtmiştir:  "Gerçek cihad, insanın kendi kendisiyle olan cihadıdır." Cihadın içinde, kendini tanıma, nefsin ve duygusallığın eğitilmesi vardır. Bir gün halifeye, "En güçlü insan kimdir ?" diye sormuşlar. O da " Öfkesine sahip olandır." diye yanıtlamış. Burada "öfke" duygusallıklardan bir elemandır. Duygusallık kontrol altına alındığı zaman, özdeşilen şeylerin de önemi azalır ve onlardan kurtulmak kolaylaşır.(6)

  Duygulardan besleniyoruz. Kendini bilen kişiye yakışan, onları yönlendirmesi ve onları birebir yaşamasıdır. Önemli olan duygulara egemen olmak değildir. Hep duygulara egemen olmaktan söz edilmiştir. Duygularımızın dizginlerini ele geçirme hayalleri kurmuşuzdur. Duygulara egemen olmak mümkün değil. Aslolan onları yenmek ya da yok saymak değil, onları kontrol altında tutup, duygulardan içsel gelişim yönünde yararlanmaktır. Bu arada, aklı da devreye sokup, hissettiğimiz duygunun tahlilini yapmaktır: "Şu anda neden böyle hissediyorum? neden alınganlık gösteriyorum? Karşımdaki ne demek istedi? Ben ne anlıyorum?" Göreceksiniz, çoğunlukla bu tür soruların yanıtını geçmişinizde bulacaksınız.

  Eminim, sizi alıngan olmaya iten birkaç öykünüz vardır. Ama artık Şimdi'desiniz ve karşınızdaki kişi yeni biridir(o, aynı şahıs olsa da, yenidir, zamana göre başkalaşmıştır), olay da yepyeni bir olaydır. Ya da eski bir dosttur ama olay  yepyeni bir olaydır, ve siz o dostunuza etiketi çoktan yapıştırdığınızdan hükmünüzü vermişsinizdir bile. O hükmü devreye sokarsınız. Onunla eski bir iletişimsizliğiniz olmuştur ve siz bu negatifliğin anısını, tesirini, hala saklamaktasınız. Olayı Şimdi'de tahlil ettiğinizde, gerçek duygunuzun daha sağlıklı olduğunu göreceksiniz. İşte o anda ne hissediyorsanız hissedin, o gereklidir. Kurtulmak için gayret göstermeyin, yalnızca ona layık olduğu önemi verin. Duygu bastırılmazsa, marazileşmez.

  Yazımızın bir yerlerinde de; farklı duygu hallerine girip çıktığımızı belirtmiştik. Gelip geçen anlık hallerdir bunlar. Eğer onu gerektiği gibi yaşamazsak, zamanla bu anlık haller, sürekli hale gelir. Örneğin, birine kızdık diyelim. Çok büyük bir olasılıkla, sağ duyunun ve görgü kurallarının gereği olarak öfkemizi bastırırız. O an öfkemizi ifade etmediğimiz için bu duyguyu içimizde hapsetmişiz demektir. Bu, yapay bir öfke (ya da duygusallık) kontroludur. Bu tavrımız alışkanlık haline geldiğinde, öfkeyi biriktirmeye başlar ve sürekli öfke duyan biri olur çıkarız. Eğer bu olumsuz duyguyu bir şekilde, kendimize ve başkasına zarar vermeden boşaltabilseydik, üzerimizdeki tahribatı ve duygusallığa dönüşümü mümkün olmazdı.

  Peki, nasıl yani?
  Kendinize her türlü duyguyu hissetmeye izin verin. Şov nitelikli olmamak kaydıyla; öfkeli olun, ağlayın, sevinçliyseniz kahkahalarla gülün, bu duyguların derinliklerine dalın, onları bastırmayın. Eğer o an yapamıyorsanız, yalnız kaldığınızda deneyin. Bu tutumunuzu sürekli kılarsanız, zamanla duygusal bir esnekliğe kavuştuğunuzu görecek ve hiç bir duyguya gerektiğinden fazla zaman harcamayacaksınız. Hatta daha da iyisi, tüm eski biriktirmiş olduğunuz olumsuz enerjileri de tamamiyle atacak ve geçmişin yükünden kurtulacaksınız. Kalbinizde bir duygunun yükseldiğini hissettiğiniz zaman, buna vesile olan objenin (haberin/kişinin vb.)üzerine değil,  bu duygu üzerinde yoğunlaşın. Yani, tesirin kaynağına değil; kendinize dönen o tesirin sizde uyandığı haletin üzerine yoğunlaşın. O haleti yaşayın; o kadar ki, o duygunun kendisi olun.

  Duygularımız tekamülümüz için, deneyimlerimiz için gerekli olan pratik tesirleri almamıza yarayan birer süzgeçtirler ve çok önemlidirler ve bedensel benimize aittirler. Belki çok yüce değildirler ama bayağı da değildirler. Daha yüksek bir tesir konisine girmemiz onların bu anlamda doğru değerlendirilmesiyle olasıdır. Yeni daha süptil bir tesir konisinin enerjisine hazırlık çalışmalarıdır bunlar, o enerjiye alışma ve ona egemen olma çalışmalarıdır. Bu da "yeni insanlık dönemi" ne hazırlık çalışmalarımızın bir parçasıdır aslında... Çünkü “yeni insan”, duygularını kontrol altına almış, duygusallıktan kurtulmuş kişi olacaktır. Duygularımızın, bu anlamda bize yardım etmesine izin vermeliyiz. Başka tesirlerde olduğu gibi, (örneğin nefsaniyet tesiri, vicdan tesiri...) duygu tesiri de şuur aydınlığına ulaşmamız için, çıkmak zorunda olduğumuz basamaklardan biridir. Duygusallık, beşeri realitelerin basamaklarında sevgi basamağından önceki basamaktır.

  Yeni Çağ Realitesine Aday Olmak
  Duygularımızı eğitmedikçe, “yeni insan”ın başka bir adı olan “sevgi insanı” olmak olası değildir. Sevgimizi de duygusallık kirinden arındırmak durumundayız. Bu basamaklar bizi bir uyurgezer olmaktan, bir uyanıklığa, farkındalığa yükseltecektir. Uyurgezer makine kişi, sıradan olandır, ötekisi ise, aydınlanmış ve uyanmış insan demektir. "Ben ve eşya" bilgisinin sonsuzluğunu özümseyebilmiş, duygularını ve düşüncelerini doğru değerlendirebilen, güçlü, iradeli, içsel çabayı elden bırakmayan, pozitif ve vicdan tatbikatı yapabilen erdemli insandır. Bunun başka türlü ifadesi de
"yeni çağa aday olmak"tır. Yeni çağın enerjilerini kullanmaya aday olmak demek: Şuur düzeyi yüksek, bir üst realiteyi yaşamaya hazır, bir üst realitenin titreşimine, tesirine dayanıklı kapasiteye gelmiş insan olacaktır ve elbette ki, gerçek anlamda özgür insan da budur..

Metin Kutusu: Şekil 2 : REALİTE BASAMAKLARI
Bir beşeri realite basamağında bulunan varlıklardan dolayı bir “tesir kuşağı” oluşuyor. Bu tesir kuşağına karşılık olan  “tesir planı” o beşeri realitenin , Rabb Planı içindeki yansıması (idesi) olmaktadır.

 

 

 

   Beşeriyetin gelişiminde irade ile düşüncenin bir arada  çalıştırılması oldukça yeni, hissetme ise her şeyden eskidir. Bireysellik gelişimi sürecimiz içinde  kişi, düşünmekten önce, hissettmeye önem vermiştir. Duyguların, duygulanmanın, düşünceye göre daha yaşlı olması elbetteki ki üzerimizdeki egemenliğinde de önemli rol oynar. Bir sürü refleks ve içgüdümüz, duyularımızın aracılığıyla oluşur. Bu nedenle, başlangıçta, hisseden, ama bilmeyen beşerden söz edilebilir. Çünkü bilmek, bir yerde düşünmeyle var olan bir iştir. Hissetmeyle beraber düşünmek, kendini ve maddeyi tanıyabilmek, madde düzeni hakkında bilgi sahibi olmak, madde ile kendi arasındaki bağları kurmak vs. tarzındaki işler varlığın irade beyanıyla bir amaca bağlı bir çalışmasıyla elde edilmiştir.


DİPNOTLAR

(5) "Hakikat"ı araştırmadaki ihlas yani, temiz kalple, içten gelen sevgi ile doğruluk ve Tanrı'nın rızasına bağlılık  bireyi/araştırmacıyı doğru bilgiye ulaştırır; doğru bilgi gerçek imanı oluşturur. Gerçek iman ise zorunlu olarak iyi ameli ve güzel ahlakı (takva) beraberinde getirir.
(6) "Şeytana ve putlara kulluk etmekten kaçınıp, ALLAH'a  yönelenlere müjde vardır. Ey Muhammed, dinleyip de; en güzel söze uyan kullarıma müjdele, işte ALLAH'ın doğru yola eriştirdiği onlardır ve onlar akıl sahipleridir." -Kur'an, Zümer 17,18

Yayın Tarihi: 20.Mayıs.2010

<< Önceki Bölüm

Sonraki Bölüm >>

 

© Astroset 2004-2010