Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

 

Tekrar Doğuş I

Bedri RUHSELMAN

Yayına Hazırlayan: Selman GERÇEKSEVER

Tekrardoğuş ve Tenasüh

  İnsanların dünyaya tekrar tekrar gidip gelmeleriyle ilgili kanaatler çok eski zamanlardan beri vardır. Fakat bunlar değişik devirlerde, anlayış farklılıkları yüzünden değişik yorumlara uğramıştır. Bu çeşitli yorumlar tekrardoğuş kavramıyla ilgili gerçeklerin zamanla kararmasına neden olmuş, tekrardoğuş fikri böylece yön değiştirerek tenasüh anlayışına dönüşmüştür. Tenasüh ile tekrardoğuş arasındaki fark nedir?

 Bu iki kavram arasında çok büyük ve esaslı farklar vardır; o kadar ki, tenasüh ile tekrar doğuşun birleştiği sadece bir tek nokta ayrı tutulursa, bunların her noktada birbirinden ayrıldıkları söylenebilir. Bu tek nokta, ruhların dünyaya tekrar tekrar gelip gitmeleridir. Fakat ruhların dünyaya tekrar tekrar gelip gitmeleri fikrinin tek başına hiçbir değeri yoktur. Eğer bu durum Sebep – Sonuç Yasası’nın dışında ele alınırsa, anlamsız düşüncelere yol açar.

  Dünyaya gelip gitmeler ancak Sebep – Sonuç Yasası ile ortaya çıkan varlığın gelişim ihtiyacına araç olması bakımından bir değer kazanabilir. Oysa ki tekrardoğuş fikrini tenasüh fikrinden ayıran esaslı nokta; birincisinde gelişim anlayışının bulunması, ikincisinde ise bu anlayışın olmamasıdır. Tenasühte, varlığın gelişmesi fikri yoktur. Daha doğrusu bu yol bizi herhangi bir gelişim, dönüşüm, değer kazanma götürecek içerikte değildir. Çünkü tenasüh, cezalandırma ve ödüllendirme anlayışı üzerine kurulmuştur. Dahası, ödüllendirme ve cezalandırma burada sanki idealleştirilmiş gibidir. Gerilik gereği olarak beşerî varlıklar hemen hemen sürekli bir şekilde fiillerinin ve hareketlerinin yaptırımlarını ararlar. Bu durum yüksek İlliyet İlkesine nüfuz edememiş olmamızın doğal bir sonucudur. Bir çocukta bunun iyi örneğini görmek olasıdır: Çocuk bir eylemin gereklerini düşünmeye başlamazdan çok önce onun arkasından gelecek ödülü / armağanı ya da cezayı düşünür. İşte tıpkı bunun gibi, determinizmaya dayanan tekrardoğuş olgusu da yerini, çocukluk döneminde bazı kimselerin elinde, kuvvetini ödül ve cezalı fikirlerden almış bir tenasüh inancına bırakmış oldu. Buradaki ödül ve ceza fikirleri hakkında okuyucularına açık bir fikir verebilmek için Manu Yasaları’nın 12. Kitabından bazı kısımları alıntılamak istiyorum:

16- “Kötü işler yapmış enkarne varlıklar ölümden sonra cehennem azâbına uğramak için bir beden edinirler.”

20- “Eğer ruh hemen hemen sürekli olarak faziletli yaşamış ve nadiren günah işlemiş ise, cennetin lezzetlerini tatmak için bir beden edinir.”

21- “Fakat eğer ruh, dünyada genellikle kötülük yapmış ve nadiren iyilik işlemiş ise; ölümden sonra “Yama” tarafından belirlenen işkenceleri çekmek üzere bir bedene girer.”

  Buraya kadar yazdığımız kısımlar sonlar ki dinlerin tümünde etkilerini aşağı yukarı aynı şekillerde göstermiş kadîm Hindistan’da geçerli dinsel inançların ahretteki cezaya karşılık olan hükümlerinden birkaçını içermektedir. Bundan sonra gene aynı kaynaktan alarak devam ettiğim kısımlar ise, aynı düşüncenin tenâsühü doğuran cephesini gösterecektir:

40- “İyilik vasıflarıyla sınıflanmış ruhlar ilahi bir doğa kazanırlar. İhtiyaçlarına egemen olan varlıklar insan olurlar. Karanlıklara dalmış olanlar ise yeniden hayvanlık hallerine gömülürler.”

55-“Bir Brahman’ı öldüren kimse cinayetin ağırlığına göre; bir köpek, bir yaban domuzu, bir eşek, bir deve, bir boğa, bir teke binek hayvanlarından biri, bir kuş vb. olarak yeniden doğar.”

56- “İspirtolu içkiler içen bir Brahman; bir kurt, bir çekirge, pisliklerle beslenen bir kuş ya da vahşi bir hayvan şeklinde tekrar dünyaya gelir.”

57- “Altın çalan bir Brahman bin kez örümcek, yılan, bukalemun, deniz hayvanları ve fenâ vampirler bedeniyle doğar.”

58- “Babasının yatağını kirletmiş bir kimse; yüz kez ot, çalı, akbaba gibi et yiyen kuşlardan biri, arslan gibi sivri dişli bir hayvan ya da kaplan gibi bir canavar olarak yeniden doğar…”

  Daha fazla uzatmaya gerek yok. Bu kadar açıklama, bir tür çocukluk psikolojisi içinde bulunan kimselerin, dünyaya gelip gitmeler hakkında yüksek mürşidler tarafından öğretilmiş hikmetlerle dolu ilkeleri ne kadar ilkel şekilde yorumladıklarını ve yüksek tekâmül hedeflerinin nasıl unutup gittiğini göstermeye yeterlidir. Dikkat edilirse burada, dünyaya gelip gitmeler bir araç değil, ceza görmek için bir amaç olarak görülüyor ve yine bu anlayışa göre bir varlığın; bir yaşamda beşer, başka bir yaşamda kuş ya da et olarak yaşanması, hattâ cezasını çekmek için gerekli bir görülüyor.

  Bu düşünceler, tamamıyla anlamsız bir duruma sokulmuş ve tamamıyla yanlış yorumlanmış bir kanaatin ürünüdür. Bu konu, bizim anlayışımıza göre, başka yollarda ve başka amaçlar uğrunda irdelenmiş ve değerlendirilmiştir. Tekâmül olgusunun doğa yasaları gereğince son derece düzgün ve ardı ardına bir seyir içinde olduğunu biliyoruz. Bu bilgiye göre, bir tekamül merhalesini tamamlamış olan ruh varlıklarının tekrar geri merhalelere döneceğini kabul edemeyeceğimiz gibi, belirli tekâmül yollarını tamamlamadan, her hangi bir varlığın birden bire birkaç merhale yukarıdaki düzeylerden birine fırlayabileceğini de tekâmül amaçlarına ve olanaklarına uygun bulmayız.

  Bilimsel hiçbir kanıtı dayanmayan tenasüh fikrine karşılık, bu kitapta ayrıntılarıyla irdelenecek olan tekrardoğuş gerçeği gözlemlere deneysel celse çalışmalarına olaylara dayalı bilimsel ve felsefi bir düşünce ürünüdür. Bundan başka o, İlliyet İlkesi ve tekamül amacıyla tam bir uyum halinde yürümektedir. O halde, büyük bir gerçeği ifade eden tekrardoğuş fikri nasıl bozuldu ve nasıl tenâsüh gibi yoz bir görünüme büründü?

Tekrardoğuş Fikrindeki Yozlaşma Nedenleri

  Fikir ve duyguların gelişinde hiç kuşkusuz büyük roller oynayan; Çakya- Mouni, Fisagor, Eflatun, Hz. İsa ve benzerleri gibi yüce varlıkların talimatı onların söyledikleri ya da söylemek istedikleri şekilde herkes tarafından anlaşılmış değildi. Bu büyük inisiyelerin ve onların öğrencilerinin varmış oldukları anlayış ve duyul yeteneği düzeyinden çok aşağı düzeyde bulunan hakli bunların öğretilerindeki derin anlamları bir zaman için anlamış bile olsalar, ergeç unutacaklardı. Dahası, hurafeler ve bâtıl inançlar içinde kalmış, sürekli olarak geri eğilimlerle yüklü bulunan toplumların böyle yüksek gerçekleri birden bire ve tüm açıklığıyla anlamalarına esasen olanak da yoktur.

  Allah’ı çevrelerindeki şeyler (eşya) ve yaratıklar arasında arayan ve en yoğun maddesel kavramlardan düşünce ve duygusunu kurtaramayan bireylerin hikmet erbabına karşı gösterdikleri tehlikeli ve tutucu tavırları, her gerçeğin tüm açıklığıyla söylenmesine olanak bırakmaz. İşte bu nedenle hukema, açıklamalarını, zamanın gereklerine göre bazı sembolik görünümlere sokarak, daha maddesel ve kolay anlaşılır şekillerde yaymışlardır. Bu durum, söz konusu açıklamaların iki çehre içinde okutulup öğretilmesine yol açtı: Bunlardan birisi içsel (içe ait) çehre, ötekisi de dışa ait (dışla ilgili) çehre.

  İçsel açıklamalar gerçeğin içyüzünü, üç buutlu alemimizdeki yasaların ve yüksek nedenlerin (illet) bazı gizemlerini öğretiyordu. Bu sadece üstadlara ve onların dilinden anlayabilecek tekâmül düzeyine varmış müridlere özgüydü.

  Dışsal açıklamalar ise, gerçeği halkın anlayabileceği simgeler ve benzetmelerle, beşeri bir bakış açısından halka telkin ediliyordu. İşte tüm gereklerin dogmatik inançlar içinde donup kalması bu durumun bir sonucu olmuştur. Gerçi söz konusu açıklamaların yapıldığı ilk zamanlarda bu kıyafet değiştirme işi belki biraz daha beceriyle yapılabiliyordu ve yüksek realiteler yavaş yavaş ve özenle öğretiliyordu. Çünkü bu işin üstesinden başarıyla gelebilecek üstadlar henüz yaşıyordu. Fakat zamanla, bu üstadlar ortadan kalkınca ve bilgilerin açıklamaları maddeci hocaların eline geçince, işler değişti. Her biri bünyesinde hikmetin büyük sırlarını taşıyan simgeler dondu ve kendilerine mutlak değerler uygun bulunan birer put durumuna geldi.

  Hatta bunları okunup öğreten ilk üstadlar bile bu kıyafete sokuldu. Tüm bu batıl kanaatler mutlak ve dogmatik hükümlerle ve sanki edebîyen değişmeyecekmiş gibi mühürlendi. Artık kâdim hikmet okullarını süsleyen bir “üçlü” nün, “kuyruğunu ısıran yılan”ın, “bakan tek bir göz”ün “açılmış bir gül”ün , bir “nar meyvesi”nin, “pelikanlar”ın vb. simgelerin gerçek anlamları ya büsbütün unutuldu, ya da kurulmuş bir dinin, hattâ inanılmış, felsefi bir ekolün, vicdanlar üzerindeki egemenliğini kökleştirmeye yarayacak şekillerde yorumlandı.

  İşte bu arada kadim zamanların hikmet ustalarının öğrettiği gerçek tekrardoğuş fikri de bazı çevrelerde tenasüh fikrine dönerek yozlaşıp gitti. Bu tenasüh fikri o kadar kuvvetle öncekinin yerini aldı ki, bugün tekrar tekrar dünyaya gelip gitme konusunu işiten birçok kimsenin aklına hemen bu gelir ve tenasüh ile tekardoğuş arasında var olan derin ve nedenleri belli farklar kimsenin aklına gelmez.

 Tekrardoğuş bir tekamül sürecidir. Ruhlar madde âlemlerinde bedenlerden bedenlere “girerek”, onlar aracılığıyla görgü ve deneyimlerini artırırlar ve tekâmül ederler. Bundan dolayı, ruhun bir bedene “girmesi” ; keyfe, tesadüfe ya da herhangi maddesel düşünceden doğmuş, bir anlayışa (ödüllendirme/cezalandırma gibi) bağlı değildir. bu tekâmül zorunluluklarının sonuçlandırdığı bir otomatizmadır. Şu halde, “yükselebilmek” için, maddesel bir aracı kullanmış ve bunda başarılı olmuş bir kimsenin daha çok “yükselmesi” için başka daha yüksek maddesel araçları kullanmak zorunluluğu, onu tekrar eski gelişim aracını kullanmaktan alıkor. Bu durum karşısında, maddesel beşeriyet aşamasına kadar yükselmiş bir ruhun, tekrar bir gül ağacı olarak dünyada yaşayacağını kabul etmek için bedene “girmenin” bir tekamül aracı değil, bir amaç olduğunu kabul etmiş olmak gerekir. Böyle bir düşüncemin olanaksızlığını okuyucularıma şimdiye kadar yazdıklarımla açıklamış oldum sanıyorum.

Bugünkü Genel Anlayış Karşısında Tekrardoğuş

  Düşünce ve duyguları, dogmatik dinlerin ya da akademik ilimlerin dışına çıkamamış “aydınlar”dan birçoklarına bu satırlar daha şimdiden yabancı gelmeye başlar. Bununla beraber ben yazmayı sürdüreceğim. Çok uzun deneyim yıllarının oluşturduğu kanaatle, ilmin sonsuzluğuna ve sınırsız olanaklarına samimi olarak inanmış bir insan gibi, aziz okuyucularımın üzerinde, yazdıklarımın şu ya da bu şekilde oluşturabileceği ilk tesirleri düşünerek size bu konunun açılmasından bir zevk duymaktayım.

  Her yeni fikir yadırganır. Ben de ilk zamanlarda, tekrardoğuş fikrini yadırgamıştım. Eğer kararlılığımız bu beşeri içgüdüyle bu duygu beni bu işlerden vazgeçirmiş olsaydı, bu gün de hâlâ 20-25 yıl önceki ilkel düşünce ve duygularımdan kendimi kurtaramamış olurdum. Nasıl ki bugün kendileriyle bu konu üzerinde görüştüğüm bazı dostlarımın, benim önceden düşünmüş olduğum ve şimdi yersiz ve anlamsız bulduğum itirazları aynen yinelemelerini, kuşkusuz haksız olarak, hayretle karşılamaktayım.

 Daha önceleri derdim ki, insanın tekrar tekrar dünyaya gidip gelmesi nasıl olur? Böyle bir iddiada varsayılan geçmiş yaşamlardan hiçbiriyle ilgili en ufak bir anının bulunmamasını düşünüyor, insanların koskocaman birer adam/ kadın hâlini aldıktan sonra, tekrar çocuk olarak dünyaya gelmeleri hatta; babanın kız, kızın baba ya da dayı olarak yeniden doğması vb. gibi aklın, mantığın ve bilimin ilk hamlede kabul edemeyeceği bir takım fikirleri acayip buluyor ve bir türlü hazmedemiyordum. Kendi kendime; bunlar olsa olsa, kadîm zamanların bâtıl inançlarından kalma hurafelerdir, diyordum. Fakat aradan yıllar geçti, yaşamdan aldığım acı / tatlı deneyimler ve değişik ülkelerdeki araştırmacıların yaptıkları incelemelerin sonuçları ve nihayet değerli çalışma arkadaşlarımın yardımlarıyla elde etmiş olduğum yüksek âlemlerdeki büyük kardeşlerimizin âlimâne / bilgece ve hikmet dolu tebliğleri köhne fikirlerimi değiştirdi, onlara bilimsel yönler kazandırdı. Bugün beni; eski fikirlerimden ne kadar toy ve gafilmişim diyebilecek duruma koydu.

  Birkaç yıl önce, bir çalışma grubunda tekrardoğuş konusu görüşülürken, az çok aydın sayılmakla beraber, ilim dağarcığı pek de dolu olmadığı anlaşılan bir kimse hemen atılarak; “Bu nasıl olur, ben hiçbir zaman saman yediğimi anımsamıyorum” demiş ve bu “bilgece” söylemiyle ruh yaşamımızın dünyada geçmiş bir hayvanlık düzeyi olamayacağını hemen kanıtlayıvereceğini sanmıştı. O zaman kendi kendine karşı haklı olan bu saçı sakalı ağarmış adam bana çocukluğumu anımsattı. Çünkü, çocuk denecek kadar genç zamanlarımda ben de böyle düşünmekteydim. Fakat sonraları öğrendim ki, evrenin; anlaşılması olanaksız olan büyük gizemi ve gerçekleri yalnız benim zavallı, cılız ve marazi hafıza ve anılarımla değerlenmiş olsaydı, kendi varlığımdan bile kuşkulanacak kadar gerçeklerden uzaklaşmış olurdum. Belki bir milyon yıl önce saman yediğini anımsayamadığı için, o zaman ki yaşamını inkar etmek yetkisini kendisinde gören bu kimsenin bundan birkaç on yıl önce anne sütü içtiğini anımsayamadığı için de bebeklik yaşamını inkar etmesi gerekirdi.

  Değişik zamanlarda ruh varlığının tekâmül ihtiyaçlarına göre ayarlanmış ayrı ayrı bedenler “içinde” yoğun maddesel mekanlarda tekrar tekrar doğuşları beşeri ilmin en önemli ve en yararlı bir konusunu oluşturur. Dolayısıyla, bunun da birçok olayı, gözlemi ve deneysel araştırma yolları olması gerekir. İşte bu, kitabımızın başlıca konusunu oluşturacaktır.

Tekrardoğuşun Anlamı ve Kanıtları

  Bu sözcük, “tekrar ete girme” anlamına gelen “reenkarnasyon”dan doğmuştur ve metapsişikte, ruhların tekrar tekrar dünyaya gelip gitmeleri durumu anlamındadır. Fakat daha önce de söylediğimiz gibi, bu yolda her zaman tekâmülü esas tutmak gerekir. Ruhların tekâmülü, pek çok bedenli yaşamlar boyunca son derece yavaş olarak gerçekleşir. Ebediyet içinde sıfır derecesinde kalan birkaç yıllık beşeri ömür, bir ruhu en yüksek olgunluk düzeyine ulaştıramaz. Bir varlığın bu amaca ulaşabilmesi iç dünyamızda olduğu gibi, tüm evrende geçireceği sayısız tekamül merhaleleri vardır. İşte bu merhalelerin dünyamızda geçen kısımları tekrardoğuş ile sağlanır.

  Dünya insanının (beşerin) şuursuz çocukluk, basiretsiz gençlik, ihtiraslı yetişkinlik ve sonunda olgun yaşlılık çağları onun bir tek yaşamda geçen gelişim merhaleleri olduğu gibi; bitki, hayvan ve beşer bedenlerinde geçecek olan birçok varlıkları da dünyadaki gelişim merhalelerinden başka bir şey değildir. Nasıl ki tüm evrenin sayıya girmeyen buutlarındaki âlemlerinde bilmediğimiz tarz ve oluşumlarda ruhun geçireceği maddesel başka sayısız yaşamları da bu merhalelerin sürüp gitmesi olacaktır.

  İnsan ruhunun maddesel yaşamı, halkaları; nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan, bir zincire benzer. Onun her tekâmül merhalesi bu zincirin bir halkasıdır. Bu zincirin halkaları birbirine nasıl sıkıca bağlanmışsa, genel yaşamlar zincirinin maddesel dünyalardaki halkaları da böylece İlliyet İlkesi ile birbirine bağlanmıştır. O şekildeki; bunlardan herhangi birisi, kendisinden sonra gelecek halkanın illeti (nedeni) olur.

  Madde alemindeki ruh yaşamının tıpkı bir tek yaşamda olduğu gibi, çocuklu devresi vardır. Bu devre dünyamızda, geçmişin hayvanlık ve bitkilik âlemlerindeki şuursuzluğu içinde kaybolur gider. Ruhun olgunluk devreleriyle ilgili geleceğe baktığımızda; orada doğan büyük güneşlerin parlaklığı karşısında da gözlerimiz kamaşır ve bir şey göremez olur. Şu halde tekardoğuş konusunu irdelerken, her şeyden önce, söylemek isteriz ki, tekrar tekrar doğuşların nerede başladığı ve bunun nereye kadar sürüp gideceğini zaman olarak belirtmeye çalışmak buradaki konumuz içinde değildir. Buradan şu sonuç çıkar: Bu konu, gerek metafizikte sık sık görülen kurgusal manevralara ve gerek dogmatik inançlarda görülen kanaatlere açık değildir. Tekraradoğuş olgusunu moral sonuçlarıyla birlikte denetleme / sınamaya dayalı bir hikmet yolu olarak kabul etmek gerekir. Orada sürekli olarak yenileşme vardır, sâbit kalan hiçbir şey yoktur. İnsanın maddesel yaşamında bir saat, nasıl bir daha geri gelmemek üzere geçiyor ve yerini, kendisinden daha verimli bir sonraki saate bırakıyorsa, çeşitli ömürler içinde akan zamanın sırtında taşıdığı realiteler de öylece geçerek yerlerini kendilerinden daha yüksek realitelere terk ediyorlar. Bu gerçeği tekrardoğuş olgusundan daha iyi açıklayan bir bilgi yolu tanımıyoruz.

  İşte bu bakımdan, tam anlamıyla kabul edilmiş tekrar doğuş konusunun irdelenmesi; sonsuzluğunda büyük zevkler bulunan bir alanda, insanı nurlandıran değerli ve yararlı ve gerekli bir uğraş olur.

 Yayın Tarihi:30 Mayıs 2014 

Konuyla ilgili diğer yazımız: http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/rk3.htm

 SONRAKİ BÖLÜM >>

 

© Astroset 2003-2014