Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

 

Tekrar Doğuş III

Bedri RUHSELMAN

Yayına Hazırlayan: Selman GERÇEKSEVER

   Hiç sevmediğimiz bir kimseye ya da hatta sıradan bir kimseye kötülük yaptıktan sonra, vicdanımızda oluşan üzüntüleri tattınız mı? Bu öyle bir acıdır ki, sakinleşmesi bazı koşullara bağlıdır. Bu böyle bir ateştir ki, sönmesi için her şeyden önce; sergilenen kötülüğün, verilen rahatsızlığın af ve tamir edilmesine gerek vardır. Bu durumu bir örnekle açıklarsak, iyice canlandırmış oluruz. Bunun için vereceğim örnek deneysel ruhçuluk külliyatından alınmıştır. Bu sevdiği bir kadını nişanlısıyla birlikte kıskançlığı yüzünden öldürüp dünyada ve spatyomda ıstırap çeken bir varlığın öyküsüdür ki bu tebliğ o varlık tarafından bir enkarnasyon (bedenleme) medyomu aracılığıyla verilmiştir:

  “… Ben onu çoktan beri seviyorum ama o benim bu sevgimi anlamadı. Gündüzleri onu ayak izlerini izlerdim, geceleri rüyamda görürdüm. Yaşamım gerçek bir işkenceye dönmüştü. Beni reddettikçe onu daha çok sever oldum. Sonunda onun başka birisine ait olacağını anlayınca içim zulmetle doldu. Ona karşı içimde oluşan kinin sonu yoktu. Birgün onu bembeyaz bir gelinlik içinde gördüm. Akşam oldu, tüm gürültüler kesildi. Ve tüm doğa uykuya daldı ama benim kinim uyanık duruyordu. Bu kin beni kör yaptı ve elimde bir hançerle onların yanına yönlendirdi. Deli olmuştum. Tüm benliğimde iki cinayet canlanıyordu ve bundan başka bir şey düşünemiyordum. Gittim ve kudurmuş bir şekilde bir hamlede ikisini de öldürüverdim.

  “Câniyâne susuzluğum hemen hemen geçmişti. Kaçtım. Kimse câninin adını bilmiyordu ve hiçbir kimse benim ümitsizliğimi ve utancımı bilmiyordu. Ben insanların adaletinden kaçmıştım. Vicdanımın sesinden de kaçabileceğimi sanmıştım. Fakat gece olunca ve cinayet saati yeniden çalınca, ruhum donmaya başladı. Kalbimde dehşetli anılar canlanıyordu ama kimse hiç kimse bu ıstırap içinde beni teselli etmiyordu.

  “Gece oldu. Yaşayan ölüler gözümün önüne geliyordu. Uykum yoktu. Huzurumda yoktu! Vicdan azabı beni en şiddetli derecesinde işkence içinde bırakıyordu. Hiçbir zevk ve ıstırabı varlığımdan uzaklaştıramıyordu. Gecelerin sükûneti içinde ağlayarak serseri gibi dolaşıyordum. Hiç kimseden benim için ve benimle beraber ağlamasını istemiyordum. Ancak sessiz gölgelerin benim için ağlayacaklarını ümid ediyordum. O!... sürekli olarak o. Onun sesi bana, “seni seviyorum!” der gibi geliyordu. Fakat bunun bir hayal olduğunu düşününce, ıstırabım büsbütün artıyordu. Kendimi daha talihsiz buluyordum. Ne kadar yalandı! Onun sesi bana affedildiğimi söyleyemezdi! Ey beni dinleyenler zaman içinde bulunduğun dehşetli durumu siz asla tasavvur edemezsiniz. Ölmek istemiyordum. Çünkü onunla paylaştığım zaman, utancım daha büyük olacaktı.

  (Aynı varlığın öldükten sonraki izlenimleri):

  “Tanımadığım gölgeler gözlerimin önünden geçiyordu. Her şeyden korkuyordum, hatta kendimden bile. Gölgeler bana yaklaşıyordu. Bazılarının çehresi çok berbattı. Bazıları bana merhametle bakıyordu. Deli olduğumu sanıyor ve titriyordum. Birdenbire gölgeler çevremde bir halka oluşturdular. O anda kendimi nura gark olmuş gördüm. Bir melek bana doğru geldi ve elini uzatarak şunları söyledi: ‘Artık üzülme! Ben bu saati sabırsızlıkla bekliyordum. Sana sadece affımı değil, sevgimi de veriyorum. Sen yeterince ağladın ve teselli edilmeyi hak ettin.’ Kendime geldim. Artık ağlamıyordum. Vicdan azabıyla solmuş yüzümü bir tebessüm kapladı, kalbime ümit geldi. Artık cinayeti görmez olmuştum ve mutluydum.”

(Aynı varlık, başarıyla bitiremediği dünyadaki yaşamına yeniden başlamak üzere dünyaya inmeye hazırlanıyor):

  Çok kederliyim. Buradaki huzur ve mutluluk verici güneşi terk etmek üzereyim. Tekrar çocuk olacağım. Ruhum küçük bir bedende yoğrulacak ve artık kendimi tanıyamayacağım. Ağırlaştığımı hissediyorum. Perispirim dünyanın akışkanlıklarıyla o kadar doymuş bir duruma geldi ki, bir daha medyomunuza dönemeyeceğim.”

  Şimdiye kadar söylediklerimize uyan birçok noktaları içeren bu örnekteki sözlere eklenecek bir şey yokturç. Herhalde babasını öldüren korkunç canilerin var olduğunu işitmişinizdir. Böylelerinin uğrayacağı vicdan azapları hiç kuşkusuz pek korkunç olacaktır. Varlığı büyük bir zaafını gösteren bu hareket onun yeniden dünyaya inmesinde doğal olarak güçlü bir etmen olacaktır. İşte ruh bu harekete kendisini yönlendiren zaafından kurtulabilmek için yeniden deneyim alanına zorunlu olarak inecektir.

  Baba katili, ruhunda gittikçe alevlenen ve tüm varlığını zindan gibi karanlık ve işkenceli bir duruma koyan ıstıraplarını yatıştırabilmek için ad ve karşılama olanaklarını babasının ve babasını öldürdüğü zamanki koşulların olmadığı bir âlemde nasıl sağlayabilir? Bir varlığın gelişmesi için yalnız affa layık olarak vicdan azabından kurtulması yeterli değildir. Çünkü tüm bunlar birer araçtır asıl amaç, ruhun maddelerle üzerindeki tesirliliğini serbestçe kullanabilecek duruma gelmesidir. İşte vicdan azabı affedilmek gereksinimini ve dünya maddelerine yeniden kavuşmak hırsı… Bunlar gibi birçok duygu ve eğilim varlığı; yeniden maddesel olaylar içine yuvarlamak ve bu şekilde onun görgü ve deneyim birikimini arttırarak güçlenmesine yardım etmek içindir.

  Görülüyor ki, affedilmek, vicdan azabından kurtulmak gibi ihtiyaçlar kadar sergilenen bir kusuru onarmak ihtiyacı da varlıkta kendini gösterebiliyor. Tâki o, önceden başaramadığı deneyim yaşamına yeniden başlamak zorunluluğunu duymuş olsun. Durum böyle olunca, arzular ve eğilimler gibi af ve karşılama vetirelerini de biz, dünyaya yeniden inmenin amacı değil, ruhun tekamülünün bir aracı kabul ediyor ve bu noktada da klasik bazı düşüncelerden ayrılmış bulunuyoruz.

  Dünya yaşamına girmek, maddesel olaylar içinde birtakım deneyimler geçirmek içindir. Ruhun güçlenmesi ve tesirliliğini maddesel evrende arttırabilmesi ancak deneyim birikimiyle olasıdır. Deneyimsiz bilim olmadığı gibi, deneyimsiz tekâmül de yoktur. Deneyimle kazanılmış görgüden iman doğar. Îman ile kabul edilmemiş şeyler ruhun malı sayılmaz. Onlar nihayet ruhun dışında yabancı birer olaydan ibaret kalır. Bu fikirlerle şunu da ifâde etmek istiyoruz ki, bizim değerlendirmek istediğimiz iman, dogmatik hükümlere dayanan, esassız ve körü körüne olan bir inanmadan ibâret değil, görgü ve deneyimle kazanılmış bir duygudur.

  Deneyim, kafada soyut olarak bulunan bir bilginin somutlaşması yani şahsiyetin elemanları arasına girmesi için gerekli olan gelişim vetiresidir. Her deneyimin belirli koşulları vardır. O koşullar bulunmayınca, deneyim olumlu sonuç vermez. Bu koşullar çok çeşitlidir. Bunları sağlayarak her şeyin deneyimlenebileceği ve mutlaka deneyimlenmesi gerektiğini söyleyebiliriz.

  Şimdi tekrar baba katiline dönelim: Bu varlığın yeniden bir deneyim yaşamına başlaması gerektiğini belirtmiştik. Oysa ki spatyomda böyle bir iş için gerekli koşullardan hiçbiri yoktur. Oradaki maddelerin süptilliği dünya maddelerinin manipilasyon şekillerine izin vermediğinden, dünyadaki deneyimlerini orada yineleyemeyecektir. Yani bu varlık ne babasını öldürmeye kendisini yönlendiren aldatıcı olayların, örneğin; para, açgözlülük, şöhret, makam vb. gibi dürtüleri ne de babasının öldürülebilecek et ve kemik gibi maddelerini spatyomda bulabilecektir. Uzun lafın kısası, bu câni, tüm içtenlik dolu pişmanlıklarına ve maddeler içinde bir daha yenilmemek için göstermek istediği tüm cehitlerine karşın deneyimlerine başlayacaktır. Bundan dolayı onun yeniden bir karşı koyma / dayanma deneyimine girişebilmesi için gerekli koşulları içeren dünyamıza inmesi (tekrardoğması, yeniden bedenlenmesi) gerekir.

  Demek ki, tekrardoğuş fikrine uygun ve aykırı gelen olayları ayrı ayrı fizikoşimik, biyolojik ve psikolojik değerleriyle gerektiği kadar inceleyip irdeledikten sonra tamamı üzerinde sentetik bir değerlendirme yaparak, alınacak sonuçların tekrardoğuş olgusu lehine ya da aleyhine çıktığına göre hüküm vermek gerekir.

  Bu konuda şimdiye kadar çeşitli araştırmacılar tarafından çok değerli etkinlikler sergilenmiş ve ortaya oldukça kuvvetli kanıtlar ve gözlemler konmuştur. Biz bunlara fazla bir şey eklemeden çalışmamızı sürdüreceğiz ve bir sonuca varmaya çalışacağız. O halde bu kısımdaki konumuz tekarardoğuş aleyhinde görünen bazı olayları incelemek olacaktır. Gelecek kısımda ise lehteki olay ve gözlemleri dile getirerek tekrardoğuş olgusunun gerçeğini göstermeye çalışacağız.

Unutma

  Tekrardoğuş konusunun incelenmesinde akıllara en sık ve en önce gelen bir itiraz vardır: “Madem ki, biz birçok dünya yaşamları boyunca yaşamışız, bunları (hiç değilse birini, bir kısmını) neden anımsamıyoruz ve o yaşamlarla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz?

  Bu fikrin tartışmasına girmeden önce “unutma” sözcüğünün anlamı üzerinde durmak gerek. Unutma nedir? Unutmayı kabaca, zihinde bulunan bir şeyin şuur alanından silinmiş olması şeklinde kabul ederiz. Bir şeyin şuur alanından silinmesi ya geçici, ya da sürekli olur: Geçici unutmalar, bizim normal her zamanki yaşamımızın zorunluluğudur. O kadar ki, eğer bu geçici unutmalar olmasaydı, normal şekilde düşünemez ve akıl yürütemezdik.

  Normal düşünmek ve akıl yürütmek; dikkati bir konu üzerinde toplayarak, ancak o konu ile ilgili bilgileri belirli amaçlar çerçevesinde bir araya getirip, birbirine bağlamak demektir. Eğer bu sırada o konuyla ilgili olmayan rastgele bir bilgi şuur alanında belirirse, düşüncenin ve akıl yürütmenin selameti kalmaz. Örneğin, bir doktor hastasını tedavi etmek için, onun rahatsızlığıyla ilgili tüm bilgilerini bir araya toplamaya çalıştığı sırada, sinemalarda gördüğü artistlerin rollerini, marketten aldığı eşyanın listesi, futbol maçlarının ayrıntıları vb. birbirini tutmaz bir yığın olay ve bilgiler hep birden doktorun kafasına hücum ederse, hastasıyla ilgili işleri başarıyla yapamaz. Bundan dolayı, bu doktorun o sırada her şeyi unutması ve ancak hastasının sorunuyla ilgili bilgilerle meşgul olması gerekir. Doktor bunu yapar, öteki bilgilerini şuur alanından uzaklaştırır. İşte bu geçici bir unutmadır.

  Fakat bazen bu unutma sürekli olur; ben istesem de şuur alanımdan çıkmış olan bir şeyi yeniden orada yaşatamam. Böylece o, zaman geçtikçe şuur alanımdan uzaklaşır ve silinir. İşte genellikle “unutma ”dan bizim kastettiğimiz anlam budur. İnsanların bir kısmı her şeyin, günün birinde böyle ebediyen unutulup gideceğine, hatta ölümle tüm şahsiyetlerin yok olacağına inanır. Acaba böyle bir unutma gerçekten var mıdır? Bu sorunun yanıtını araştırmadan önce, unutmanın ve yeniden anımsamanın otomatizması üzerinde biraz durmakta yarar olabilir. İşte biz önce unutmanın, ileriki konularda yeniden anımsamalarının irdelenmesini yaparak bu konuyu tamamlamaya çalışacağız.

Unutmanın Otomatizması

  İleride anımsama konusunda da yineleyeceğimiz gibi, her zamanki sıradan unutmalar maddesel bir olaydır ve beyin ile ilgilidir. İdrak konusunda kısaca değindiğimiz gibi, bir düşünce ve akıl yürütme ürünü olarak fikir halinde, bağlı şuur alanımızda beliren izlenimler; ruha ancak, idrak yoluyla geçen bilgilerle olur. Bu kanaldan geçmeyen; gerek dünyadaki, gerekse dünya dışındaki etmenlerden alınmış tüm titreşimler perispride geniş ölçüde bilgiler oluşturdukları halde, beyin yoluyla hiçbir bilgi ve fikir tezahür edemez. Bunu ikinci kitabımızdaki idrak konusunda yazmıştık. Bu durumu açıklama yoluyla beyinde oluşan izler hakkında bir teoride dile getirmiştik. 

  Her zamanki sıradan idrak yolunda, perispiri dış tesirleri ancak beyin merkezinde bazı hareketlerin, izlerin ve belki de çok belirsiz az çok yüksek bazı morfolojik değişmelerin oluşmasını çok doğal görmemiz gerekir. Gerçi fizyoloji ve morfoloji bu konuda henüz söz söyleyebilecek durumda değildir. Bunun içinde biz bunu akademik ve bilimsel bir kesinlikle gerçekleşmiş bir hüküm olarak iddia etmiyoruz. Yalnız şu var ki; dış duyu organlarımızın vazife gördükleri sırada uğradıkları ufak tefek anatomik değişmelerden bir kısmı bugün (1) ilmen sâbit olmuştur. Örneğin, her kuvvetlice gürültü insan kulağını biraz daha sağırlaştırmaktadır. Bu durum kulakta, dışarıdan gelen titreşimleri merkeze aktarmaya araç olan bazı elemanların bir daha yerine gelmemek üzere ölmelerinden ileri gelme, ilmen sâbit olmuş bir olaydır. Hatta bu nedenle bazı ülkelerde, genel yerlerde ve sokaklarda fazla gürültülü sesler çıkarmanın önüne geçilmiş ve bunlar (gürültü kirliliği) yasaklanmıştır. Bu durumun tüm öteki duyu organlarının dış kısımlarında da az çok belirgin bir şekilde oluşmuş olması olasıdır.

  Bir dış duyu organı, örneğin kulak; nasıl beyin merkezine girecek dış etmenlerle ilgili aktarma aracı ise, beyin merkezi de perispiriye gidecek aynı titreşimleri öylece aktarma aracıdır. Hele bir de idrakin bu merkezler aracılığıyla oluştuğunu düşünürsek, buradaki izlenimlerin sıradan aktarım yollarındakinden daha derin olacağını kabul edebiliriz. Başka bilimsel (2) metapsişik gözlemlerin beyin merkezlerine ve bazı değişmelerin ve izlerin ortaya çıktığı lehindeki sonuçlarını göz önüne alınca ve ile bizi duygu yollarından fizikoşimik yollarla saptanan değişmeleri de göz önünde tutunca betin merkezlerindeki az çok ince ve sürekli morfolojik bazı değişmeler lehine ileri sürdüğümüz teorinin bir gün fizyolojik gerçek olacağına haklı olarak inanmamız gerekir. Fakat biz bu işin akademik uzlaşma çerçevesi içinde sonuçlandırılmasını konunun uzmanlarına bırakıp, metapsişik gözlemlere dayanan teorimizin doğruluğundan emin olarak gidişimizi sürdürelim:

  Daha önce, degajman konusunda paylaştıklarımıza ek olarak, hipnoz konusunda da ilerledikçe, bu fikrimizin lehinde son derece açık örneklerle karşılaşmak olasıdır. İleride anımsama konusunda bunların daha geniş cevherlerinde izlenim bırakmış bilgiler, oralarda hiçbir izlenim bırakmadan ruha geçmiş bilgilerden birçok noktalarda farklı tezahürler göstermektedir.

  Esâsen biz bir şeyi unutmamak için teorik olarak sözünü ettiğimiz bu bilgiyi doğal olarak günlük yaşamımızda her an uygulamaktayız. Yeni öğrendiğimiz bir şeyi, örneğin birinin / bir yerin adını ezberlemek için ne yaparsınız? Onu çeşitli yollarla ve vesilelerle yineler durursunuz. Burada beş duyumuzdan birini ya da birkaçını gereğine göre kullanırsınız. Bu yinelemelerin yararı nedir, neden bir şeyi unutmamak için yinelemek gereğini duyarsınız?

  Sanıyorum ki, bu sorunun yanıtı iyi verilirse, üzerinde olduğumuz konu biraz daha aydınlatılmış olur. Bir şeyi zihinde değişik zamanlarda, değişik vesilelerle ve farklı yollarla yineleyerek, o şeyle ilgili beyindeki izleri ve izlenimleri derinleştirmiş oluruz. İşte “ezberlemek ” diye yaptığımız iş budur. Bir şeyin ezberlenmesi demek, onun zihinde yinelenebilecek bir duruma getirilmiş olması demektir ki, bu da daha önce belirttiğimiz gibi beyin cevherlerinde o şeyin titreşimlerine uygun bazı izlenimlerin oluşmasıyla olasıdır. Ayrıca bu izlenimlerde, yukarıda belirttiğimiz gibi, henüz keşfedilmemiş yüksek tertipte bir takım morfolojik başkalaşma ve bir arada bulunur. İşte yaptığı tesir şeklini bilmeden bir bir şeyi zihinde yinelemekle bu işi sağlamış oluruz. Fakat bu da kuşkusuz ruhsal bir etkinliktir ve ruhun maddeler üzerindeki tesirliliğinin  bir tezahürüdür. Oysa ki metapsişik yoldan degaje olmuş (3) bir perispiride idrak ortaya çıkarken, beyinde bu ruhsal etkinlik olmaz. Çünkü buna serbest durumdaki yaşam koşulları gerek bırakmaz. Bunun sonucunda da perispiride idrak olunan şey hakkında beyinde hiçbir izlenim oluşmaz ve ruh onları sıradan insan durumunda iken anımsayamaz. Bunun bir örnek ile gösterebiliriz:

  Bir üniversite öğrencisi haberdar edilmeksizin deney süjesi olarak seçilmiştir. Öğrenci, ilgisi olduğu bir konu üzerinde meşgul edildiği sırada; haberi olmadan arkasında, uzakça bir yerde bulunan bir metronomu işletmeye başlıyor. Bir süre sonra metronom duruyor. Öğrenci hala bunun farkında olmadan, o ilgilendiği konu üzerindedir. Sonunda kendisine o ilgilendiği konu dışında bir şey duyup duymadığı soruluyor. Metronomun tiktaklarından haberi olmadığı anlaşılıyor. Öğrenci hipnoza alınıyor. Fakat hipnozdayken o, başka işler arasında metronomun sesini de duyduğunu ve hatta metronomun, başından sonuna kadar kaç kez tıkladığını doğru olarak bildiriyor. Öğrenci hipnozdan çıktıktan sonra yeniden, hipnoz öncesi durumuna dönüşüyor ve bu seslerden haberdar görünmüyor. Bu ne demektir?

  Metronom çalıştığı sırada ruh, dikkatini başka bir alan üzerinde topladığı için, beyindeki etkinliği ancak o konuya ilgili olarak gerçekleşmiştir. Öteki olup bitenler karşısında beyin bu etkinlikten yoksun kalmış ve onlarla ilgili izlenimler kendisinde oluşmamıştır. Fakat daha önce de belirttiğimiz gibi; bir olayın beyinde iz bırakmamış olması onun ruhta yerleşmesine engel oluşturmaz. Burada dikkatin sadece bir konu üzerinde toplanmasından dolayı izolman sonucunda metronomun sesleri perispiri yoluyla ruha aktarılmış ve orada bir bilgi oluşturmuştur. Eğer öğrenci metronomunun sesine dikkat etmiş olsaydı, onları hızla ve otomatik ruhsal bir etkinlikle zihinde yinelemiş olurdu. Bu da, yukarıda belirttiğimiz gibi beyinde oluşturacağı izlerle orada izlenim olarak kalır ve metronomun seslerinin sıradan durumlarda yine bu kanaldan ifade edilmesini sağlanmış olurdu. O halde, bir şeye dikkat etmekle onu o oranda ve ruhsal otomatik bir etkinlikle zihinde hızla yinelenmiş oluruz. Bu da onları yeniden anımsayabilmemizi az çok olanaklı kılar.

  Kısaca, sıradan idrak sırasında beyinden geçen titreşimler orada bir takım izlenimler ve izler bırakıyor. Bu izlenimlerin sürdüğü sürece, idrak olunan şeyler yeniden bedene yansıtılarak şuur alanına çıkarılabiliyor ki, buna anımsama diyoruz. Oysa, uzun süre geçtikten sonra, beyindeki bu izlenimlerin ve izlerin silinmesi durumunda ya da hipnozla olan idraklerde olduğu gibi, beyin cevherlerinde hiçbir izlenimin ve izin bulunmadığı durumlarda, ruha giren bilginin yeniden şuur alanına çıkması, yani anımsama söz konusu olmaz ki buna da unutma deriz. Görülüyor ki, öyle bir takım titreşimler ruha katılıyor ki, bunlar ruhun beyin cevherlerinde hiçbir izlenim bırakmadan geçer ve perispiri yoluyla ruha katılır. Bunlar, dünya bedeninde kaldığı sürece, insanda bir fikir, bir anımsama olarak ortaya çıkmayacaktır. Belki şuur alanımızın dışında etkilerini göreceğimiz bu titreşimler, ruhumuzun derinliğinde kaybolacak ve degajman (3) durumlarında, statyomda ve bazen de başka metapsişik yollardan(4) bağlı şuur alanımızda ortaya çıkma zemini bulabilecek kazançlarımızın tükenmez elemanları arasına karışacaktır.

  Demek ki, her zamanki durumumuzda idrak ettiğimiz şeylerle ilgili, belirttiğimiz izler beyinde kaldıkça, irademizle onları anımsamak her zaman olasıdır. Fakat zamanla değişen beyin cevherindeki bu izlerin silinmesi oranında, önce açık seçik olmayan anımsamalar ve sonra bir daha hiç anımsanmamak üzere unutmalar olur. Şu halde fikir ve bilgi âleminde ruhumuzun dünya ile ilgisini sağlayan, onun dünya ile ilgili şuur alanını çevreleyen eleman sinir sistemidir. Benzer şekilde; ruhun düşünce, akıl yürütme ve bilgisiyle şahsiyetini dünyada ortaya çıkarmaya araç olan eleman da gene bu merkezlerdir. Sinir sisteminin olduğu gibi sahneden çekilmesi ruhun dünya ile ilgisini o oranda kesmesi demektir. Beyin cevherlerini ortadan kaldırdığımız anda, bizim ne şuurumuzdan, ne şahsiyetimizden ne de benliğimizden yeryüzünde eser kalır. Yani şahsiyetimizi objektifleştirecek olan perispiriyle ilgili titreşimler bu âlemde tezahür zemini bulamazlar.

(1) 1940’lı yıllar

(2) Dedubluman ve idrak konularına bakınız.

(3) Ruh-beden ilişkisinin ayrışması, iyice azalması

(4) Anımsama” konusuna bakınız. (Cilt 3, sayfa 733-744)

 Yayın Tarihi:22 Haziran 2014 

Konuyla ilgili diğer yazımız: http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/rk3.htm
<< ÖNCEKİ BÖLÜM

 SONRAKİ BÖLÜM >>

 

© Astroset 2003-2014